Egoist okur

Tarifler ve anekdotlarla Jane Austen’ın çay sofrasındayız

Arkanıza yaslanıp Jane Austen ile bir fincan çay içmeye hazırlanın. Yazar Kim Wilson, geçen yıl Jane Austen Evi’nin davetlisi olarak İngiltere’ye gitti, birkaç ay yaşadıktan sonra da biri bahçecilik, biri ev hayatı, diğeri de çay üzerine 3 kitap yazdı. Edebiyatı lezzetle, dönem tarihini biyografiyle harmanlayan “Jane Austen’la Çay Saati” bunların ilki…

gulenay-borekci-egoistokur-jane-austen-marti-yayinlari

Jane Austen bizi çaya çağırıyor

Jane Austen’ı, hani şu “Gurur ve Önyargı”, “Emma”, “Mansfield Parkı”, “Northanger Manastırı”, “İkna”, “Akıl ve Tutku” gibi romanların yazarını biliyorsunuz. Romanlarından ve mektuplarından anladığımız kadarıyla Austen gerçek bir çay âşığıymış. “Ne var bunda, İngiliz değil mi?” demeyin. Mesela sevgili yazarımız bir keresinde yeni piyasaya çıkan bir çay markasını öğrenince, Londra’daki kardeşine acele mektup yazıp “Yeni çaydan içince bana mutlaka yaz; elimde değil fare görünce kediye dönüşüyorum” diyecek kadar tiryakiymiş. İngiliz taşra ahalisinin günlük hayatlarını, aşktan ekonomiye aralarında kurdukları ilişkileri anlattığı romanlarında da karakterlerin kahve içtikleri pek görülmemiş. Hatırlayın, o kitaplarda herkes çay içip aralıksız konuşur.

Martı Yayınları’ndan çıkan “Jane Austen’la Çay Saati”ni okuyorum. Bu kitap, kendinizi güne çayla başlayıp akşamı çayla kapatan, davetlerde çaysız ne eğlenebilen ne konuşabilen kusurlu ama tatlılıklarıyla büyüleyen Jane Austen kahramanlarının yanındaymış hatta pekâlâ onlardan biri de olabilirmiş gibi hissetmenizi sağlayacak bir kaçış planı aslında. Ayrıca Austen’ı benim kadar sevmeyenler de zevk alabilir, çünkü içinde çayın tarihçesi de var, o döneme ait ritüelleri, kaideleri de… En güzeli kekten pudinge, ekmekten marmelada, sütlü veya kremalı şaraptan yıllarca dayanacak özel ketçap tariflerine bir sürü ek bilgi var. Bazıları Jane Austen romanlarında bahsi geçen yiyecekler, bazıları da mektuplarından anlaşıldığı kadarıyla yazarın en sevdiği tarifler. Birkaçını burada aktaracağım ama önce biricik Jane Austen’ımızın çayla ilişkisine bakalım…

İflah olmaz bir çay tiryakisi

+ Gerçek bir alışveriş delisi olan, yeni çıkan kumaşları, dantelleri, farbelâları hatta mutfak araç gereçlerini görünce heyecandan eli ayağı titreyen Austen’ın çay satın almak için üç seçeneği vardı: Çayı çoğunlukla artık neredeyse ahbap olduğu İskoçyalı seyyar satıcılardan veya en yakın kasabadaki marketlerden alırdı. (Tabii ellerinde kalmışsa, çünkü çay o yıllarda zor bulunan bir şeydi.) Senede bir kez istemeye istemeye Londra’ya gittiğindeyse, lüks dükkânlara uğramayı ihmal etmezdi. O yıllarda çay tutkunlarının en büyük sorunu astronomik fiyatlarla satılan kaçak çaylar, bir de daha beteri yabani otların hiç de hijyenik sayılamayacak bazı lezzet veren malzemelerle harmanlanması sonucu üretilmiş sahte çaylardı. İyi çay bulmanın tek yolu kuşkucu ve çaydan anlayan biri olmak ve üşenmeyip kapı kapı dolaşmaktı.

+ Ailesiyle yaşadığı evde sabah kahvaltısını hazırlamak Jane Austen’ın göreviydi, çünkü lezzetli çay yapmak için yetenekli bir dokunuş şarttı. Ayrıca hizmetçilere bırakılamayacak bir işti bu, çünkü çay aşırı pahalıydı ve kullanılmış çay yapraklarının bile el altından satıldığı bir çağda, kimse evindeki taze çayı hizmetçilere emanet etmezdi. Austen da çay kavanozlarını yemek odasındaki bir dolaba kilitler ve anahtarını kimseye vermezdi. Kahvaltıya dönersek, önce mutfaktaki düzeni kontrol edip çörekleri, kurabiyeleri pişirir, kızarmış ekmeklere çiftçilerden aldığı köy tereyağını sürüp tost yapar, masaya birer kâse ahududu reçeli veya bal ilave ederdi. Sonra da saat 9’da bakır çaydanlığı şöminenin üzerindeki siyah ızgaraya yerleştirip çayı demlerdi. İşi bitti mi sandınız? Hayır, Wedgwood marka porselen takımlarına gözü gibi baktığı için bulaşıkları da kendi yıkardı.

