Egoist okur

Murat Menteş’le kibirli ve mıymıntı bir edebiyatın zararlı etkilerine dair

Ruhi Mücerret’te, epey kaotik ama rengarenk bir dünya çıkıyor karşımıza. Romanın tamamı, John Landis filmlerinin finalleri gibi cıvıl cıvıl… Tek başına okunduğunda da anlam ifade edecek bölümler, Ekşi Sözlük entry’leri misali başlıklar, yüksek dozda popüler kültür eleştirisi… Garip şahsiyetler; tarihten ve günümüzden isimler, olaylar, anekdotlar… Okurla sohbetler, ara sıra ona laf atmalar… Bir nevi fikir ve imge panayırı. En güzel yanı, okurun kendini o panayırın tam içinde hissedebilmesi hatta “Evet yahu, galiba hayat böyle bir şey aslında” demesi. Gerçi göreceksiniz, Murat Menteş’in verdiği esprili yanıtlar sayesinde bu röportaj bile röportaja değil o panayıra benzedi.

Ne var o yanıtlarda derseniz, okuyun derim. Fakat ısrar edenlere birkaç minik ipucu… Murat Menteş’in 9 yıldır evinin mahzeninde esir tuttuğu adama dair her şey. Sonra iyi yazmak için niye en iyi bildiğimiz şeyi yazmamız gerektiği. Peksimete mum saplanarak hazırlanan doğum günü pastalarının güzelliği. Hayatın şok edici hakikatleriyle nasıl baş edilebileceği. İnsan kalbinin derinliklerinde yuvalanan ıssız acılardan devşirilmiş buğulu sahnelerden nasıl uzak durulabileceği. Kibirli, somurtkan, mıymıntı bir edebiyatın zararları. Alper Canıgüz ve Emrah Serbes’in neden iyi yazarlar olduğu. Roman kahramanlarına zorbalık etmenin hayatımızda nelere karşılık gelebileceği veya neler alıp götürebileceği…

Şimdi derin bir soluk alarak elimi tutun, mahzene iniyoruz…

Murat Menteş’ten bir doz elem iki ölçek elem

Murat Menteş: Ajda Pekkan “Biz birbirimizin rüyasıydık” demişti…

Murat Menteş: 9 yıldır evimin mahzeninde esir tuttuğum biri var

Bazıları onu yeraltı edebiyatına dahil sayıyor, bazıları Türk usulü absürd edebiyatın simgelerinden kabul ediyor. Kimileri içinse İslami entelektüellerin en genç ve delifişek olanlarından biri. Dublörün Dilemma’sı ve Korkma Ben Varım adlı iki romanla nevi şahsına münhasır bir üslup yaratan Murat Menteş, yeni romanıyla okur karşısında.

Bu acayip şeyleri yaratan zihninizin içi nasıl bir yerdir diye sorsam size…

9 yıldır evimin mahzeninde esir tuttuğum bir adam var. Bir de masa ve daktilo. Kendimi enerjik hissettiğim zamanlarda tabancamı alıp mahzene iniyorum. Adamın kafasına silahı dayıyorum. O da romanları yazmaya koyuluyor. Saatlerce tabanca tutmaktan yorulduğum için kitaplar biraz gecikiyor. Kabul edin, bıktırıcı bir mesai.

Peki Ruhi Mücerret ne anlatıyor?

100 yaşında bir adamı anlatıyor. Kurt Vonnegut “Bildiğiniz şeyi yazın” der. Eh, mahzendeki esirim geçen sene 100 yaşına bastı. Peksimete normal mum saplayıp ikram ettim doğum gününde. Çok minnettardı, görseniz… (Gülüyor)

Ruhi Mücerret’in ilerleyen bölümlerinde büyük sürprizlerle karşılaşıyoruz. Kimi karakterler ciddi bir dönüşüm geçiriyor. Kimilerinin göründükleri gibi olmadıkları ortaya çıkıyor. Bütün bunları en baştan kurguluyor musunuz, yoksa yazdıkça mı aklınıza geliyor?

Aynı soruyu, mahzendeki ihtiyara ben de sordum. Dedi ki, “En başta bir olaylar dizisi, anlatılacaklar serisi tasarlıyorum. Fakat yazdıkça, bazı kısımları planladığımdan farklı bir şekilde anlattığım oluyor. Daha şaşırtıcı bir fikir geldiğinde, onu itelemiyorum. Bu, roman okurken, film izlerken de başıma gelir. İşte şimdi şöyle yapsa ne harika olur diye düşünürüm.” Böyle işte…

Fantastik bir roman ama okurken olaylar normal gibi geliyor insana. Gerçekçi unsurlar ile fantastik nitelikleri nasıl yoğuruyorsunuz?

