Egoist okur

İstanbul’un köpekleri ve geçmişin gölgesi…

İstanbul’un Köpekleri adlı kitap II. Meşrutiyet’in ilanıyla başlayan Batılılaşma hareketleri çerçevesinde Sivriada’ya sürülen ve dönemin zihniyet çekişmelerinin en önemli figürlerinden biri olan sokak köpeklerinin itlaf serüvenine, Batı’daki benzer örneklerine ve İstanbul Himaye-i Hayvanat  Cemiyeti’nin kuruluşundan Evrensel Hayvan Hakları Beyannamesi’nin kabulüne kadar Türkiye’de “hayvan” hakları kavramına tarihsel ve antropolojik bir bakış sunuyor.

Okuma tavsiyesi

İstanbul’un Köpekleri, Catherine Pinguet

İstanbul’un köpekleri ve geçmişin gölgesi…

Önce sigarayı atacak gibi oldum. Sonra yetişecek bir yerim olmadığını hatırladım. Bir banka oturup çantamdaki bir sürü kablonun arasından kitabımı çıkardım. Telefonun şarjı, telefonun kulaklığı, iPad’in şarjı, bilgisayarın şarjı.

Bu kadar kablo bana fazla diye düşündüm.

Bu kadar gri bina.

Bu kadar metro.

Bu kadar ses.

Aramaların, maillerin, mesajların, Whatsapp’ın, Facebook’un sesi. Her şeye ses çıkarırsan iki gün şarjın dayanmaz tabii dedim. Beşinci kattan düşüp de bir şey olmayan 3310’umu hatırladım özlemle. Beşinci kattaki o döküntü evimi sonra. O evdeki hafif hallerimi. İnsan kendini de geriye alabilse. Kendini de şarj edebilse.

Belki de kendimi şarj edebilmek için kitap okuyorumdur.

İstanbul’un Köpekleri diye bir kitap okuyorum şimdi.

Kitap 1910 yılında II. Abdülhamid’in tahttan indirilip Jön Türklerin başa geçmesinden bir yıl sonra İstanbul’daki sokak köpeklerinin kökünün kazınmasına karar verilmesi ile başlıyor. Yüzlerce köpek kafeslere kapatılıp Sivriada’ya götürülüyor. Ölüme terk ediliyor. Fotoğraflar içler acısı.

Üstelik köpeklerin itlafı için adaya terk etme fikri de ilk değilmiş. Abdülaziz zamanında da denenmiş ama arkasından şehirde büyük bir yangın çıkınca ahali Allah’ın gazabı işte, köpeklere yapılanlar yüzünden demiş.

Zamanın İstanbul şehremini İttihatçı Cemil Topuzlu’ya göre 1910’daki itlafta ortadan kaldırılan köpek sayısı otuz binmiş.

Oturdum ağlamaya başladım. Kendime mi ağladım, benden yüz yıl önce öldürülen köpeklere mi ağladım bilmiyorum. İnsanın ağlayası olunca bahane bulmak zor değildir bizim memlekette. Hiç görmediğiniz köpeklere, ağaçlara, çocuklara, kadınlara, toprağın altında kalan tarihe ağlayabilirsiniz. Hüznünüz utançtan öte bir şey olmaz zaten. Anca ağlarsınız, anca başkalarının yerine utanırsınız.

Kendimle ilgili o kadar çok öfkem var ki pek çok şeyi sevmeyi sonradan öğrendim ben. Hayvanlar ve bitkiler de dahil. Taş seviyorum ben, kitap seviyorum. Denize uzaktan bakmayı, çocukları seyretmeyi. Bazı insanlar oyuncu değil, seyircidir, ben onlardan biriyim. Hayvanlarla ilişkim de sevmekten ziyade zarar vermemek ilkesi üzerine kuruluydu hep. Uzun süre vejetaryen olmamın nedeni de buydu; dünyaya olabildiğince az zarar vermek…

Gri çirkin binaların olduğu herhangi bir metro istasyonunda bir sigara daha yaktım. Bir metro daha gitti. Dört dakika sonra birisi daha gelir dedim. İnsanın kendine üzülecek bir dört dakikası olabilir. Ya da bazen olamaz karar veremedim.

Kitap İstanbul tarihindeki köpek itlaflarını anlattıktan sonra farklı inanç ve kültürlerde köpeğin yerini anlatıyor. Eski Yunan’da şifa tapınaklarında Sağlık Tanrısı Asklepios, rüyalarında hastalara yılan ya da köpeğe dönüşerek görünür ve yaralarını yalayarak iyileştirirmiş. Önce rüyalarla ilgili yeni bir şey öğrendiğime sevindim sonra hala tezimi bitiremediğimi hatırlayıp üzüldüm. Daha sonra ise psikologumun daha öncelikli dertlerim varken diğerleri için endişelenmeyi şimdilik ertelememi istediğini hatırlayıp konuyu değiştirmeye çalıştım.

Bir metro istasyonunda kendi kendimle konuşup, kendimden konuyu değiştirmesini rica ediyorum. Aferin.

Bizans ikonografisinde de Aziz Khristophoros bazen köpek başlı olarak tasvir edilirmiş. Buna dair İstanbul’da kalan tek örnek Boğaz’ın Anadolu yakasında sundurması yol çalışmasına kurban gitmiş bir kilisedeymiş. Hangisi acaba? Kitapta yazmıyor. Bir süre bunu merak edeyim dedim. Neyse ki merak edecek şeyler bitmiyor. Bu gelen metroya bineyim artık.

Arzu Akgün

Subscribe
Notify of

1 Comment
oldest
newest most voted
Inline Feedbacks
View all comments
sadık abdullah
9 years ago

Bu kadar kablo bana fazla diye düşündüm.
Bu kadar gri bina.
Bu kadar metro.
Bu kadar ses.

15 milyon insanın bir şehirde yaşaması fıtrata aykırı iken herhangi bir ulvi düşüncenin tecrübe edilebilmesi epey zor…