Egoist okur

Johnsonlar ve ötekiler

‘Antony’s Lonely Hearts Club Band’e eşlik edebildiğim için kendimi hafiflemiş hissediyor ve konserin başında kaybedip umudu kestiğim yüzüğümü konser bittiğinde yürürken yerde bulmamı kesinlikle hayra yoruyorum. Adları ne olursa olsun, gördüğüm ‘Johnson yüzleri’ beni mutlu ediyor. Bütün iyi insanları ailemden sayıyorum. Ailem kalabalık olsun, hayatım yalnız geçmesin istiyorum. Ve bol bol müzik dinliyorum.

Johnsonlar ve ötekiler

Halil Turhanlı ‘Katiliniz Şehirlerde Dolaşıyor’ adlı kitabında Beat yazarı William Burroughs’un ‘Kazanamazsın’ diye bir romana yazdığı önsözden bahsediyor. Burroughs’a göre Jack Black adlı kayıp yazarın kaleme aldığı kitabın kahramanları olan Johnson Ailesi, iktidarda olanları kollayan yasalara bağlı kalmayarak güçsüzlere yardım etmeyi seçen insanlarmış. Zaten bu dünyada bir Johnsonlar varmış, bir de ötekiler. Bir insanın Johnson olup olmadığını anlamanın en iyi yolu ise onun yüzüne bakmakmış.

Turhanlı, Amerika seyahatinde yaşadığı bir olayı da ekliyor. Mealen: “Otobüsteydim. Birkaç durak sonra elinde bastonuyla sakat bir kız bindi. Yakasına Bush aleyhtarı rozetler takmıştı. Otururken çevresindekilere tebessüm etti. Çok güzeldi. Yüzü tanıdık geliyordu. sonra anladım; bir Johnson yüzüydü bu. Aklından kötülük geçmeyen, başkalarına yapılan haksızlıklar karşısında kırılan, öfkelenen bir insanın yüzü…”

Bu hikaye, Antony and the Johnsons’ın yıkılıp dökülmüş, yanık ama hâlâ mağrur Şan Tiyatrosu’ndaki konserinde geldi aklıma. “Bir gün ben de büyüyüp güzel bir kadın olacağım ama şimdilik bir oğlan çocuğuyum” diyen Antony’nin meleksi bakışlarından dolayı belki. Veya bembeyaz giysili iki dirhem bir çekirdek grubu The Johnsons’dan ötürü.

Konser sevmem, evde müzisyenle baş başa kalmayı yeğlerim diyenlere aldırış etmeyin. Şaman ayinlerinin şekil değiştirmiş hali olan konser ritüellerinin yerini hiçbir şey alamaz çünkü. Bu konser de öyle eşsizdi işte. Antony ‘I’m a Bird Now’ diye şakırken gökyüzündeki kuşların ona vokal yapması ise primaydı.

Bu hantal vücutlu kadın-adam, bir hatayı tamir etmek yerine inatla ataerkil kalmaya devam eden insanlığı şaşırtmak için doğmuş gibi görünen çift cinsiyetli bir melezdi. Büyü yapıp büyü bozuyor; çok ve güzel konuşuyordu. O melankolik şarkılar söyleyip sarsak sarsak dans ederken gözlerim doluyordu. Merak ediyordum; yüzüne düşen saçlarını hem utangaç hem işveli bir küçük kız hareketiyle kulaklarının arkasına ittiğinde nasıl ama nasıl şeker göründüğünün farkında mıydı?

O gece Bülent Ersoy’a duyduğu derin hayranlığı anlattı; ayağının tozuyla gittiği tekinsiz bir travesti kulübünde başına gelenleri, kesiştiği rent boy’ları, şehrin bu en gölgeli bahçesinde tanımadığı bir kadın tarafından kurtarılışını, o kadın için yaptığı “Last night my life was saved in İstanbul” adlı şarkıyı… (Sanırım bu, Antony’nin ‘hakiki annem’ dediği Marc Almond’un ‘She took my soul in İstanbul’ şarkısına bir selamdı aslında.)

“Bir toplum transseksüel çocuklarını kabul ettiği ölçüde sağlıklıdır. Onlara sahip çıkanlar kalplerinden altın bir nehir aktığını görürler. Siz bu açıdan çok şanslısınız” diyen Antony Türkiye’yi bir çeşit rüya ülke sayıyordu.

Varsın öyle sansın. Bu ülkenin İstanbul’dan ibaret olmadığını, ‘normal’ tanımı içinde yer almayı reddeden -veya bunu beceremeyenlere- her zaman şefkatli davranılmayabildiğini, mesela onun konserinden bir gün önce Eskişehirli bir travestinin acımasızca öldürüldüğünü bilmesin. Türkiye birilerinin rüya ülkesi olmaya devam etsin.

Bana gelince; o gece ‘Antony’s Lonely Hearts Club Band’e eşlik edebildiğim için kendimi hafiflemiş hissediyor ve konserin başında kaybedip umudu kestiğim yüzüğümü konser bittiğinde yürürken yerde bulmamı kesinlikle hayra yoruyorum. Adları ne olursa olsun, gördüğüm ‘Johnson yüzleri’ beni mutlu ediyor. Bütün iyi insanları ailemden sayıyorum. Ailem kalabalık olsun, hayatım yalnız geçmesin istiyorum. Ve bol bol müzik dinliyorum.

Gülenay Börekçi

Subscribe
Notify of

0 Comments
Inline Feedbacks
View all comments