Egoist okur

Alys, ruhyiyiciler ve karanlık bir peri masalı

“Seni canavarlıkla suçlayanlar arasında kendi haklılığından en fazla emin olanlar, aslında en korkutucu canavarlardır…”

Ünlü yazarların editörü Peternelle van Arsdale’in ilk romanı “Mahluk da Orrman’a Ait” karanlık bir peri masalı. Genç Yetişkin kategorisindeki kitap ünlü yönetmen Ridley Scott’ın ilgisini çekti, yakında sinema uyarlamasını da izleyeceğiz.

Ben romanı çok sevdim. Tek sevmediğim yanı açıkçası Türkçe yayıncının seçtiği ad oldu. Neden “Mahluk da Orrmana Ait” gibi sevimsiz bir isimle çıkmayı tercih ettiklerini açıkçası merak ettim. (“The beast” kelimesinin İngilizce’deki çağrışımlarını “mahluk” kelimesine indirgemek zaten hatalı.)

Ormanın en karanlık yerinde buluşalım

Sürprizli romanların konularını anlatmayı sevmiyorum, o yüzden atlaya atlaya geçeceğim… Babaları tarafından ormana terk edilen iki küçük kız kardeş önce yavaş yavaş yediklerinden, sonra da artık hayattan tat almamaya başlar. Esasında aç oldukları şey başkadır: İnsan ruhunun özlemini çekiyorlardır. İnsanları korkutarak öldürüp onların korkularının kokusuyla beslenir, sonunda da birer ruh yiyiciye dönüşürler. Korku ve şüphe dolu her ruh onlar için ziyafettir. Ve sadece kötülüğü bilmeyen, kimseye kötülük etmemiş çocuklara dokunmazlar.

Hikayenin kahramanıysa, bilinmeyene duydukları korku yüzünden kasabalarının etrafına duvarlar örerek tabiatla aralarındaki bağı koparan insanların arasında yaşayan küçük Alys’tir. Ruh yiyicilerin ara sıra dokunduğu, konuştuğu ama zarar vermediği, daha da tuhafı herkesin hayaliyle bile ürperdiği Mahluk’u görüp ondan korkmamış, kaçmamış tek kişi. Kötü gibi, ama aynı zamanda değil sanki. Peki ama neden?

Peternelle van Arsdale’in yakında yapımcılığını Ridley Scott’ın üstlendiği Amazon Studios etiketli bir filme dönüşecek romanı “The Beast is Animal” (Bu ad, eski bir çocuk tekerlemesinden geliyor) insanın akıl almaz kötülük kabiliyetini ve doğasının tuhaf işleyişini anlatan modern bir peri masalı. Yer yer Amerika’nın karanlık çağlarına gönderme yapıyor ve yüzlerce yıl önce akıl almaz sayıda kişinin öldürülmesiyle sonlanan o ürkütücü cadı avını hatırlatıyor. Ben çok sevdim. Tek sevmediğim yanı açıkçası Türkçe yayıncının seçtiği ad oldu. Neden “Mahluk da Orrmana Ait” gibi sevimsiz bir isimle çıkmayı tercih ettiklerini açıkçası merak ettim. (“The beast” kelimesinin İngilizce’deki çağrışımlarını “mahluk” kelimesine indirgemek zaten hatalı.)

Bu arada bir ek bilgi: Peternelle’in esas işi editörlük. Yıllarca başkalarının kusurlu yazılarını, hikayelerini ve berbat cümlelerini düzelttikten, kötü romanları adam ettikten sonra, daha az stresli bir alana kaymaya ve kendi romanlarını yazmaya karar vermiş. Sonuç: Büyük başarı! Ve bana sorarsanız, örnek almaya değer bir seçim.

İzin verirseniz şimdi Peternelle’in neden romanlarında peri masallarından ilham aldığını anlattığı bir yazısını alıyorum aşağıya, biraz kısaltarak…

‘Aydınlık peri masalı yoktur’

Ne tür romanlar yazdığımı sorduklarında, “Masal yazıyorum” diyorum, “Karanlık peri masalları.” Burada “karanlık” kelimesi aslında tamamen gereksiz, çünkü peri masalları hafif ve aydınlık olmazlar. Hele Grimm Kardeşler’in Almanya’yı kasaba kasaba gezerek derlediği peri masalları… Kuşkusuz eğlenceliler. Ara ara öğretici oldukları da söylenebilir. Ama hafif? Aydınlık? Romantik? Asla! Grimmler’in bütün masalları ağır bir keder yükü taşır. Peri masallarında kız çocuklar ve kadınlar hep ilk vazgeçilenler, ilk terk edilenlerdir. “Güzel ve Çirkin”i düşünün; Güzel, babası tarafından Çirkin’e verilmez mi? Adam düpedüz kendi canını kurtarmak için kızını bir canavarla yaşamaya gönderir. Tamam, masal mutlu biter ama babanın yaptığı o korkunç şeyi hangi mutluluk unutturabilir? Mutluluğun masallarda bir bedeli vardır: Karakterlerin ya olağanüstü güzel ya da sınırsız iyi kalpli olmaları gerekir. Yahut da ustalıkla kandırabilmeleri… Yoksa beladan kurtulamazlar.

Beni en çok ilgilendiren tam da işte bu kandırabilenler, yani hilekârlar. Klasik peri masalları hep böyle gri alanlarla, ahlaki belirsizlik bölgeleriyle doludur. Ve dikkatli bakıldığında bu masallarda zafer genellikle iyiliğin değil, ihanetin olur. “Hansel ve Gretel”e bakalım; anneyle baba çocuklarını açlıktan ölsünler diye ormana gönderirler. Sonrası malum: Çocuklar kötü kalpli cadının evine sığınır, daha sonra da onu öldürürler. Kimseyi yargılamıyorum, hayatta kalmaları gerekiyordu ama sonuç olarak öl-dü-re-bil-diler. Ardından cadının hazinesini alarak, kendilerini ormanda ölüme terk eden ailelerine döndüler. Görüyor musunuz, peri masallarındaki dünya hiç de o kadar aydınlık sayılmaz. Dahası, terk edilmek, ölüm, açlık ve cadılarla dolu bu dünya bize korktuğumuzda ne kötü şeyler yapabildiğimizi gösteriyor.

Kendi peri masalımı yazmaya koyulduğumda, okurumu da yanıma alarak o gri alanda dolaşmak istedim. Kahramanım, Alys adlı bir küçük kız. İçinde büyük bir suçluluk duygusu taşıyor. Kendini iyiler arasında saymıyor hatta kötü de olabileceğini düşünüyor. ‘Canavarlar hep başkalarıdır’ diyenlerden değil, en korktuğu kişi kendisi.

Şimdilerde yeni bir karanlık peri masalı yazıyorum ve gene ahlaki belirsizlikler arasında dolaşıyorum. Yeni kahramanım da hayatta kalabilmek için kendi içine; oradaki iyiye ve kötüye bakmak zorunda. Kendi haklılığından, doğruluğundan o da hiç emin değil ama yine de doğru olanı yapmaya çalışıyor, bu ne denli zor gelirse gelsin… Ve yine bazıları karşısına geçip ona canavar diyor… Kahramanıma “Seni canavarlıkla suçlayanlar arasında kendi haklılığından en fazla emin olanlar, aslında en korkutucu canavarlardır” demek isterdim. Ama kim bilir, bunu zaten biliyordur.

Gülenay Börekçi

Subscribe
Notify of

0 Comments
Inline Feedbacks
View all comments