Flaubert, “Bir şeye yeterince dikkatli bakarsanız, ilginçleşmeye başlar” der. İhtiyar bir adama dikkatli bakın. Gemiye dikkatli bakın. Karıncalara dikkatli bakın. Hepsi de birbirinden acayip. Fakat kimsenin mesela geminin güvertesinde oturan ihtiyar bir adamın üzerinde yürüyen karıncalarla kaybedecek vakti yok sanırım. Bu belki biraz hassasiyetle ilgilidir.

Hassasiyet derken…

Eski filmleri izlerken, komedi filmi bile olsa, hisleniyorum. Şimdi 70 yaşında olan bir aktörün 25 yaşındaki halini görünce içim acıyor. Rahmetli Cem Karaca’nın Resimdeki Gözyaşları şarkısını düşünün. Artık hayatta olmayan bir adamın sesinden dinliyoruz bunu, “yaşasaydım ve görseydim” diyen bir adamdan. Çok acayip değil mi sizce de? Yani hayat zaten şoke edici şeylerle dolu.

Dublörün Dilemması’nda maske takarak kılık değiştiren bir gencin macerasını anlattınız. Korkma Ben Varım’da ise Gönül İşleri Bakanlığı etrafında gelişen aksiyon yüklü bir hikaye sundunuz. Şimdi 100 yaşında bir gazinin polisiye serüvenini konu ediyorsunuz. Biraz acayip konular…

Ne anlattığın değil, nasıl anlattığın önemlidir, derler. Hiç katılmıyorum. En iyi ihtimalle, acemi yazarları baştan savmak için uydurulmuş bir söz olsa gerek. Ne anlattığın da, nasıl anlattığın da önemlidir. Romanda, bir karakter yaratmak ayrıca ehemmiyet taşır. Yazarın muhayyilesi işlek olmalı. Değilse, işi zor yani. Ne anlatıyorsun? “Umutların kırıldığı aynada yansıyan hüznün gölgeleri”ni. Tam bir saçmalık! Mesela şöyle diyorlar: “İnsan kalbinin derinliklerinde yuvalanan ıssız acılardan devşirilmiş buğulu sahneler…” Valla bravo!

Peki sizin sevdiğiniz yaklaşıma örnek vermenizi istesem…

Alper Canıgüz. Birbirinden şahane üç roman yazarak dünya edebiyatında benzeri görülmemiş bir karakter yarattı: Alper Kamu. Beş yaşında bir dedektif. Almanlar kitabı okuyunca akılları çıktı. Alman eleştirmenler, Nobelli Mo Yan’dan çok daha üstün buluyorlar onu. Neden? Çünkü edebiyat heyecan verir, şaşırtır, güldürür, hayranlık uyandırır, özgüven ve enerji aşılar, dünyanızı aydınlatır… Sen hâlâ “Kalabalıklar içinde yalnız kalan solgun gölgelerin tenha ruhlarına dokunan bir ağıtın bulanıklığı” gibi zırvalarla oyalan dur. Bir başka önemli yazarımız, Emrah Serbes. Genç yaşında edebiyatımıza güçlü bir karakter sundu: Behzat Ç… İhsan Oktay Anar’ın başarısı da son derece saygıdeğer ve ilham verici görünüyor bana.

Alper Canıgüz ve Emrah Serbes

Alper Canıgüz ve Emrah Serbes yakın arkadaşlarınız. Onları böyle yüceltmeniz yanlış anlaşılmaz mı?

Bu insanları hiç tanımıyordum. Onlar da benden haberdar değildi. Bizi buluşturan şey, edebiyattır. 2000’de Alper Canıgüz’ün Tatlı Rüyalar’ını okuduğumda, kendi kendime “Bu adam her kimse, 21. yüzyıl Türk Edebiyatını başlattı, hayırlı uğurlu olsun” dedim. Gencecik bir yazar, dahiyane bir roman yazdı ve edebiyatımızın yönünü değiştirdi. Hepimize ilham ve cesaret verdi. Emrah Serbes’in fotoğrafını gördüm ilk. Roman yazmış, neredeyse çocuk yaşta. 25 yaş, roman için epey erkendir, onu diyorum. Gözleri parlıyordu. Zeki olduğu, meleksi ve enerjik bir yazar olduğu fotoğrafından belliydi. Yani biz arkadaş filan değildik. Adamlar bomba gibi kitaplar yazınca, ister istemez tanıştık. Ah Muhsin Ünlü, Murat Uyurkulak, Hakan Günday, Fatih Altınöz, Hakan Bıçakçı, Algan Sezgintüredi, Selçuk Orhan’la tanışmamız da böyledir. Öyle iyi yazıyorlar ki, kayıtsız kalamıyorsun. Tebrik edesin, madalya veresin geliyor.

