Egoist okur

Arnaldur Indridason: “Yazarlığı Hitchcock filmlerini seyrederek öğrendim”

Geçtiğimiz yıllarda birçok önemli ödül kazanan ve Guardian gazetesinin halihazırda var olan en iyi 10 polisiye yazardan biri saydığı İzlandalı Arnaldur Indridason‘ın kitapları bizde de Doğan Kitap etiketiyle yayınlanmaya başladı. Ben de yazara hiç suç işlenmeyen, hatta cinayet olaylarına rastlanmayan bir yerde yaşayıp suç ve kötülük üzerine yazmanın nasıl bir şey olduğunu sordum. Arada alışılmadık bir yazarlık dersi de aldım ondan. Eski bir sinema eleştirmeni olan Indradason, polisiye yazarlığını Alfred Hitchcock filmlerini tekrar tekrar seyrederek öğrendiğini anlattı.

“En büyük kötülükler ailede ortaya çıkıyor, en büyük şiddeti en sevdiklerimize uyguluyoruz”

Cinayet işlenmeyen ve soygun yapılmayan bir ülkede yaşayıp da polisiye yazmak nasıl bir şey?

Atlantik Okyanusu’nun tam ortasında iklimi sürekli değişen bir adada yaşamanın birçok avantajı var. Burada tabiat çok canlı, sürekli depremler ve yanardağ patlamaları oluyor. Kışın geceler, yazın günler uzun mu uzun. Hava temiz, manzara güzel. Dolayısıyla bir yazarın ixşini kolaylaştıracak büyük çelişkiler her an her yerde. Eleştirmenlerden bazıları İzlanda ve Reykjavik’in değişken ikliminin karakterlerimin ruh hallerine de aynen aksettiğini söylüyor. Haklı olabilir, kahramanım Müfettiş Erlandur, karanlık ve soğuk havalarda kendini daha iyi hissediyor mesela. Öte yandan hikayedeki karakterlerin, olayların geçtiği yerden daha önemli olduğuna inanıyorum.

İngiltere’nin en önemli polisiye edebiyat ödülü olan Altın Hançer’i kazandınız. Fakat kazanmanızın hemen akabinde katılım koşullarını değiştirdiler. Artık yarışmada İngiliz yazarlar ve yabancı yazarlar için iki ayrı kategori var. Bu size ne hisesttirdi?

Altın Hançer, en büyük polisiye roman ödülü. Kazandığımda çok mutlu olmuştum. Romanlarımın daha çok kişi tarafından okunmasını sağladığı için müteşekkirim. Fakat ben kazandıktan sonra katılma şartlarını değiştirdiler ve sadece İngiliz yazarlar arasında düzenlenen bir yarışma haline geldi. Sanırım yabancı bir yazarın bu ödülü ilk ve tek kazanışıydı.

Niçin polisiyeyi seçtiniz?

Bana daha eğlenceli, daha zevkli geldi. Ayrıca suç ve ceza öyle müthiş kavramlar ki onlar aracılığıyla eşsiz karakter çözümlemeleri yapabiliyorsunuz. Evet, evet, ben karakter saplantısı olan bir yazarım.

Sizce biz insanlar niye seviyoruz polisiye okumayı?

Bize tek bir hikaye çerçevesinde tüm bir insanlık halini sunuyorlar. Ayrıca toplumun farklı kesimlerinden insanların kriz karşısında nasıl tepki verdiklerini gösterdikleri için bence birçok edebiyat yapıtına göre daha gerçekçi sayılırlar. Okur olarak sırları araştırıp üzerlerindeki örtüleri teker teker kaldırdıkça, varoluşumuza dair bilgiler de ediniyorsunuz.

Romancı olmadan önce film eleştirmeniymişsiniz ve Alfred Hitchcock’a hayranmışsınız. Polisiye yazmayı seçmenizde bunun etkisi oldu mu?

Kesinlikle. Sinemaya uygun bir anlatımım olduğunu söylüyorlar, bu da doğal. Hitchcock’un çektiği bütün o şahane filmleri defalarca seyrettikten sonra iyi bir öyküyü nasıl anlatmak gerektiğini kim olsa öğrenirdi. Bu bakımdan beni Hitchcock yazar yaptı diyebiliriz.

Erlendur’u biraz daha iyi anlayabilmek için yazıyorum demişsiniz. Kahramanınızı anlatır mısınız?

Bildiğimiz öteki dedektiflerin hiçbirine benzememesini istemiştim. Bir de İzlanda toplumu ve tarihiyle derin bağlar taşımalıydı. Erlendur taşralı ama Reykjavík’de oturuyor ve şehir hayatından nefret ediyor. Yalnızlığı seviyor ve çeşitli sebeplerden ötürü adeta geçmişte yaşıyor. Özel hayatı tam anlamıyla çıkmazda. Öte yandan empati duygusu yüksek bir adam. Kayıp vakalarında özellikle duyarlı. İzlanda’nın tabiatından ötürü bizler kayıp vakalarına alışkınız aslında. Çocukken abisinin ölmesine yol açan korkunç bir hadiseden sağ çıkmış ve bu olayı hiç unutamamış. Durun, bu tarif bitmez, çünkü her romanla onu biraz daha yakından tanıyor, hakkında bilmediğimiz yeni şeyler öğreniyoruz. Mesela oğlu ve kızıyla ilişkilerini, eski karısıyla arasında geçenleri ve erkek kardeşinin tam olarak ne şekilde öldüğünü…

Size göre kötülük nedir, bir tarifiniz var mı?

Romanlarım aslında sıradan insanların trajedilerini anlatıyor. Negatif ve pozitif yanlarıyla aile ilişkileri beni çok ilgilendiriyor mesela. Şiddeti her ne sebeple olursa olsun kabul edemiyorum. Bence en büyük kötülükler ailelerde ortaya çıkıyor, en sevdiklerimize uyguluyoruz en büyük şiddeti. Romanlarımın bir mesajı varsa eğer o da şudur: Lütfen çocuklarınıza şefkat gösterin.

Her yerde yazabilir misiniz? Yazarken sükunete ihtiyaç duyar mısınız?

Evde çalışıyorum ve sabah erken saatlerde yazmaya başlıyor, öğleden sonra bırakıyorum. Etrafta gürültü olup olmaması umurumda olmuyor. Bu sanırım gazetecilik yıllarımdan kalma bir alışkanlık, gazeteler kalabalık ve gürültülü yerlerdir. Yeni insanlarla tanışmak, farklı yerler görmek bazen hoşuma gitse de artık seyahat etmek bana yorucu geliyor. Bir süredir hiçbir yere gitmiyorum.

Yazma sırlarınızı merak eden genç okurlara ne tavsiye edersiniz?

Yazdığınız her şey önce sizi şaşırtsın. Ama yazmanın oyun değil, iş olduğunu asla unutmayın.

Gülenay Börekçi

Subscribe
Notify of

0 Comments
Inline Feedbacks
View all comments