Egoist okur

Egoist Okur: “Şahsi tercihlerimin peşine takılarak okumaktan güzel şey yok”

Egoist Okur dolayısıyla benimle bir röportaj yapan Deniz Yalım Kadıoğlu Boğaziçi Üniversitesi İşletme Bölümü mezunu. Üniversite döneminden itibaren çeşitli dergi ve  internet sitelerinin editör ve yazar kadrosunda yer aldı. Öyküleri, Notos Edebiyat’ta ve altZine’de yayımlandı. Fransa’da yaşıyor, öykülerin yanı sıra süreli yayınlar için çeşitli konularda yazmayı sürdürüyor. Yolculuk dergisi de bunlardan biri. Bu ay, “Blog Arkası” sayfaları aracılığıyla Deniz’le ve Yolculuk dergisiyle tanıştığım için mutluyum…

Gülenay Börekçi

Egoist Okur’un ilk röportajı Yolculuk dergisinde

Ona bir gün internette gezerken rastladım. Bir yazar en fazla kaç roman yazmalıymış… Her kadın gizlice prenses olmaya hazırlanırmış… Oscar ödüllü oyuncu Colin Firth’ün meğer öyküleri de varmış… Bir başlıktan ötekine geçerken zamanı unuttum. Yazarların ufak tefek rahatsızlıklarını ilk kez egoistokur.com’dan duydum. Bir de kolumuza takip hava atabileceğimiz şık mı şık “çanta kitap”ların varlığını…

Güzel bir şarkı duyarsınız, bir öykü çıkar karşınıza ya da yıllardır oturduğunuz şehrin şirin bir sokağını keşfedersiniz. Hoş bir tat kalır damağınızda, hayatınıza yeni bir renk girer, başkaları da bilsin istersiniz. Egoist Okur’un dünyasına girdiğimde hem bunları hissettim, hem de blog arkasında kim var, merak ettim.

Blog sahibi Gülenay Börekçi daha önce Amica, Biba, Cosmolife, Picus, Brunch ve Akşam Kitap gibi dergilerde yönetici olarak çalışmış. Şu anda da Habertürk’ün hafta sonu eklerinde muhabirlik yapıyor. İngiliz ve Amerikan edebiyatı okumuş. “En sevdiğim işin yazmak olduğunu 20’lerimin sonunda keşfettim” diyor. Ben de diyorum ki, “Keşke herkes en sevdiği işi yapabilse şu dünyada.”

Öncelikle isimden yola çıkmak istiyorum. Neden egoist bu okur?

Yaygın kanının aksine, hayatta en çok yaptığımız şey okumak. Gözümüzü açtığımız ilk andan uyumadan hemen öncesine kadar hep bir şeyler okuyoruz; harfler, işaretler, rüyalar, ruh halleri… Kahvaltıda içtiğimiz sütün yağlı mı yağsız mı olduğuna bakıyoruz, vapur saatlerine, gazete manşetlerine, dergilere, reklam panolarına, tweet’lerimize, facebook iletilerimize göz atıyoruz, e-postalarımızı cevaplıyoruz… Rimel mi alacağız; önce kutusunu okuyoruz. Lokantaya mı gittik, ne yiyeceğimize karar vermek için menüyü istiyoruz. Kahve falı bakarken bile, aslında okuyoruz. Siteyi okumanın daha egoistçe ama zevkli biçimleri de olduğunu kendime ve başkalarına hatırlatmak için yaptım. Kimseye aldırmadan sadece kendini düşünerek, mecburiyetlerini unutarak, şahsi tercihlerinin peşine takılarak okumaktan güzel şey yok… “Canım öyle istediği için”, çoğu zaman, özellikle de bir kitabı okurken ve severken tek doğru cevaptır. En sevdiğiniz yazarın yeni romanını alınca her şeyi erteleyerek eve koşmak isteyenlerdenseniz, beni anlarsınız. Bir sebebim daha var, siteye isim ararken efsanevi edebiyat dergisi The Egoist’ten de esinlendim. Feminizmin öncülerinden Dora Marsden’ın çıkardığı derginin adını Ezra Pound koymuş, çok önemli bazı edebiyat yapıtları da, mesela James Joyce’un A Portrait of the Artist as a Young Man’i, T.S. Eliot’ın The Love Song of J. Alfred Prufrock’ı ilk kez orada yayınlanmış. Kim bilir, belki de bütün bu sevdiğim yazar ve şairlerin siteye uğurlu geleceğini düşünmüşümdür…