Bizde yazarlar genellikle başka yazarları övmez halbuki…

İleride çocuklarıma, edebiyat namına hangi kitapları okutacağımı biliyorum diyelim. “Boğucu bir boşluğa yayılmış tekinsiz ıstıraplarla hırpalanan küçük, silik insanlara adanmış şiirsel bir düşün kırıntıları” gibi abuklukların insafına kalacaktık yoksa. Halbuki bugün Abdülhak Şinasi Hisar, Hüseyin Rahmi, Ahmet Mithat efendi gibi yazarların metinlerini orijinalinden okuma gayreti içinde olmalıydık. Everest Yayınları Hüseyin Rahmi’leri yayınladı sağolsun. Tanpınar, Peyami Safa, Kemal Tahir, Attilâ İlhan gibi romancılarımızı da konumlayamadık gerçi…

Ruhi Mücerret’e dönersek, bundan sonra ne yazacaksınız? Yeni projeleriniz var mı?

Var. Fakat bundan bahsetmek için çok erken. Polisiye uzmanı Erol Üyepazarcı, bana klasik bir polisiye yazmayı teklif ediyor. Bu, göz ardı edemeyeceğim bir öneri.

‘Aşk sürdürülebilir bir ruh hali değil’

Romanda iki imkansız aşk var. Ruhi Mücerret, Nazlı Hilal’den 70 yaş büyük. Civan Kazanova’nın sevdiği kadın, Serpil Silahlıperi ise yıllar önce ölmüş. Neden imkansız aşkları anlatıyorsunuz?

Öyle denk geldi. Çok sevdiğim bir söz var: “Erkekler kadınları, kadınlar çocukları, çocuklar ise fareleri sever.” Yani aşk zaten sürdürülebilir bir ruh hali mi, ona bakmak lazım. Garip bir biçimde, bir insanda bizi cezbeden nitelikler, zamanla itmeye başlıyor. İmkansızlık ise umutları, hayalleri, merakları, heyecanları taze tutan bir dondurucu işlevi taşıyor. “Kavuşunca aşk biter” demiyorum ama “Biz 35 yıldır beraberiz ve ilk günkü heyecanımızı koruyoruz” diye hava atan çiftlere inanmak da zor geliyor.

‘Kibirli, somurtkan, mıymıntı bir edebiyatla bir yere varamayız’

Romanın bazı bölümlerinin başında, dünyanın bir coğrafyasında söylenen bir söze, bambaşka coğrafyasında bambaşka bir kişiliğin bambaşka bir tarihte söylediği söz karşılık veriyor. Milan Kundera’yı Arthur Rimbaud, bir arabesk şarkı sözünü Mehmet Akif Ersoy cevaplıyor…

Yüksek kültür, yüksek düşünce, hoşgörü, esneklik ve yaratıcılığın kozmopolit şehirlerde veya kozmopolitlik ilkesi etrafında belirebileceğine inanıyorum. Dolayısıyla hiçbir kültürel değeri, entelektüel veriyi ötelemiyorum. Tekke edebiyatıyla da, klasik müzikle de, Alman felsefesiyle de ilgileniyorum. İdeolojik saplantılar, taassubu “prensip sahibi olmak” gibi algılayıp yüceltmeye varıyor. Herkes ilgi bekliyor, fakat kimse ilgi göstermiyor. Münasebetsizce bir yakınmadır gidiyor.

Ruhi Mücerret de dahil olmak üzere romanlarınız hakikaten çok komik, yer yer kahkaha attırıyor. Ayrıca İslami motiflere de yer veriyorsunuz.

Mizahın, barışçı bir tutumdan doğduğunu düşünüyorum. Kibirli, somurtkan, yakınan, mıymıntı bir edebiyatla bir yere varamayız. Cem Yılmaz “Eğitim şart” vurgusu yapıyordu. Bence buna karşılık, eğitimciler de pekala “Mizah şart” demeliydiler. İslami motiflere gelince, karakterlerin birkaçının dindar olmasıyla ilgili bir şey bu. Romanlarımdaki insanlara “Başını aç, camiye gitme, namaz kılma” filan demem, kimsenin demesine de izin vermem. (Gülüyor) Bari romanlarda özgürlüğe gölge düşmesin.

