Egoist okur

Bazı kitaplar beraber yaşamak içindir

Reşad Ekrem Koçu’nun herhangi bir kitabını alıp yaşadığınız dünyadan kurtulabilirsiniz. Zaman, mekân, insanlar, alışageldiğiniz değerler, doğrular, kriterler silinir. Yerine rengârenk ya da şairin dediği gibi “rengâhenk” bir evrende sürekli şaşırarak dolaşırken bulursunuz kendinizi. Doğan Kitap’tan çıkan “Türk Giyim Kuşam ve Süslenme Sözlüğü” için de geçerli bu.

Okuma Tavsiyesi

Türk Giyim Kuşam ve Süslenme Sözlüğü

Reşad Ekrem Koçu’nun “Türk Giyim Kuşam ve Süslenme Sözlüğü”

“Dün sabah bir Amazon gördüm, yaşıtı olsaydım adı Leyla’dır der, Mecnun’u olurdum. Derisi, gövermiş gül yaprağı renginde; tıraşide bir boyun üstünde Eski Yunan heykeltıraşlarını imrendirecek bir baş; çenenin münhanisi, nar çiçeği dudaklarının bükümü, ağzın asaletli büyüklüğü, burundaki hendese ahengi ve Hint menekşesi gözler. Büyüler insanı bunlar. On yedi on sekiz yaşında. Tığ gibi bir boy, sabah rüzgârı gibi bir yürüyüş, uçuyor. Sırtında süt mavisi ketenden kolsuz bir bluz, bluzun altında bir çift haşarı keçi yavrusu memecikler; ince belden diz kapakları altına kadar dökülen çiçek çiçek, dal dal bir eteklik… Ve, çıplak ayaklarında bir şey yok, pırpırı oğlanlar, haşarı bıçkınlar gibi yalın tabanla şap şap ve arada topuk vurarak güm güm yürüyor. Laf atabilsem. Hiç olmazsa Nedîm’in bir beyitini söyleyebilsem: ‘Kız oğlan kız nazı nazın; şehlevend avazı avazın. Belasın, ben de bilmem, kız mısın oğlan mısın kâfir?’ diyebilsem ve o da bunu anlayabilse.”

Üstteki satırlar Reşad Ekrem Koçu’nun “Türk Giyim Kuşam ve Süslenme Sözlüğü”nün “Çıplak Ayak Nizâmı, Nümayişi ve Çıplak Ayak Modası” maddesinden. 1957’de çıplak ayaklı bir genç kızı görünce yazmış ustamız. Aynı sayfanın üst kısmında, çıplak ayaklı bir kız resminin altında “Sokakta çıplak ayakla dolaşma modasının öncülerinden bir egzistansiyalist süslü kız” yazıyor. Yine aynı maddede 1826’da Yeniçeri Ocağı’nın kaldırıldığı tarihe kadar müstakil berber dükkânı olmadığını ve berber kalfa ve çıraklarının yalın ayakla çalışmalarının mecburi olduğunu ve 1885-1887 yılları arasında eski yangın tulumbacılarının kendi aralarında kesinleşmiş bir nizam olarak yaz kış yangınlara yalın ayakla koştuklarını da öğreniyoruz.

Reşad Ekrem Koçu’nun bir kitabını okumak tam da böyle bir şeydir. Sadece tarih, sadece kuru bilgi değildir okuduğunuz. Yeni ve mutlaka şaşırtıcı bir şeyler öğrenirken bir yandan da Koçu’nun kendi arşivinden birbirinden ilginç resimlerle ya da Sabiha Bozcalı’nın incelikli çizimleriyle bambaşka bir dünyaya geçersiniz. Araya mutlaka ya o dönem uygulanan garip bir yasa, konuyla ilgili bir masal ya da bir şairden bir beyit karışır. Reşad Ekrem okurken kendinizi onunla giriş katı bir evin penceresinde gelip geçenin dedikodusunu yaparken bulursunuz. Reşad Ekrem size sıradan insanların büyük hikâyelerini anlatır.

Yazılan ne avcıların ne aslanların tarihidir. Ormana ait olmayı da ona sahip olmayı da bir an bile düşünmeyen ama her dalın, her yaprağın, her karıncanın hakkını vererek yazar. Reşad Ekrem Koçu iğne oyasıdır, çiçek dürbünüdür, yuvarlak pencerelerden denize bakmaktır, arnavutkaldırımıdır, kişiye özeldir, parmak izidir. Bir şeyi beğenmiyorsa hiç çekinmeden söyler. II. Abdülhamid’in kılık kıyafetle ilgili koyduğu bir yasağı okurken birden kendinizi Beatles grubunun üyelerinin saç kesimini beslemelere benzettiğini okurken bulursunuz. Fırın uşaklarının ne giydiğini de öğrenirsiniz, sadece Nedîm’in bir gazelinde geçen kışlık bir kumaş türü olan “germsûd”u da.

Yine II. Abdülhamid zamanında öğrencisi için üniforması olan okullarda bir karış eninde kırmızı atlastan hamaylılar yaptırılıp üzerine sarı sırma yahut beyaz ipek ile “Padişahım çok yaşa” dövizi işletildiğini de yine “Türk Giyim Kuşam ve Süslenme Sözlüğü”nden öğreniyoruz. Hamaylı ne diye soracak olursanız sanırım bizim en çok karşılaştığımız hali sünnet çocuklarının omzuna çapraz şekilde asılan “Maşallah” yazısı için kullanılanları olan bir bağ türü.

Hayatımda sadece dolma olarak karşılığı olan kabak çiçeği’nin ise kıymetli taşları kadar mine işçiliğinin ayrıca değer taşıdığı bir broş adı olduğunu, uzun saç, zülüf, kâkül, saç örgüsü anlamlarına gelen “geysû” maddesinde ise Melamilikten köçekliğe, toplum hayatından dervişliğe saç örgüsünün farklı karşılıklarını ve anlamlarını öğreniyoruz. Saat ve saç gibi zaten bildiğimizi düşündüğümüz maddelerde bile Koçu’nun ince gözlemleri ve merakı sayesinde bir sürü kapı açılıyor önümüzde.

Bazı kitaplar beraber yaşamak, ara ara bakmak içindir. Reşad Ekrem Koçu onlardan biridir. Baktığınız her an dünyanın, tarihin, bir insanın sabrının, yaptığı işe verebileceği emeğin, biliyorum sandığınız her şeyin hiç de o kadar olmadığını öğrenirsiniz.

Ustanın kitaplarından herhangi birini alıp yaşadığınız dünyadan kurtulabilirsiniz. Zaman, mekân, insanlar, alışageldiğiniz değerler, doğrular, kriterler silinir. Yerine rengârenk ya da şairin dediği gibi rengâhenk bir evrende sürekli şaşırarak dolaşırken bulursunuz kendinizi. Reşad Ekrem yaptığı araştırmalar için varını yoğunu ortaya koymuş, kendisi için pek bir şey istememiş, “Gelecek nesillerin hatırama akıtacakları gözyaşları en büyük mükâfatım olacaktır” demiştir.

Sadece “Türk Giyim Kuşam ve Süslenme Sözlüğü”nde değil romanlarında, şiirlerinde, eşsiz bir kaynak olan “İstanbul Ansiklopedisi”nin her satırında da onun özenini, çabasını, insanın ancak kendi içinde taşıdığı bir iştiyakla edinebileceği bilginin görkemini bulabilirsiniz.

Arzu Akgün

Subscribe
Notify of

0 Comments
Inline Feedbacks
View all comments