Egoist okur

Teoman: “Hiçbir plan hatasız yürümüyor ve bu çok güzel”

Teoman’ın şarkılarını, sözler onu anlatıyormuş gibi dinleme eğilimindeyim; hep bir itiraf tınısı alıyorum. Hayatında olup biten ne varsa bir biçimde yansıtıyor; gizlemeden, saklamadan… Bana öyle geliyor ki duygularını, deneyimlerini, zihnini kurcalayan soruları, hepsinden önemlisi nüfuz edilemeyen yalnızlığını açık sözlülükle, korunmaya çalışmadan dile getiren Teoman, şarkılarında kendini sanki çok yüksek bir yerden boşluğa bırakıyor. Aşağıda bir ağ olup olmamasına aldırış etmeden. Yargılanmayı ya da eleştirilmeyi umursamadan; bile isteye… Dinlerken ben de bir şeyleri hatırlıyor, kendi içimdeki küskünle, korkakla, zalimle yüzleşiyorum. Ona taktığım ad, “itiraf sanatçısı”… Şarkı sözleriyle Teoman, bence hepimizden daha dürüst olma cesaretini gösteren kişi.

Suriyeli mültecilerle ilgili videosunu seyredip “İnsanlık Halleri” adlı kitabının çıkacağını öğrenince, ondan bir röportaj istedim. Zor ikna oldu ama sonrasında yine aynısını yaptı, yani her şeyi anlattı… İşte müziği bırakmaya karar verdikten sonra yaşadıkları, bundan sonrasında yapmayı planladıkları ve kızı Zeyno’yla ilişkisi… Karşınızda bir kez daha Teoman…

Gülenay Börekçi

teoman egoistokur gulenay borekci insanlik halleri 1

Teoman

“Hangi başarıyı elde etsem müzik beni tatmin eder diye düşünüyorum ara sıra; olmayacağını anlıyorum”

“Ne yaptım bugüne dek? Pek bir şey yapmadım aslında. Gerçek bir işte çalışmadım, patronum olmadı. Olgun insanlar dünyasına hiç girmedim, girmeye de niyetim yok. Bunun yerine kendime bir hayal dünyası yaratmayı tercih ettim. kimliğimi hayaller oluşturuyor. Gerçeklik o kadar da güzel değil.” Bunu hatırladın mı?

Vay, ne kadar eskiymiş.

Seninle ilk röportajımızdan. 20 yıl önceydi.

Doğru söylemişim ama.

Bu hissiyat yüzünden mi her şeyi bırakmaya, uzaklaşmaya karar verdin?

Derdim müzik değilmiş, sonradan anladım. Beni asıl sinir eden şey müzik değil, onu artık eskisi gibi ciddiye alamayışımmış. Müzikli veya müziksiz; duygu durumum değişmiyor. Yine de kabul, müzik hayatım boyunca benim can simidim oldu, onun sayesinde kendime bir hayal dünyası kurdum. Bırakmak daha çok etrafındaki alanlarla ilgili, ilişkilerle…

Müzik ve etrafındaki “alanlar” neyi ikame etmez olmuştu?

Şarkıcılık hayalleri kurmaya başladığımda, bu işin benim için gerçekten değerli olup olmadığı üzerine çok da düşünmemiştim. Beğenilme, değerli hissetme arzusu en önemli motivasyonumdu. Şarkıcılara, yazarlara özeniyor, başka kimseyle ilgilenmiyordum. Sıradan bir iş yapmayacak, farklı biri olacaktım. Öte yandan, başarı ilk kez tattığında birçok şeye cevap olabiliyor ama işte sonra etkisini yavaş yavaş yitiriyor. Dedim ya, problem müzikte değil, bende.

Peki müziğin yerine neyi koyacaksın şimdi?