Okurlarınıza bir telkinde bulunuyor musunuz peki?

Hayır. Okur-yazar ilişkisinde, okurun rütbesi, daha doğrusu mertebesi yüksektir bence.

Gülenay Börekçi, Habertürk

Subscribe
Notify of

10 Comments
oldest
newest most voted
Inline Feedbacks
View all comments
11 years ago

İtiraf ediyorum Ruhi Mücerret’i okurken çok güldüm. Ama öyle bir şey var ki tek tük de olsa bu cümleler -evet aşk mevzu bahis olduğunda- suratım da düşmedi değil. İmkânsız aşklar güçlü ama tutunamadığım için de üzücü. Kitapta inanılmaz bir imge bombardımanı vardı fakat belki ben çok sevdiğimden ya da şöyle diyelim, yazarımız bunu romana iyi dağıttığından rahatsız etmedi hiç. Benzetmelerin bazılarını ağzım açık bile okudum. İlginç bir düşünce işleyişi olduğu kesin Murat Menteş’in. O mahzenden daha kim bilir neler çıkacak.

absürd
11 years ago

sayın gülenay börekçi,her şeye saygı duyacağım,her şeyi anlayacağım ve her şeyi anlatacağım derken eleğinizin deliklerinin inanılmaz büyüdüğünün ve artık sitenizde nitelikli ve niteliksiz arasında bir fark kalmadığının umarm farkına en kısa zamanda varırsınız. bir edebiyat sitesinden çok bir magazin sitesi oldunuz. bu yorumumun bu yazıyla alakası yoktur.

haleluyah
10 years ago

Sırf çektirdği şımarık fotoğraflara, kitap kapağının nasıl zorlanıp görünür kılınmaya çlaışıldığıına bakarak bile görülebilcek şeyler var.
Murat Menteş ve onun gibileri ‘yazar’dan saymak bir hakaret.
Ama meydan onlara kalmayacak, etrafı aptal ergenlerle sarılı olabilir daha fazlası olamaz zaten.

haleluyah
10 years ago

Ek olarak. : Popülerleşmeye başladığı gibi kılık kıyafetinin değişmesi abartıya gitmesi ayıp. Koca adam.
Ben dublörün dilemmasını okuduğumda gerçekten sevmiştim, yazar hakkında hiçbir bilgim yoktu, diğer kitapları da.
Yaşadığım büyük hayalkırıklığı oldu.
Ne var yani .Kitabın beğenilmiş olabilir, uçlara gidip saçmalamak nedir. Dünyada milyonlar içinde küçük bir insan.
Tek mesele bunlar değil tabii. Böyle saçmalamayıp, saygınlığını yitirmemiş çok yazar, iyi yazar var şükür ki.

içses
10 years ago
Reply to  haleluyah

gerçeklerin oku eleştiri tavında dövülür hedefi yazar gösterir okuyucu nişan alır düşünmek sancılı bir eylemdir eylemsizliğe sebep olabilir… okur yazarlık çok yanlış anlaşılıyor yazmak doğa ressamlığından öte soyut resim çizmeye benzer…

Ahmet Onal
10 years ago

Murat MENTES kafasi gonlu okyanus gibi dolu bi insan.Yazdiklari cogumuzun aklina gelen seyler degil.Tarzi alistigimizin cok disinda.Yazdiklariyla ilgilenelim, giydikleri ve yaptiklari onun ozgurlugu.

didem
9 years ago
Reply to  Ahmet Onal

Kitabı okudum ve beğendim. Ama yine de eleştireceğim.
Eğer Chuck Palahniuk’u daha önce okumadıysanız bu yazarın tarzı size özgün gelebilir. Romanın başından itibaren seçilen karakter isimleri “Chuck”ı hatırlatıyor(Zelda ismini görünce aklıma ilk Zelda Zonk geldi). “Saatte 300 km hızla giderken hapşırmak” gibi şeylerin onun aklına gelebileceğini bilerek okuyorsunuz. Gösteri peygamberi, ölüm pornosu, çarpışma gibi kitaplardan fazlasıyla esinlenilmiş olduğunu düşünüyorum.
Altını çizerek okumadım fakat gözüme çarpan bir diğer esinlenme ise elde ki hayat çizgisinin kesilerek uzatılmasıydı. Aynı olayı Nip Tuck dizisinde Dr. Mcnamara sevgilisi Kimber’a yapmıştı.
Emrah Serbes’in ve Murat Menteş’in ABD dizilerinin espri anlayışını Türk kültürüne uyarladığını kabul etmeliyiz.