Egoist okur

Tavanarasındaki Buda: Haiku lezzetinde bir roman

Japon asıllı Amerikalı yazar Julie Otsuka’nın Tavan Arasındaki Buda adlı romanı gerçek bir olayı anlatıyor ve bize, bir toplumun kendi tavan arası temizliğini yapmasında edebiyatın ne büyük işlevi olduğunu gösteriyor.

Haiku lezzetinde bir roman

Julie Otsuka imzalı Tavan Arasındaki Buddha’nın tek karakteri var. 20’inci yüzyılın başında bir çöpçatan firma aracılığıyla eş bularak Amerika’ya göç eden yüzlerce genç kadın… Soru şu: Yüzlerce kadın karşımıza nasıl tek bir karakter olarak çıkabilir? Cevap: Otsuka’nın yazarlık hüneri sayesinde… Refah içinde yepyeni bir hayata başlayacaklarını umarak uzak bir ülkeye yolculuk eden ama yolculuğun sonunda kandırıldıklarını anlayan yüzlerce Japon kadın, antik Yunan tragedyalarındaki koronun yaptığı gibi olayları birinci çoğul şahsın diliyle aktarıyor okura.

“Kocalarımızı ilk gördüğümüzde onları kesinlikle tanıyamayacağımızı bilmiyorduk. Bize gönderilen fotoğrafların yirmi yıl önce çekildiğini bilmiyorduk. Bize yazılan mektupları kocalarımız değil, mesleği yalan söyleyip gönülleri fethetmek olan, güzel el yazılı kişilerin yazdığını bilmiyorduk. İsimlerimizle bize seslenildiğini ilk duyduğumuzda birimizin eliyle gözlerini kapatıp arkasını döneceğini ama diğerlerimizin başımız önümüzde kimonolarımızın eteğini düzelterek sakin ve ılık bir güne adım atacağını bilmiyorduk. Burası Amerika, diyecektik kendimize, endişelenmeye gerek yok. Ve yanılmış olacaktık!”

Neredeyse çocuk yaşta yüzlerce genç kadın, Japonya’dan San Francisco’ya giden bir gemiye biniyor. Ellerinde, hiç görmeden evlendikleri kocalarının yakışıklı fotoğrafları var. Onlara kendi işini gücünü kurmuş, dükkan, bağ bahçe sahibi olmuş kocalarıyla refah içinde bir hayat sürecekleri vaat edilmiş. Aylar sonra rıhtıma indikleri an ilk şoku yaşıyorlar. Kocaları gerçekte yaşlı başlı adamlar çünkü. İlk geceyi, ilk sevişmeyi atlatıyorlar. Bazıları dehşete kapılıp susarak, bazıları içini çeke çeke ağlayarak, bazıları şiddete maruz kalarak… Ardından ikinci şok geliyor: Onlara başka mühim konularda da yalan söylendiğini, mesela evlerinin hanımı filan olamayacaklarını, zengin beyaz Amerikalıların çiftliklerinde ırgat olarak çalışacaklarını öğreniyorlar. Tarlalarda iki büklüm mahsül topluyorlar. Evlerde mermerleri ovuyor, çamaşırları yıkıyorlar. Ha bire çocuk doğuruyorlar; bir, iki, beş, on… Çocuklarının kimliklerini reddedişlerini fark ediyorlar üzüntüyle. Efendisinin tecavüzüne uğruyor bazıları. Bazıları dayanamayarak intihar ediyor. Öyle veya böyle, bu yeni topraklar, talihsiz Japon gelinlerin memleketi oluyor. Sağ kalanların küçük bir sırrı var: Tavan arasına saklanmış, zor zamanlarda sığınılacak minik Buda heykeli.

Bu kadarı bile, Julie Otsuka’nın haiku misali çok kısa bölümlerden oluşan çarpıcı anlatımı sayesinde yeterince etkileyici. Ama roman sadece bu hikayeden oluşmuyor. Ülkelerini terk ederek yeni bir hayat kurmak için Amerika’ya göç eden Japon kadınları bekleyen esas şok, yıllar sonra yaşanıyor ve Amerikan rüyası gürültüyle tepelerine iniyor.

Yıl 1942. II. Dünya Savaşı’nda Japon’ların Pearl Harbour’u bombalamasından hemen sonra ABD vatandaşı tüm Japonlar teker teker evlerinden alınarak ülkenin ücra köşelerindeki toplama kamplarına gönderiliyorlar. Ve onlardan bir daha haber alınamıyor. Kısasa kısas yöntemi… Sahip oldukları her şey çöpe atılıyor, yıllarca çalışıp didinerek aldıkları evler, işyerleri, dükkanları beyaz Amerika’lılara satılıyor. Yıllar sonra aşağılanmışlık ve utançla, bu konuyu bir daha hiç açmamak üzere geri dönüyorlar. Susmayı öğrenmiş olarak.

Pen/Faulkner ödüllü Julie Otsuka aralarında dönemin oyuncu, şair, yazar, iş adamı ve politikacılarıyla birlikte kendi ailesinin de bulunduğu yüz binlerce Japon’un yaşadığı bu trajediyi yıllar sonra yeniden hatırlamak, hatırlatmak için yazmış Tavan Arasındaki Buda’yı. Evet, kullandığı dil şiirsel ve renkli. Ama satır aralarında ürpertici bir hiddet ve isyan var. Finaldeki hain ama lezzetli oyundan, koronun öznelerinin değişmesinden söz etmeyeceğim bile. Sadece o can yakan oyun sayesinde son sayfalarda göz yaşlarımı tutamadığımı söyleyebilirim. Bir toplumun kendi tavan arası temizliğini yapmasında edebiyatın ne kadar büyük işlevi olduğuna bir kez daha şahit olmak için okuyunuz.

Gülenay Börekçi

Subscribe
Notify of

0 Comments
Inline Feedbacks
View all comments