Egoist Okur cıvıl cıvıl, eğlenceli, sürprizli… Bir yandan blog sahibinin yaşamına keyif katan ayrıntılarla sanki her telden çalan bir havası var, diğer yandan içeriğin kalitesini asıl bu ayrıntılar veriyor. Bu, sizin de hedeflediğiniz bir denge miydi?

Filmler, müzik, güzel nesneler, ilginç karakterler; Egoist Okur’da hepsine yer var. Siteyi cıvıl cıvıl, eğlenceli, sürprizli bulmanıza çok sevindim, bunlar edebiyat dünyasında biraz uzak durulan, neredeyse ürkülen kelimeler. İnternetteki kitap siteleri de ya fazlasıyla boş ve manasız, ya da düpedüz yorucu. Sanki edebiyat tekdüze, ruhsuz, heyecansız, ateşsiz bir şeymiş gibi… Reklam almak arzusuyla popüler ama kötü kitaplara bolca yer veren siteler de var. Size egoistçe gelebilir ama ben Egoist Okur’a zevk almayacağım hiçbir şeyi koymamaya kararlıyım.

Sanki yavaş yavaş bir dergi yapısına kavuşuyor…

Başlangıçta ben sadece yazılarımı ve röportajlarımı koyacağım bir site yapmak istemiştim, araya çeşitli kitap notları da ekleyecek, böylece bir çeşit okuma günlüğü oluşturacaktım. Sonra Picus’u yaptığım dönemden beri birlikte çalıştığımız arkadaşım Tolga Meriç de yazıları ve röportajlarıyla siteye katkıda bulunmak istedi. Gerisi kendiliğinden geldi. Usta edebiyatçı Leyla Erbil’in kısacık bir görüşle de olsa siteye katkıda bulunması, benim için ilk büyük mutluluktu. Şimdi siteye yazarlar ve edebiyatçıların yanı sıra, bazıları zaten arkadaşım olan Egoist Okur takipçileri de yazmaya başladı. Dergiye benzemesi doğal aslında. Zira dergicilik hayatta en iyi yaptığım iş. Çalıştığım dergiler bir yana, Amica, Biba, Picus, Brunch, Akşam Kitap gibi birçok dergiyi yönettim. İlk dergisini ilkokul beşteyken yaratmış, üstelik bu işten birkaç kitap ve şekerleme alacak kadar para kazanabilmiş biriyim sonuçta.

Dergicilik/gazetecilik deneyimlerinizle kıyasladığınızda blogların okurla ilişkisini nasıl değerlendiriyorsunuz?

İnternette tuhaf bir etkileşim var, benim pek alışık olmadığım türden… Biz gazeteciler yazıyı yazarız, en erken ertesi hafta hatta bazen ertesi ay çıkar o yazı. Okura ulaşması da belli bir zaman alır. Egoist Okur’daysa yazıları yazar yazmaz ekliyorum, yayınlanır yayınlanmaz da e-postalar, mesajlar gelmeye başlıyor. Bu müthiş bir şey.

Soruyu bir de şu açıdan sorsak: Blog için yazmakla basılı/süreli bir yayın için yazmak arasındaki fark nedir?

