ALACAKARANLIK’tan önce Kerime Nadir’in DEHŞET GECESİ romanı vardı
Vampirlerin gizemli cazibesini, karşı konulmazlığını ve güzelliğini Alacakaranlık serisiyle tüm dünyaya yeniden hatırlatan Stephenie Meyer’den çok önce Kerime Nadir vardı. Pek bilinmez ama genelde Hıçkırık, Samanyolu gibi kitaplarıyla gündeme gelen romans kraliçesi Kerime Nadir, kahramanlarından biri vampir olan bir aşk hikayesinin de yaratıcısıydı.
Yazar, Dehşet gecesi adlı romanında bir dişi vampirin şatosuna, yani Kızıl Puhu Malikanesi’ne davet edilip orada tuzağa düşürülen ve ezeli iyilikle kötülük arasında seçim yapmak zorunda kalan genç bir adamı anlatıyordu. Bram Stoker’ın Dracula’sından esinlenerek yazılmış Dehşet Gecesi’nde Transilvanya’nın yerini Hakkari, Karpatlar’ın yerini karlı Cilo Dağları alıyordu. Kont Dracula’nın yerindeyse güzeller güzeli bir kadın, Prenses Ruzihayal vardı.
ALACAKARANLIK’tan önce Kerime Nadir’in DEHŞET GECESİ romanı vardı
Çengelköy sırtlarındaki fıstık ağaçları arasında gezintiye çıkmış yazar olma hayallerindeki genç bir kadın, o gecenin sonunda bir Fransız yazarın, Alphonse Daudet’nin Değirmenimden Mektuplar adlı kitabıyla tanışır. Özellikle de Yıldızlar adlı öyküden adeta büyülenir. “Geceleri gökyüzüne bakarken, hikayenin kahramanı olan çobanın yerine koymuştum kendimi” diye anlatacaktır sonradan, “Gökyüzündeki yıldızların adları, hayatları, aşkları hatta evlenmeleri… Bütün gece bunları düşünmüştüm, uzun uzun…”
İşte, sonradan Türk edebiyatının en çok satan romanlarından biri olacak Samanyolu genç kadının aklına ilkin böyle düşmüştü. Ve yıllar sonra, yayınlandığı andan itibaren bir fenomene dönüştü. Önce tefrika olarak yayınlandı, daha sonra kitap olarak çıkıp baskı üstüne baskı yaptı ve sessiz sakin yazarını bir anda şöhretin zirvesine taşıdı.
Muhtemelen gereksiz bir not: Değirmenimden Mektuplar benim de çok sevdiğim bir kitaptır. İçinde yer alan Monsieur Seguin’in Keçisi ise en sevdiğim masallardandır. Bulursanız, hatırım için okuyunuz.
Her neyse… Derken 1959 yazı geldi. Bu kez Neriman Köksal, Nevzat Pesen ve Orhan Elmas’ın girişimiyle kitap bir sinema filmi oldu. Başrollerini Belgin Doruk ile Göksel Arsoy’un oynadığı film öyle büyük başarı kazandı ki, birkaç yıl sonra bu kez Hülya Koçyiğit ve Ediz Hun’la ikinci kez beyazperdeye aktarıldı. İkinci Samanyolu şarkısıyla, romantizmiyle ilkinden de çok sevildi, seyredildi…
Bir süre önce bir televizyon dizisi haline de gelen Samanyolu bu kez başrolü üstlenen Vildan Atasever’le ilgili tartışmalardan dolayı gündeme geldi. Kitabın bir dönemin gizliliğini, kapalılığını, içe kapanıklığını, sessizliğini, o yıllarda yaşanan aşkların derin acılarını mükemmel yansıtan sahneleri şimdi günümüz koşullarında biraz abartılı kalıyor, orası kesin. Kimse karlı kış günlerinde tekneyle Heybeliada’daki sanatoryumların yolunu hıçkıra hıçkıra tutmuyor artık. Aşk yüzünden verem de olunmuyor. Ağustos böceklerinin yalıların bahçelerinde fısıldaşan aşıklara eşlik ettiği filan yok. Dünya çoktan değişti…
Yine de dizinin bir yararı olmuşsa eğer, o da Kerime Nadir romanlarının uzun yıllardan sonra ilk kez yeniden yayınlanmaya başlamasını sağlaması. 1917 doğumlu Kerime Nadir’in yayıncılığımızda enteresan biri var; sıklıkla küçümsenmiş, sonrasında yok sayılmış, “yazarlığını topluma ve gerçeklere sırt çevirerek kendi dünyasında sürdürmekle” eleştirilmiş. Öte yandan romanlarının yığınlar tarafından kabul görmesi nedeniyle onu “halka okuma sevgisi aşıladığı ve okuru gerçekçi romanlara hazırladığı için” dikkate değer bulanlar da olmuş. Ahmet Oktay gibi, Kerime Nadir’in aşk romanı alanındaki emeklerini küçümsemek yerine, bu emeklerin sosyolojik anlamını çözümlemeyi tercih eden isimler de olmuş. Bu sene yeniden okurla buluşan kerime Nadir serisini yayına hazırlayan Selim İleri ise onun düpedüz büyük edebiyat sayılması gereken şeyler yazdığını söylüyor.
Gülenaycım, yine beni şaşırtan bir dolu bilgi sermişsin gözler önüne.
Kerime Nadir ve bir vampir romanı! İnanılır gibi değil. Çok şaşırdım doğrusu. İnşallah tekrar yayınlarlar da okumak nasip olur.
Demek hiç aşık olmamış… ilginç.. çok ilginç. Nasıl yazıyor aşkı böyle, hiç aşık olmamış biri diye insan merak ediyor…
Hiç aşık olmadığı için aşkı daha iyi hayal edebiliyor belki. Bilirsin aşık olduktan bir süre sonra büyü filan kalmaz ya :)
Belki de haklisin, sahip olmayinca hep buyutur buyuturuz ya herseyi kafamizda, o misal…
O da buyutmus ask kavramini boylece…
E guzel romanlar kazandirmis bize o sayede :)
ben bazen bi de şöyle düşünüyorum: bu tip aşk romanları yazanlar olmasaydı belki aşk konusunda daha sağlıklı bir kavram oluşurdu kafamızda. cinderella’dan jane eyre’e ve elbette kerime hanımın romanlarına kadar hepsi suçlu :)
Ya o da doğru, hem de çok doğru…
Hep o romanlardaki, filmlerdeki kusursuz mükemmel aşkı ve aşığı aradık, azıyla yetinmedik, sonra baktık ki yok öyle bir şey….
:)
Ben bir arkadaşımdan alıp okumuştum, bulursam veririm sana :)