Egoist okur

Latife Tekin, Baudrillard ve o gün yanlarında olmayanlar

“Ormanları biçip imitasyon siteler kuracaksak, kol gücüyle sökemeyiz ağaçları,” deyince o gür üslubu ve kanlı canlı ironisiyle Latife Tekin, “Bu,” diyor Baudrillard “türün boşluğa salınımı.”

Ellerini masanın üzerinde kenetliyor ve belki de bir tür toplu intihara yöneldiğimizi söylüyor Fransız. “İnsandışı” olan her şeyi yok etmeye yöneldiğimizi ama bunun paradoksal olarak kendimizi de yok etmek olacağını anlatıyor tane tane. Doğayla bunca boğuşmamıza değinirken Baudrillard, kendimiz dâhil, tüm dünyaya karşı hınçla dolu oluşumuzu gözlerden kaçırmayalım diyor ve bunun insanca, pek insanca olan tüm şeyleri ortadan kaldırmamızdan anlaşılabileceğini iddia ediyor.

“Para tanrısına dağ kurban ediliyor,” diyor bunun üzerine Latife Tekin ve ekliyor “çalısıyla, otuyla kesip yüzüyorlar derisini…”

Zihnimdeki masada söz ve fikir cümbüşü sürerken, onlar sayesinde daha akıllı bir adam olmaktan mesut, gözlerimin önünde uçuşan otobanları, köprüleri sayıyorum, daha doğrusu saymaya çalışıyorum ama yetişemiyorum hızlarına, geometrik artıyorlar çünkü, geometrik… 

latife tekin egoistokur jean baudrillard seytan agaci

Latife Tekin, Baudrillard ve o gün yanlarında olmayanlar

Malumunuz, otobanlar, TOKİ’den siteler ve köprüler hükümetin dilinden de gündeminden de düşmüyor. Mevcut iktidar, şirket dilini kullanmayı çok sevdiğinden icracı performansının bu alanda ama neredeyse sadece bu alanda ölçülmesini istiyor ve tekrar tekrar söz ediyor betonarmeden projelerinden.

Yapılmış, bitirilmiş projeler için hükümet, belediye başkanlarına, belediye başkanlarıysa hükümetin başına şehre serpiştirilmiş renkli afişler üzerinden teşekkür edip duruyor ve mesela İstanbul, koskoca bir tebrik kartıymışçasına yazılıp çiziliyor. Bu bezden ve kâğıttan afişlere türlü türlü hünerler dökülüyor ve bu hünerler genelde kilometre ve saat hesabıyla ölçülüyor, orada burada üst geçitlerin altında, alt geçitlerin üstünde, duyuru panolarında karşımıza çıkıyor teşekkür dökümleri. Tüm şehirler çalışıyor, iyice anlıyoruz bunu, özellikle de büyükşehirler çok çalışıyor.

Bütün bunlar olurken, yani şehir belediyesiyle doludizgin çalışırken, mesela kaldırım taşlarını söküp söküp takarken, had hudut bilmez (!) bir Amerikalı şu belalı Twitter’dan “Bu salyangoz İstanbul trafiğinden daha hızlı ilerliyor” diyor ve ekliyor: “Çok daha hızlı.”

Hükümetin danışmanları Russell Crowe’un bu yürek burkan ve imaj paralayan mesajına, salyangoz fotoğraflı tweetine nasıl yanıt vereceklerini düşüne dursunlar, beni bir telaş alıyor ki sormayın… İstanbul trafiğini Gezicilere bağlamayı becerebilenlerin, Crowe’un sözünü daha fazla köprü, daha fazla otoban ve daha yüksek binalar için kanıt gösterebileceklerinden ve rüzgârı yine kendilerinden yana estireceklerinden endişeleniyorum. Salyangozu geçmek gerek değil mi ya, hatta mümkünse tüm doğayı!

Ve böylece yeşil çimenlerle hemhâl olmuş salyangozu düşünüyorum.

İstanbul ve trafiği, diyorum kendi kendime, salyangozdan hızlı ilerleyemezse, ibreti âlem olsun diye salyangozu yavaşlatmanın bir yolu bulunacaktır. Önce çimenleri elinden alınacak, sonra da bir otobanın üzerine bırakılacaktır.

Latife Tekin ve Baudrillard’la sohbet

Zihnimde bir masa kuruluyor ve Latife Tekin bir hayal aralığından onu çevreleyenlere, yani konuklarına sesleniyor, “İnşaat ülkesinin insanları,” diyor “fiyatlar uygun görünüyor. Kepçe sahibi olabiliriz, ön ödemesiz taksitle yani, küresel ısınma çat etmiş başımızda, su çıkarırız…”

Jean Baudrillard, gülümseyerek dinliyor Latife Tekin’i, masadakilerden biri de o. Düşünür kendi tezleriyle karşılık vereceği entelektüel paslar almaktan memnun görünüyor.