2’de akşam yemeği, 5’te çay

+ Kıyafet alışverişi için Londra’ya gittiğinde eğer elbisede değişiklikler yapılacaksa, beklemek için bir pastaneye gidiyordu. “Böyle sıcak bir günde, bir kâse dondurma almaz mıydınız hanımefendi?” diye soran pastacının tezgâhında top kekler, turtalar, cheesecake’ler ve görünüşü bile iştah açan marmelatlar duruyordu. Bir fincan çay, bu dükkânlarda yenen tatlıların olmazsa olmaz eşlikçisiydi. “Dumanı üstünde bir demlik çayın yanında yediğim çilekli dondurma, alışverişle geçen uzun bir günün yorgunluğunu aldı” diye yazmıştı kuzenine. Çay ve dondurma! Neden olmasın? Aşağıda tarifi var, deneyip kendiniz karar verin.

+ Gün bitimi özel bir zaman sayılırdı. İşleri biten aile bireyleri ve arkadaşlar, eğer kırsal kesimde yaşayan ve modaya ayak uydurma kaygısı olmayan insanlarsa, saat 2, en geç 3 gibi akşam yemeğine başlar, daha sonra çay içmek, sohbet etmek, günün siyasi olaylarını tartışmak veya sadece iskambil oynamak için misafir odasına geçerlerdi. Saat 2’de akşam yemeği olur mu demeyin, o yıllarda oluyormuş. ‘5 çayı’ deyişi de zaten bu yemek sonrası içilen çaydan geliyormuş. “Sofradan gece yarısına doğru kalkan” yeni zenginler ve sosyetikler ise bir parça alay konusuymuş. Hele 5 çayını akşam yemeğinden önce içenler, o günün değerlerine göre basbayağı uzak durulacak, görgüsüz insanlarmış.

Kraliçe’nin içeceği: Bira değil çay

İngilizler çayı geç tanıdı. Kraliçe Elizabeth mesela çayın varlığından bile habersizdi. Kahvaltı dahil yemeklerde bira içerdi. Çay, Jane Austen’dan hemen önce geldi Avrupa’ya. Denizcilik ve gemi yapımındaki ilerlemeler sayesinde, Çin dahil dünyanın en uzak yerleri bile erişilebilir olmuştu. Böylece Çin’den çay, Amerika’dan çikolata, Arabistan’dan kahve getirtilebiliyordu ve bu egzotik yiyeceklerle içecekler insanların gündelik hayatını tamamen değiştirmeye başlamıştı. Önceleri kahve ve çikolata daha gözde gibiydi ama 18’inci yüzyılda II. Charles’ın eşi Catherine İngiltere’nin çay içen ilk kraliçesi olunca İngiliz aristokratları bu aşırı pahalı içeceğin müptelası haline geldi.

Zamanla her popüler zevk gibi çay içmenin de ritüelleri oluştu. Artık Çin’den zarif porselen fincan takımları, demlikler ithal ediliyor, marangozlar gümüşle ahşabı karıştırarak şık sehpa modelleri tasarlıyordu. Bir süre sonra çay bahçeleri modası başladı. Giriş ücretini ödeyebilenler rengârenk fenerlerin altında geziniyor, müzik dinleyip havai fişek gösterilerini izliyor ve özel localarda çay içiyordu. Derken fiyatlar düştü ve çay, işçi sınıfı arasında da popülerlik kazandı. Jane Austen’ın zamanında çay artık hayatın vazgeçilmez bir parçası olmuştu.

Bildiğiniz çay bahçelerinden değil

Rengârenk fenerlerle süslenmiş Vauxhall Bahçeleri, Ranelagh Bahçeleri, Beyaz Kanal Evi, Bagnigge Kuyuları’nda promenada çıkan zarif hanımefendiler ve beyefendiler… 1-2 şilin giriş ücreti ödeyen düzgün giyimli herkes bu bahçelere girebiliyordu. Şelalelerin kıyısında yürüyüş yapmak, arkadaşlarıyla buluşup sohbet etmek, gösteri yapan cambazları, sihirbazları, dansçıları seyretmek, konserleri dinlemek ve en önemlisi başkaları tarafından fark edilmek için bu çay bahçelerine giderdi; kimileri de âşıklarıyla buluşurdu.

Tobias Smollett, “Humphrey Clinker” adlı eserinde Ranelagh Bahçeleri’ni kahramanı Lydia’nın ağzından şöyle anlatmıştı: “Bir cin tarafından efsunlanmış gibi bir yer burası. Güçlü, zengin, hovarda, mutlu ve güzel insanlarla dolu. Zevk ve sefalarını krallara layık çaylar, enfes yiyeceklerle taçlandırıyorlar.”

