Egoist okur

PROUST ÇIĞLIKLARI: Marcel’in öldürücü alışkanlığı

Marcel Proust’un kronik erteleme alışkanlığını ilk öğrendiğimde, “A, ne kadar güzel” demiştim. Demek ki bu korkunç alışkanlığa rağmen Marcel Proust bile olunabiliyordu. Eh, ben de bi’ şeyler yapabilirdim belki.

Karşılaştırmak yersizmiş, yıllar sonra anladım. Ben hâlâ her şeyi erteliyor, erteliyor, erteliyorum… Proust okumak hariç! O hâlâ okunuyor, okunuyor, okunuyor…

Neslihan Elagöz’ün taa ne zaman gönderdiği bu yazıyı nasıl unuttum bilmiyorum. Erteledim bir şekilde herhalde. Ama Marcel yine de beni yakalayıp yazıyı zorla bloga ekletti. Bugünün, yani 10 Temmuz’un doğumgünü olduğu haberini öğrenmemi sağlayarak…

Ama susmam lazım. Neslihan da diyor ya zaten: Marcel Proust’la alakalı bir yazı yazılınca, o yazının en ahenksiz kısımları, yazardan yapılan alıntıların dışında kalan kısımlar oluyor. Ben de yazdım, biliyorum. Bu yüzden sizi jenerikle fazla meşgul etmeyeceğim…

Jeneriği boş verip yazıya geçin yani…

PROUST ÇIĞLIKLARI: Marcel’in öldürücü alışkanlığı

Marcel Proust’la alakalı bir yazı yazılınca, o yazının en ahenksiz kısımları, yazardan yapılan alıntıların dışında kalan kısımlar oluyor. Bir defasında ben de yazdım, biliyorum. Bu yüzden sizi jenerikle fazla meşgul etmeyeceğim.

Neredeyse hepimiz “çalışmak dururken yaptığımız şeyler”i absürdlükleri yönünden yarıştırıyoruz ara sıra. Ama oylama sona erip kazanan açıklanacağı sırada görüyoruz ki yine neredeyse herkes başa baş gitmiş. Kimsenin hikayesinin, “erteleme konusunda bir başarı hikayesi” olmaktan geri kalmadığı bir topluluk! Eh, o zaman ödül törenimizi de yüzyıl öncesinden bir konuk şereflendirmesin mi?

Proust, dillere destan iğne oyası başyapıtını yazmıştı yazmasına ama; cici yazarımızın anneciğinin karnından çalışma azmiyle doğmadığı da bir gerçekti. O da zorlandı, o da kendiyle didişti, o da işe koyulmamak için bin bir çeşit “makul ve hisli” takla attı. Ve bir gün, eserinin yaklaşık beş yüzüncü sayfasına gelince, eski günleri anmak üzere, gülümseyerek (belki kahkaha bile atmıştır) aşağıdaki satırları kaleme aldı: Pöti Marcel’in, eline kalem alma konusunda aşırı kırılgan ve çekingen olduğu zamanlardan bir düşünce ve eylem serisiydi bu. Bir başka açıdansa, insanın başını döndüren bir procrastination döngüsü!

Neslihan Elagöz

 

Marcel Proust, Çiçek Açmış Genç Kızların Gölgesinde

“Kesin olarak çalışmaya koyulmak konusunda bu kadar kararlı olmasaydım, belki hemen başlamak için bir çaba gösterirdim. Ama kararım çok kesin olduğu ve yirmi dört saatten kısa bir sürede, henüz içinde bulunmadığımdan her şeyin gayet güzel yerleştiği ertesi günün boş çerçevesi içinde, erdemli kararlarım kolayca gerçekleşeceği için, başlamak için keyfimin yerinde olmadığı bir akşamı seçmemek daha doğruydu; fakat maalesef bunu izleyen günler de, bu başlangıç için daha uygun görünmeyecekti. Yine de mantıklıydım. Yıllarca beklemiş olan birisinin üç günlük bir gecikmeye katlanamaması, çocukluk olurdu. İki gün sonra birkaç sayfa yazmış olacağımdan emin olduğum için artık annemle babama kararlarımla ilgili tek kelime söylemiyordum; birkaç saat sabredip büyükannemi, eline başlamış bir çalışma vererek avutmayı, ikna etmeyi tercih ediyordum. Ne yazık ki, ertesi gün, heyecanla beklediğim o uçsuz bucaksız,benim dışımdaki gün değildi. Gün sona erdiğinde, tembelliğim ve birtakım dış engellere karşı yorucu mücadelem yirmi dört saat daha sürmüş oluyordu sadece. Birkaç günün sonunda planlarım hâlâ gerçekleşmeyince, derhal gerçekleşeceğine dair artık o kadar umudum, dolayısıyla her şeyi bu planın gerçekleşmesine bağımlı kılacak cesaretim de kalmamıştı; artık ertesi sabah işe başlanmış olduğunu görme yolunda kesin bir hayalim olmadığından, erken yatmak zorunda değildim; geceleri yine uyanık geçirmeye başladım. Tekrar bir hamle yapabilmem için birkaç gün dinlenmem gerekiyordu. Büyükannem bir tek kere, yumuşak bir ses tonuyla, hayal kırıklığına uğramış gibi “Ee, çalışmanın artık lafı bile edilmiyor mu?” diye sitem etme cesaretini gösterdiğinde ona gücendim; geri dönüşü olmayan bir karar verdiğimi anlayamamıştı, adaletsizliği beni sinirlendirdiği, işe de bu sinirin etkisiyle başlamak istemediğim için, kararımın gerçekleşmesini bir müddet, belki uzun bir müddet daha ertelemiş oluyordu; bu konuda hiçbir şüphem yoktu. Büyükannem şüpheciliğinin fark etmeden bir hevesi kırdığını hissetti. Özür diledi, bana sarılıp, “Afedersin, bundan böyle tek laf etmeyeceğim” dedi. Cesaretim kırılmasın diye de, kendimi iyi hissettiğimde, çalışmanın da kendiliğinden geleceğini söyledi.”

Subscribe
Notify of

0 Comments
Inline Feedbacks
View all comments