Egoist okur

Kadınlar için karanlık zamanlar mı?

T.C. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’na bağlı KSGM (Kadın Statüsü Genel Müdürlüğü) verilerine göre, 2011-2013 arasında şiddete uğramış kadınların yüzde 92.5’u aile içi şiddet mağduru.

Kadına yönelik şiddetle ilgili verilere baktığımızda sadece bizde değil, dünyada da ürkütücü rakamlar çıkıyor karşımıza. Acaba gerçekten öyle mi, yoksa bütün bu karanlık aslında ataerkil düzenin ciddi şekilde sarsıldığının ve kadınların hızla güç kazandığının göstergesi olabilir mi? Kendi adıma söylersem, yaşadığımız zamanlar “Kadınlar için karanlık zamanlar” olabilir gerçekten ama esas korkan sanki erkekler…

Öğrenmek için farklı alanlardan beş feminist kadınla, kadın hakları ve şiddet konusunu konuştum…

 

Ayşe Düzkan: “Mutlu aile fotoğraflarında şiddet, sömürü, mutsuzluk var”

Berrin Sönmez: “Kimse masum değil; hepimiz kadına şiddetin ortağıyız”

Aksu Bora: “Kadınların skandala değil, güçlenmeye ihtiyaçları var”

Seray Şahiner: “Devlet bize belalı eski kocamız gibi davranıyor”

Gaye Cön Şakar: “Rolleri ellerinden alınan erkekler şiddete başvuruyor”

Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü’nde olanlar

25 Kasım, “Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü”ydü. Bu sebeple o gün ve sonrasında tüm hafta boyunca toplantılar, seminerler, yürüyüşler düzenlendi, mesele çokça konuşuldu, tartışıldı, özetle her kesimden feminist kadınlar hem itirazlarını dile getirdi hem de çözüm önerilerini paylaştı.

Birinci gündem maddesi kadına yönelik şiddet ve kadın ölümleri gibi görünüyordu. Fakat elbette memleketimizde kadınların bunlar dışında da büyük sorunları vardı. Kadın hakları aktivisti Gaye Cön Şakar bunları şöyle sıraladı:

“Tacizlerin, tecavüzlerin artması. Trans cinayetleri. Genel ve yerel yönetimlerde, karar mekanizmalarında kadınlara yer olmaması. İstihdam meselesi. Kız çocuklarının okula gönderilmemesi. Geleneksel yapıların iktidar eliyle daha da keskinleştirilmesi. Kadınların evde sadece çocuklara bakmaktan ve ev işlerinden sorumlu sayılması, eve kapatılması. Kadın varlığının ‘namus’ kavramına kilitlenmesi. Uygulayıcıların yasaları çoğunlukla erkek lehine uygulaması ya da zaten yasaları yeteri kadar bilmemesi.”

İnsanı umutsuzluğa sürekleyen kabarık bir liste, değil mi?

Psikolojik ve duygusal şiddet de suç

Kısa bir süre önce İngiliz gazetesi Guardian’da çıkan yazıyı hatırlayınca umutsuzluğum iki katına çıkıyor. “Kadınlar için karanlık zamanlar” başlıklı yazıda, kadına yönelik şiddetin tüm dünyada hatta gelişmiş ülkelerde bile ürpertici boyutlara ulaştığını belirtiliyor. Başka önemli bilgiler de var: 15-44 yaşlarındaki kadınların tecavüz ve aile içi şiddetten ölme riski; kanser, araba kazası ve bulaşıcı hastalıklardan ölme riskinden çok fazla. Aile içi şiddet hadiselerinde ölenler, savaşlarda ve küresel çatışmalarda ölenlerin tam iki katını oluşturuyor.

Verilen bir bilgi de, kadınların erkek partnerleri tarafından fiziksel, maddi, psikolojik, cinsel ve duygusal olarak tacize uğratılması anlamına gelen “coercive control” (cebri kontrol) teriminin ilk kez hukuk sözlüklerinde yerini alması ve suç olarak kabul edilmesi.

Tamam, bu sonuncusu aslında çok iyi bir şey. Feminist Amargi Dergisi ve Ayizi Yayınevi’nden Aksu Bora, “Bu terimin hukuk sözlüklerine girmesi bize aslında şiddetin değil, şiddetle mücadelenin arttığını, dahası şiddetin örtük biçimlerinin de hukuk gözünde tanınmaya başladığını gösteriyor” diyor.

Açıkçası, bu dosyayı hazırlarken fikrini aldığım kadın hakları aktivistlerinin çoğu da Bora’yla aynı fikirdeydi. Şiddetin arttığı doğruydu ama bu, kadınların güçsüzleşmesiyle değil tam aksi güçlenmeye başlamasıyla, ayrıca ataerkil düzenin ciddi sarsılmasıyla alakalıydı. Gazeteci Ayşe Düzkan biraz daha ileri giderek, bütün bu negatif tablo içinde sevineceğimiz bir yan bulabileceğimizi söyledi: “Gecenin en karanlık ânı, gün doğmadan hemen öncesidir derler ya; işte biz oradayız ve bu büyük çatışmadan mutlaka bir yere varacağız.”

Müslüman feministler ne diyor?

İtiraf edeyim, konuştuğum kişilerin hepsinde “yolumuz uzun” vurgusunu hissettim. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 25 Kasım konuşması tam bu sırada geldi. “Bu meselede en önemli kriter olarak eşitlikten ziyade eşdeğer kavramını, adalet kavramını görmek zorundayız” diyordu. Bu gayet makul görünen cümlenin ardından kadının kırılganlığından, narin yapısından söz etmese iyiydi tabii, çünkü dindar feminist Berrin Sönmez’in de dediği gibi, Erdoğan’ın konuşmasında kadının güçsüzlüğünü vurgulayan, onu salt anneliğe indirgeyen bir ton gizliydi. Cumhurbaşkanı, Twitter’da bir ara epey yaygınlaşan #lifeofamuslimfeminist (Müslüman bir feministin hayatı) hashtag’inin altına yazılanları haklı çıkarmak istiyordu adeta. (Kaynak: HKubra)

Orada bir Müslüman feminist şöyle diyordu: “Müslüman kadınlar olarak Müslüman toplumlarda ve topluluklarda gördüğümüz haksızlıklardan bahsederek ‘kadın hakları’ vurgusu yaptığımızda bize hep ‘İslam’da kadın hakları zaten var’ argümanıyla itiraz ediliyor.”

Bir diğeriyse şöyle yazıyordu: “Müslüman erkekler, İslam’ın 1400 sene önce zulümle ve kız çocuklarının öldürülmesiyle mücade etmesinden gurur duyuyor, fakat kadın hakları konusunda bugün suskun kalıyorlar.”

Böylece ben de farklı alanlardan beş feminist kadınla, kadın hakları ve şiddet konusunda bugün durduğumuz yeri konuştum. En yukarıdaki linklerden anlattıklarını okuyabilirsiniz.

Gülenay Börekçi

Subscribe
Notify of

0 Comments
Inline Feedbacks
View all comments