Kadınların da alındığı nadir mekânlardan olmakla birlikte bu çay bahçeleri daha ziyade çapkın erkeklerin uğrak yeriydi. Başka bir Smollett karakterine göre “Ranelagh’a gidenlerin yarısı, zeytin değirmenine düşmüş kör budalalardan farksız. Bitimsiz bir çemberin etrafındaymışçasına, önlerindekilerin kuyruğunu takip etmekten başka bir şey yapmıyorlar. Diğer yarısına gelince; uyanık kalabilsinler diye gece saat 9’a, 10’a kadar ‘çay’ denen şu sıcak suyu içiyor.”

Söylemeye gerek var mı bilmiyorum, romanlarında ara sıra bu mekânlardan söz etse bile Jane Austen içeri hiç girmemiş. Daha doğrusu Londra’dakilere gittiğine dair hiçbir bilgi bile yok elimizde. Ama Bath kasabasında açılan sakin ve ‘nezih’ Sidney Bahçeleri’ne, hele oradaki çardaklarda, çim labirentlerinde oturup çay içmeye bayıldığını biliyoruz.

Tarifler

Kahvaltıda meyveli kek alır mıydınız?

Bugün pastanelerde satılan şu üzümlü, portakallı keklere benzediğini sanıyorsanız, yanılıyorsunuz. Bayan Austen’dan dünyanın en leziz ıslak kekinin tarifini alıyoruz. Biz aynen aldık ama siz günümüz koşullarına uyarlayabilir, mesela çırpma işlemini elle değil mikserle yapabilirsiniz.

750 gram una, aynı miktarda tereyağı, 150 gram da yıkanmış, kurulanmış taze böğürtlen ekleyin. 250 gram üzümün çekirdeklerini çıkarıp her bir taneyi ikiye bölün. Yarım kilo şekeri dövüp pudra haline getirin. 14 yumurtanın yarısının akını ayırın. Büyük boy bir limonun kabuklarını soyun, 85 gram şekerlendirilmiş portakal, aynı miktarda limon, bir çay kaşığı dövülmüş hindistancevizi, rendelenmiş yarım muskat, bir çay bardağı konyak veya beyaz şarap, dört kaşık kurutulmuş portakal çiçeği ekleyin. Tereyağını elde krema kıvamına gelene kadar yoğurun, ardından şekeri ekleyip karıştırmaya devam edin. Yumurtaları yarım saat çırptıktan sonra şeker ve tereyağıyla karıştırın. Unu, baharatları ekleyin. Bütün bunlar 1.5 saat sürecektir. Fırın hazır olduğunda, konyağı, meyveleri ve şekerlemeleri hamura katın ve tepside 2.5 saat pişirin.

Çayın yanında çilekli dondurma

Çayın yanında dondurma meselesini yukarıda anlattım zaten; o dönemde böyle seviyorlarmış. Tarife gelince; buzdolabı olmadığı için dondurma kilerde ve mahzende soğutuluyormuş. Dolayısıyla bu tarifi günümüze uyarlamak şarttı.

1 litre/4 kâse tercihe göre yağlı ya da yarı yağlı krema, 225 g/1.5 kâse pudra şekeri, aynı miktarda ezilmiş çilek ya da ahududu suyu, daha mayhoş bir tadı tercih ediyorsanız 2 büyük limonun suyunu karıştırın, bunu yaparken şekerin iyice çözülüp eridiğinden emin olun. Malzemeyi büyük bir kaba doldurup buzdolabına koyun. Kristalleşmesin diye de ara ara çevirip karıştırın.

Limonlu cheesecake

2 büyük limonun kabuğunu soyun, yumuşayana kadar kaynatın100 gram şeker, altı yumurta sarısı, 200 gram taze tereyağı ve bir miktar ezilmiş lor peyniri ekleyerek havanda iyice ezin. Milföy hamurunu, çörek tepsisinde açın, üzerini hazırladığınız malzemeyle kaplayıp fırına verin. (Limon yerine portakal da kullanabilirsiniz.)

Yeşil çaylı şampanya

2 Çin portakalı, 2 Seville portakalı ve 2 limonu ince ince soyup kabuklarını yarım litre soğuk şerbetin, yani şekerli suyun içinde bir saat bekletin. Daha sonra meyvelerin suyunu da buna ekleyin. Yarım litre yeşil çay hazırlayın. Soğuyunca meyveyi, şerbeti, bir bardak yıllanmış Jamaika romunu, bir bardak konyağı, bir bardak ananas şurubunu ve iki şişe şampanyayı ekleyin. İyice berraklaşana kadar bu karışımı ince telli bir süzgeçten geçirin. Sonunda pırıl pırıl olacak. Şişelere doldurduğunuz bu içecekleri buzdolabında saklayabilir ve bütün sene misafirlerinize ikram edebilirsiniz.

Gülenay Börekçi

Subscribe
Notify of

0 Comments
Inline Feedbacks
View all comments