Eski duygular geri gelmeyecek, peşlerine düşmek anlamsız. Hangi başarıyı elde etsem müzik beni tatmin eder diye düşünüyorum ara sıra; olmayacağını anlıyorum. Yerine de başka bir şey koyamam. Problemlerin, insanın kendine hedefler koymasıyla hatta onlara ulaşmasıyla çözülmediğini artık biliyorum. O yüzden gerçekten yapmak istediğim şeyleri uzun uzun listeledim. Eskiden roman yazma hayalim vardı, şimdi haftada üç gün spora gitmenin hayalini kuruyorum. Demek ki bu bana daha önemli geliyor. Ya da daha gerçekçi… Yaşım ilerledi, anneme hayırlı evlat, kızıma iyi baba olayım, gerisi fasa fiso. Önümde iyi ihtimalle 20-30 sene var. Pek sıkılmadan geçiririm inşallah.

“Zygmunt Baumann, “Mutluluk, mutluluk umudunda” diyor ya; yıllarla azalan şey, o”

İmrenilen bir gençlik yaşadın. “Kendimi şundan niçin mahrum bıraktım” dediğin şeyler var mı?

Valla, lisede bayağı sümsüktüm ama 19’uma geldiğimde bir rock grubunun solisti olmuştum. Parasızlıktan çok süründüm ama eğlenceden de geri kalmadım. Kafamın estiği her şeyi yaptım. Eksikliğini hissettiğim şeyler varsa bile, zorunluluktan değil, canım öyle istediği içindi. Geleceğe dair içimde hissettiğim umut, o yılları güzel kılıyordu. Zygmunt Baumann, “Mutluluk, mutluluk umudunda” diyor ya; yıllarla azalan şey, o.

Herhangi biri olmayı, şöhretten uzak kalmayı ister miydin?

Depresyonunun nedenini şan şöhret zannediyorsun. Değil aslında. Ünlü olmasam da bundan daha mutlu hissetmem kendimi.

İstemediğin şeyler yaptırdı mı sana şöhret, para veya adı her neyse?

İstemediğim halde yaptığım şeyler oldu, hâlâ oluyor. İşimi bu ödünleri vermeden yapmak isterdim ama çok da önemli değiller sonuçta. Kariyerimde elde ettiklerim zamanında beni çok mutlu etti, kendimi değerli ve becerikli hissettirdi. Gençtim. Büyük kaygılara saplanmıştım. Yıllar geçiyordu, hayatımda hiçbir iyi şey, hiçbir gelişme olmuyordu ve ben paniğe kapılıyordum. Dolayısıyla ilk albümümü çıkardıktan sonra gelen başarı, ün, para bana kendimi kuşkusuz iyi hissettirdi.

teoman egoistokur gulenay borekci insanlik halleri

Fotoğraflar: Ece Oğultürk

“Seyirciye yağ çekip olduğumdan daha iyi biri gibi görünerek sürdüremezdim kariyerimi”

Şarkılarında da, hayatta da açık sözlülüğün etkileyici. Duygularını gizlemiyor, kendini korumaya çalışmıyorsun. Bu nasıl başarılır?

İşim, kendimi anlatmak. Bu olanağı kullanmayan insanlara şaşırıyorum. Gençken, sanatçıların, daha doğrusu ünlülerin, toplum önünde gereğinden uzlaşmacı davrandığını düşünüyordum. Kendilerini başkalarına beğendirmek için aşırı çaba gösteriyorlardı ve bu riyakârlıktı. Benim istediğimse, tam tersiydi. Öyle bir pozisyon belirlemeliydim ki hatalarımı, kusurlarımı saklamak zorunda kalmamalıydım. Kendimle ve insanlarla pazarlık gerektirmeyecek bir hayatı hayal ediyor, başkalarına benzeme taklidi yapmayayım istiyordum. Seyirciye yağ çekip olduğumdan daha iyi biri gibi görünerek sürdüremezdim kariyerimi.

Kendinle ilgili seni en çok şaşırtan, düş kırıklığına uğratan ya da “Vay be, sandığımdan güçlüymüşüm meğer” dedirten şeyler neler oldu?