Niçin daha önce yapmadım bu siteyi diye üzülmenin manası yok, farkındayım ama hissttiğim şey tam olarak bu. Bloga yazmak çok daha zevkli, çok daha zihin açıcı. Bir kere Egoist Okur’un reklam almak gibi bir derdi yok, dolayısıyla iki günde bir reklam departmanındakilerle boğuşmaya gerek kalmıyor. Hızlı davranıp herkese fark atma derdi de yok. Bir kitap altı ay hatta altı yıl önce çıkmış olabilir, fakat ben onu yeni okuduysam ve sevdiysem eğer, yazarıyla röportaj yapabilir, üzerine yazı yazabilirim. İçine kitapta sözü edilen bir filmden parçalar ekleyebilirim, o kitaba dair bir şarkı yapılmışsa okura onu dinletebilirim, yapılacak şeyler sınırsız. Bir de fark etmişsinizdir, ben sitenin görselliğine de zaman harcıyorum, oradaki kolajları, artwork’leri, efektleri hazırlarken nasıl eğlendiğimi size anlatamam.

Egoist Okur’a sormadan geçemeyeceğim bir soru: Nasıl okumamalı?

Bir kuralı yok bence. Romancı Daniel Pennac, “Okurun Hakları” başlıklı bir bildirge kaleme almış ve şu maddeleri sıralamıştı: 1. Okumama hakkı 2. Sayfa atlama hakkı 3. Bir kitabı bitirmeme hakkı 4. Tekrar okuma hakkı 5. Canının istediğini okuma hakkı 6. Bovarizm hakkı 7. Canının istediği yerde okuma hakkı 8. Çöplenme hakkı 9. Yüksek sesle okuma hakkı 10. Susma hakkı… Şahsen bütün bu haklardan doya doya yararlanıyorum. Mesela bir kitabı birkaç sayfa okuyup sevmemişsem gönül rahatlığıyla yarım bırakırım, sevdiğim kitaplara tekrar tekrar dönerim. Küçükken geceleri yorgan altında el feneriyle gizli gizli kitap okuduğum olurdu, büyümenin iyi yanlarından biri de şu: Dilediğin saatte okuyabiliyorsun.

Başucu kitaplarınız neler?

Çok orijinal şeyler söyleyemem. İngiliz romanı severim, listem Henry Fielding’den Charles Dickens’a, Emily Bronte’den James Joyce’a uzar gider. Bunun dışında Kafka ve Proust’a en büyük haksızlığı onları övmek isterken sıkıcı gösteren eleştirmenlerin yaptığını düşünürüm. Oscar Wilde’ın masumiyetini, Flaubert’in zekasını, Nabokov’un hainliğini severim. Lolita’yı ilk okuduğumda dünyam değişmişti. Alice in Wonderland’in aklıma gelebilecek her soruyu sormuş, hatta ben henüz hepsini keşfedememişsem de bütün cevapları vermiş bir kitap olduğuna inanırım. Şairlerim, Dante, Donne, Shakespeare ve Eliot… Çok mutsuzsam Anita Loos’un Erkekler Sarışınları Sever romanını ya da John Irving’in Garp’a Göre Dünya’sını okurum. Erica Jong’a, Peter Straub’a ve Thomas Harris’e bayılırım. Orhan Pamuk okumaktan hiç sıkılmam. Ve evet, tabii, hayalet hikayeleri ve peri masalları okumaktan hiç vazgeçemem.

Deniz Yalım Kadıoğlu, Yolculuk Dergisi

Subscribe
Notify of

4 Comments
oldest
newest most voted
Inline Feedbacks
View all comments
şükriye
13 years ago

Teşekkür ederim kendim adıma. Yazılarınla ruhunun kapısını açtığın için. Yıllarla beraber her zaman güzel işlere imza attığın için. Seni tanıma onurunu bana verdiğin için… MUCCUK

Dilek V.T.
13 years ago

Siteyi ve seni anlatabilen çok güzel bir röportaj olmuş :)

Bu arada okur haklarına bayıldım… Ne güzel söylemiş Daniel Pennac.