“Ormanları biçip imitasyon siteler kuracaksak, kol gücüyle sökemeyiz ağaçları,” deyince o gür üslubu ve kanlı canlı ironisiyle Latife Tekin, “Bu,” diyor Baudrillard “türün boşluğa salınımı.”

Ellerini masanın üzerinde kenetliyor ve belki de bir tür toplu intihara yöneldiğimizi söylüyor Fransız. “İnsandışı” olan her şeyi yok etmeye yöneldiğimizi ama bunun paradoksal olarak kendimizi de yok etmek olacağını anlatıyor tane tane. Doğayla bunca boğuşmamıza değinirken Baudrillard, kendimiz dâhil, tüm dünyaya karşı hınçla dolu oluşumuzu gözlerden kaçırmayalım diyor ve bunun insanca, pek insanca olan tüm şeyleri ortadan kaldırmamızdan anlaşılabileceğini iddia ediyor.

“Para tanrısına dağ kurban ediliyor,” diyor bunun üzerine Latife Tekin ve ekliyor “çalısıyla, otuyla kesip yüzüyorlar derisini…”

Zihnimdeki masada söz ve fikir cümbüşü sürerken, onlar sayesinde daha akıllı bir adam olmaktan mesut, gözlerimin önünde uçuşan otobanları, köprüleri sayıyorum, daha doğrusu saymaya çalışıyorum ama yetişemiyorum hızlarına, geometrik artıyorlar çünkü, geometrik…

Parklar azalıyor, ağaçlar yıkılıyor birbiri sıra… İnsan yaşadığı yere benzemez mi sonunda, diyorum kendi kendime, elbette benzer, diyorum ter içinde ve korkuyla. Ve ben, böyle deyince betonarmeyle bu temasın kalbimizi soğutacağından emin oluyorum. Vücut ısımızın düşmesinden olacak ölümümüz sanki ama elbette ondan önce “ruh ısımız” düşecek yavaş yavaş.

Taşla, toprakla değil de, çimentoyla kurduğumuz temasın sonunda belki de topraktan gelip betona gideceğiz işte…

Veya belki de ölmeden mezara konulmuş olacağız böylece…

Korkularımın orta yerinde bir kâbus aralığından uzatarak başını “Nihai çözüm bu olmaz umarım,” diyor Baudrillard.

Türümüzün derinliklerinden gelecek bir direnç diliyor insana.

Bir direniş diliyor.

Bir direniş.

Betona dönüşmek

“İstanbul irisi olmuş gözlerimi” dikiyorum Latife Tekin’e, gözlerim “ya medet” diyor, çünkü gözlerim büyükşehir, gözlerim hep çalışıyor. “Onur,” diyor “şehir göğün yıldızını kıskanır, yer, yutar.” Bahçenin aydınlığında ellerini tutuyor, öpüyorum, canından bana can bulaşsın, öyle diliyorum…

Sonra ondan aldığım ilhamla “Hayat,” diyorum “en çok şehirde düşüyor.”

Çünkü şehir, toprağı, salyangozu kıskanıyor.

Artık biliyorum…

Çünkü biliyorum, insan bir tür ölüm arıyor kendine, betondan yapılma. Çünkü insan bir ölme biçimi deniyor, iktidarın elinden ve en kısa yoldan. Çünkü insan kozmosa bile rakip, özel ölümler istiyor kendine. Ölümde bile aç.

Nihai çözümü arıyor sanki insan, kendinden kurtulmak için. Çünkü iktidarlar hayatı çağrıştıran her şey sussun, son bulsun istiyor, dünyayı denetlemek için. Ve insanlar sanki denetlenmek için ve dahası ve fazlası mutlak günahsızlık için mutlak günahkârlığı çağırıyor, hepimizin ölümünü çağırıyor, farkında değil.

Sonra “rüyalarımın ve uyanışlarımın” ortasında gözlerim bir salyangoz, bir kelebek arıyor.

Sonra “Kalk, doğrul,” diyorum kendi kendime ve yine kendime türümün derinliklerinden bir direnç diliyorum.

Bir direniş diliyorum.

Ve kalk, doğrul diyorum kendi kendime, diren. Diren, betona dönüşmeden…

Onur Orhan

Subscribe
Notify of

1 Comment
oldest
newest most voted
Inline Feedbacks
View all comments
10 years ago

Bugünkü Marmaray tantanasının üzerine ve son aylardaki yaşadıklarımıza bakacak olursak çok çok haklı bir yazı olmuş. Öteden beri aynı tas aynı hamam. Ülke yakında beton kusacak.