“Vay be, sandığımdan güçlüymüşüm meğer” diye düşünmedim hiç, daha çok tersi oldu. Müziği bıraktığımda, ünlü olmakla çok vakit kaybettiğimi düşünerek kendimi suçluyor, “Artık başkaları için çalışmayacağım” diyordum. Atina’ya gittiğimde mesela, bir gece sokakta dolaşırken bir açık hava sinemasına geldim. “Harika bir fikir” diye düşündüm ama 10 dakika dayanamadım. “Kimse beni tanımadığı için zamparalık yaparım” diyordum, dışarı bile çıkmadım. Yogaya başladım, olmadı. Arjantin’e gittim, bütün gün odada sigara içtim. Neredeyse 2.5 sene hiçbir şey yapmadım. Evdeki üçlü kanepede tavanı seyrediyordum. Eskiden ciddiye aldığım şeyleri artık alamıyordum, kitap bile okuyamıyordum. Kızım doğunca kendime geldim. Kuruntularım, gelecek endişelerim azaldı. Ciddiye alabileceğim bir işim var artık; babalık. Bazen parkta buluşuyoruz, yanında bakıcısı oluyor. Yaklaşırken son 50 metreyi koşarken buluyorum kendimi. Çocuklarla vakit çok güzel geçiyor, kafaya taktığın dertler önemsizleşiyor. Sadece sorumluluk yükü var ama o kadar da olsun.

“Şarkı yazmak artık beni heyecanlandırmıyor. Ne eski enerjim var, ne de hayallerim…”

Yıllar önce hayatı sanat eseri haline getirmekten söz etmiştin, hâlâ var mı böyle bir takıntın?

“Bir vazo sanat eseri olabiliyorsa, neden ben de olmayayım?” diyen Foucault muydu? Her neyse, insanın kendini “sanat eseri” haline getirmesi, isteklerini potansiyeliyle buluşturması aslında. Aklına eseni yapmak yapmamaktan daha iyi; her şey bittiğinde, yapabilecekken yapmadıklarımızı düşünmek acı verici olabilir. Eskiden müzik düşünürdüm, şimdi ‘ne kadar zamanım kaldı, nasıl yaşamak istiyorum, neler beni gerçekten mutlu eder’ diye düşünüyorum. Müzik hâlâ var ama kısmen ekonomik gerekçelerle, kısmen eski işlerimi geleceğe derli toplu bırakmak için… Arşivi düzenlemek ve sunmak… Şarkı yazmak artık beni heyecanlandırmıyor. Ne eski enerjim var, ne de hayallerim… Müzik işini paketlemek üzereyim. Sevdiğim kitapları okuyor, aynı filmleri tekrar tekrar seyrediyorum. Görüyorsun, bunca yılın sonucunda ortaya çıkan şey pek de “sanat eseri” sayılmaz.

Hayatında hiç sürpriz kalmamış gibi konuşuyorsun…

Hiçbir plan hatasız yürümüyor, bu da çok güzel bir şey. Hakikaten hikaye etmeye değecek olaylar hep öyle geliyor. Saçma sapan kararlar verip başladığım işler dahil, hayat bana bir sürü hikaye verdi; renkli anılarım var. Fakat hayır, şu saatten sonra sürpriz falan istemiyorum. Temkinli miyim? Belki de eskisi kadar cesur olmadığımdandır.

“Bundan sonra asıl vaktimi kızıma, kendime ayıracağım”

Bundan sonra ne yapacaksın?

Arkadaşlarımla müzikte ve sinemada kreatif prodüktörlük yapacağım. Bana zevk verecek, meşgul olmamı sağlayacak, üstelik pek de vaktimi almayacak işler bunlar. Bundan sonra asıl vaktimi kızıma, kendime ayıracağım.

İster misin Zeyno’nun da müzisyen olmasını?

Müziğe yetenekli. Seviyor da. Sürekli şarkı dinlemek istiyor. Fakat profesyonel şarkıcı olmasın. Müzisyenlik dünyanın her yerinde zor iş. Zevk alacağı şeyler yapsın, geçinmek için de ünlü olmasını gerektirmeyecek bir işi olsun. Çünkü öteki türlüsü mutsuzluk…

“Başka birinin acısından faydalanmak, konu şarkı sözüyse hiç sıkıntı değil”

“Kitap okumak her şeyden daha gerçek ve her şeyden daha zevkliydi. Ben de zaten hayatı kitaplardan tanıdım” demişsin. Kitaplar, hayat denen o belirsizlikte sana nasıl yol gösterdi?

