Egoist okur

Gözetleme teknikleri ve ilişki temrinleri

Kadınla erkeği bir araya getiren haz ya da güvenlik gereksinimi değilse; nedir? Koskoca bir ömür hep aynı kişiyle geçer mi? Sadakatsizlik bir inanç değişimi midir, yoksa kutsalın ihlali mi? Tekeşlilik insanın doğasını inkar etmesi midir? Sınırsız özgürlük mutluluk getirir mi?

Katie Roiphenin “edebiyat sevenler için bir kişisel gelişim kitabı” denebilecek “The Uncommon Arrangements: Seven Marriages” adlı kitabını okuyunca aklıma düşeler…

Douglas Coupland, Clive Barker ve aşka dair işe yarar bir formül

Öykü yazarı Katherine Mansfield’dan bir alıntı var kitapta, hafızama çakılan:

“Tehlike! İnsan elindekileri tehlikeye atabilmeli. O seslere, başkalarının ne düşündüğüne aldırmamalı. Zor olana cesaret ederek kendi adına hareket etmeli. Hakikatle yüzleşmeli.”

Gözetleme teknikleri ve ilişki temrinleri

Kadınla erkeği bir araya getiren haz ya da güvenlik gereksinimi değilse; nedir? Koskoca bir ömür hep aynı kişiyle geçer mi? Sadakatsizlik bir inanç değişimi midir, yoksa kutsalın ihlali mi? Tekeşlilik insanın doğasını inkar etmesi midir? Sınırsız özgürlük mutluluk getirir mi?

Çok konuşuluyor evlilikler, boşanmalar, ihanetler… Kimi zaman yorumlarda terbiye sınırları aşılıyor bile. Başkalarının yatak odalarına onlardan önce girmiş gibiyiz, gözümüzden hiçbir şey kaçmıyor… “O kadın şu adamla para için evlendi, başka nasıl olabilir ki?” ya da “Terk edileceği daha baştan belliydi, biz anlamıştık çoktan…” Can sıkıcı bir “Biz Korosu” konuşup duruyor…

Açıkçası üsluplarını beğenmesem de ilgilendikleri konu çekici. Adı aşk olsun, seks olsun, evlilik olsun, fark etmez; iki insan arasındaki ilişki hâlâ yeryüzünün en büyük esrarı… Hepimiz bilmek, o yarı karanlık alanı aydınlatarak yolumuzu görmek istiyoruz.

“The Uncommon Arrangements: Seven Marriages” (Sıradışı Düzenlemeler: Yedi Evlilik) diye bir kitap var elimde, Katie Roiphe yazmış. “Edebiyat sevenler için bir kişisel gelişim kitabı” denebilir. 1910-1939 arasında Londra’da yaşanmış yedi ilişkiden yola çıkarak kendimizi, ilişkilerimizi gözden geçirmemizi sağlıyor. Sözü edilen dönem modernizmin, yani yeni ve daha iyi bir dünya arayışının ilk yılları, anlatılan kişilerse büyük yahut önemli edebiyatçılar… H.G. Wells-Rebecca West; Katherine Mansfield-John Middleton Murry; Kontes Elizabeth Von Arnim-John Francis Russell; Vanessa Bell-Clive Bell; Lady Ottoline Morrell-Philip Morrell; Radclyffe Hall-Lady Una Troubridge; Vera Brittain-George Gordon Catlin… Roiphe geleneklere meydan okuyarak tutkulu aşk deneyleri yapan kahramanlarını birer ‘devrimci’ sayıyor ve “Amaçları yeni ilişki biçimleri icat ederek farklı bir ahlak sistemi oluşturmaktı” diyor.

Seçtiği çiftler aşkın yaratıcı bir eylem olması gerektiğine, sanatçı titizliğiyle biçimlendirilebileceğine, dahası kıskançlık ve sahiplenme arzusu gibi duyguları mantığın yardımıyla kontrol edebileceklerine inanıyorlarmış.

Kağıt üstünde şahane! Ama işler umdukları gibi yürümüyor ve keder, gözyaşı, ihanet, kavga, gürültü, patırtı, kalpsizlik, zalimlik, suçlamalar ve pişmanlıklar gırla gidiyor…

Mesela Virginia Woolf’un “Çok yetenekliydi, öldüğüne üzülmedim” dediği Katherine Mansfield ile yayıncı kocası, ‘çocuk aşkı’ diye adlandırdıkları bir şeyin; kederi ve hayatın can sıkıcı maddi meselelerini ilişkilerinin dışında tutmanın peşindeymiş. Mümkün mü? Mansfield, 35’inde kırık bir kalple gitmiş. (Bir “alternatif tıp kurbanı” olarak ölümü de gayet” deneysel” olmuş, ama o ayrı bir hikaye.)

Virginia Woolf’un kızkardeşi Vanessa Bell’in, kocası Clive ve ikisinin de sevgilisi olan Duncan Grant’le aynı evin içinde kurduğu üçlü ilişki var sonra. Çok tuhaf! Kızı Angelina babasının Clive Bell olmadığını 17 yaşına geldiğinde öğrenmiş. Ve annesi tarafından bir deney tavşanı gibi görülmenin yarattığı hayal kırıklığıyla koşa koşa gidip Duncan Grant’in öteki sevgilisi ‘Bunny’, yani hakkı yenmiş bir edebiyatçı saydığım David Garnett’la evlenmiş. Haliyle annesini de, olası iki babasını da düğününe çağırmadığı gibi onlarla bir daha hayatı boyunca görüşmemiş.

Bilimkurgucu H.G. Wells genç sevgililerini karısıyla yaşadığı eve getirecek kadar cüretkârmış. Karısını, birbirlerinden hiçbir şey gizlemezlerse kimsenin yara bere almayacağına ikna etmiş. Kadının bu hakkaniyetsiz sözleşmeyi niçin kabullendiği meçhul. Çok incindiğini düşünüyorum.

D.H. Lawrence’ın ‘Lady Chatterley’in Âşığı’ romanına esin kaynağı olan Lady Ottoline Morrell ise önüne geleni yatağa attığı halde, politikacı kocasının minicik bir sadakatsizliğini öğrenince darmadağın olmuş.

Una Troubridge ve lezbiyen aşk hikayesi “The Well of Loneliness”in (Yalnızlık Kuyusu) yazarı Radclyffe Hall arasındaki ilişki de çok acayip. Hall bir erkek gibi giyiniyor ve topluluk içinde kendini hep Una’nın kocası olarak tanıtıyormuş. Onun Evgenya adlı bir Rus kadınla ilişkisi, Una’yı kelimenin tam anlamıyla yıkmış. Gerçi yıllarca acı çektikten, gözleri ağlamaktan kuruduktan sonra aldığı intikam da acı olmuş, çünkü “kocasının” ölümünden sonra, kendine “metres” olarak Evgenya’yı seçmiş.

Ne ürpertici! Bu ilişki deneyleri ya da “tamamlanmamış sanat eserleri” yürek burkucu. Hem o kadar da alışılmadık değil. İşin içinde “insan” var çünkü; insanın yaraları, zaafları, kusurları, hevesleri…

Başarısız olmuş bütün bu deneyleri yapan maceracıların içinde birer bilim insanı değil, yıkmaya, acı çekmeye, intikam almaya meyilli birer ruh var.

Yine de yargılayıcı olmak istemem, okuduklarım bir yanıyla büyüleyici bence. Çünkü soru sormak ve denemeyi göze almak, başkalarının ilişkileri üzerine ahkâm kesmekten çok daha iyi. Evet, insan kafasını bir şeye taktı mı takan, cevap bulmak için gerekirse hayatı kendine cehennem eden bir varlık, ama işte cennet de aramadan bulunmuyor ki!

En güzeli Katherine Mansfield’a kulak vermek: “Tehlike! İnsan elindekileri tehlikeye atabilmeli. O seslere, başkalarının ne düşündüğüne aldırmamalı. Zor olana cesaret ederek kendi adına hareket etmeli. Hakikatle yüzleşmeli.”

Gülenay Börekçi

Subscribe
Notify of

19 Comments
oldest
newest most voted
Inline Feedbacks
View all comments
Tolga
13 years ago

Çok güzel oluyor :-)

Melda
13 years ago

Harika :D

Deniz
13 years ago

En cok biz kadinlar arariz guvende hissetmeyi. Sonra en cok heyecani yine biz isteriz. Bir yanimiz huzur ararken br yanimiz aslinda en bilinmez sularda yuzmeyi sever. Iliskilerin karanlik yonu hem kadini hem erkegi ceker ama aslinda en cok erkekleri korkutur. Cesaret etmek her iki cinse mahsustur ama curetkarlik?

Deniz
13 years ago

Paul Simon ise cok sevdigim bir sarkisi olan ” Something So Right”da der ki: “Bazi insanlar seni seviyorum diyemez. Oyle cesur olmak tarzilari degildir. Ama soylemek icin bir cocuk gibi can atarlar” :)

Bazi seyler tehlikeye atilamadiklari icin biter, kimileri icin hic yasanmadan…

13 years ago

Kaçırmışım bu güzel yazıyı ben Gülenaycım, yeni fark ettim ve bittim şu lafa:

“Tehlike! İnsan elindekileri tehlikeye atabilmeli. O seslere, başkalarının ne düşündüğüne aldırmamalı. Zor olana cesaret ederek kendi adına hareket etmeli. Hakikatle yüzleşmeli.”

Vaktiyle elimdeki herşeyi tehlikeye atmış biri olarak söylüyorum ki, bazen tehlikeye attığınızdan daha güzelini elde edebilirsiniz… biraz cesaret bazen ödüllendirilir, risk almazsanız hep elinizdekiyle yetinmek zorunda kalırsınız.

Ne güzel demişsin Gülenay, “cennet de aramadan bulunmuyor ki! “

13 years ago

Çok güzelmiş. Ne kadar da doğru.
Cesaret edenlerin ve risk alanların “aradıkları cenneti bulması” dileğiyle :)

Eylül
12 years ago

Daha önce sizi okumamış olmama üzülürken bu fırsatı bulduğuma seviniyorum.. çok güzel bir ‘aşk hikayelerinden kesitler’ harmanıydı.. dünya döndükçe var olacak ama çözülemeyecek, esrarengiz, bir o kadar da çekici, yaşanası bir duygu aşk..

Ertuğrul
9 years ago

Yorumlar da yazıyı pekiştirmiş…Harika.
Neden ben üç yıl sonra okuyorum :)

8 years ago

Kitabı D&R bulamadıgım gibi internette de göremedim. Siz ingilizcesini mi okudunuz Gülenay Börekci ?

8 years ago

Tesekkur ederim???