Bir çocuğun hayatını renklendiren en önemli şeydi benim zamanımda kitaplar. Televizyonun, bilgisayar oyunlarının olmadığı, yoksulluk yüzünden de başka eğlencelere gücümüzün yetmediği zamanlardan söz ediyorum. Spor yapmak, bisiklete binmek falan ilgini çekmiyorsa, okumak en güzel şey! Bir de insan çocukken özeneceği kahramanlar arıyor kendine. Robin Hood, Mister No, James Bond varken arkadaşının, karısından zılgıt yiyen palavracı babası kahramanın olamaz ki. Fakat şu da var: İnsan ilişkilerini kitaplardan öğrenemezsin, yaşaman gerek.

Epey geciktiğini düşündüğüm bir kitap çıkarıyorsun; şarkı sözlerin… Neden şimdi?

Daha yazacak çok şarkım var gibi gelmişti bana hep. Artık çıkarabilirim, pek şarkı yazmam artık. Şöyle 10-15 tane gerçekten beğendiğim şarkım var. Onların kalibresinde bir fikir pek gelmiyor aklıma. Tembelleştim, elime gitar bile almıyorum. Eh, almayınca da yazamazsın tabii.

Anlatsana nasıl yazdığını…

Kontekste takığım ben. Gidilmiş yollardan gitmemeye çalıştım ben, bazılarında başardım. Müzikten ziyade, şarkının ne anlattığıyla ilgiliydim. Popüler müzik çok da zor değil ayrıca, ineklersin, çalışırsın, olur. “Zamparanın Ölümü”, “Bugün” ya da “İstasyon İnsanları”ndaki gibi dünyalar kurunca beğeniyorum kendimi. “İki Yabancı”daki gibi hikayeyi farklı açılardan anlatan iki karakter yarattığımda… “Bana öyle bakma, anlayacaklar” gibi dört kelimeyle bir yasak aşkı anlattığımda… “Bir bar taburesi üstünde babamın öldüğü yaştayım” dizesini yazdığımda… Şarkılarım çoğunlukla otobiyografik zaten. Ama bu, kısıtlayıcı da olabiliyor.

Onlardan bir itiraf tınısı almam boşuna değil o halde…

Şarkılarımı daha en baştan “confessional poetry” üzerine kurdum; itiraf şiiri…

“Kötü bir huyum var, başkalarının bana söylediği şeyleri kullanıyorum” demiştin…

Doğru söylemişim, bazen yaparım. “Bazı Yalanlar” mesela… Bir kız arkadaşım “Artık sarhoş olmadan sevişmiyoruz” demişti, o laf şarkıda benim ağzımdan “Birbirimize içmeden dokunamaz olmuştuk” şeklinde çıktı. Başka birinin acısından faydalanmak, konu şarkı sözüyse hiç sıkıntı değil. Maksim Gorki, evsizlere çorba ısmarlarmış, hikayelerini anlatmaları koşuluyla.

Bu tarz bir kötülükte ne kadar ileri gidebilirsin, mesela sırf şarkı sözü çıkar mı bundan diye dinledin mi birini?

Dinlemedim. Ama dinleyebilirmişim gibi geliyor. Hele aşk meşk hikayelerini zevkle dinlerim. Şarkısını da yazarım.

“Hiç ürpermeden soğuk suya atlayanları, çıplak ayakla futbol oynayanları kıskanırım… Ben öyle biri değilim”

Kimleri kıskanırsın?

O kadar çok ki… Sörf yapanları, geceleyin yollarda koşanları, sevdikleri bir yemek için uzun yollar kat edebilenleri… Hiç ürpermeden soğuk suya atlayanları, çıplak ayakla futbol oynayanları… Ben öyle değilim, plajda şemsiyenin altına uzanıp dergi okuyorum. Ayağım kumlanınca da rahatsız oluyorum. Rahat insanları kıskanırım, ben sürekli problem bulurum. Kıskandığım değil ama, eskiden benzeme hayali kurduğum insanlar oldu hep … Bob Dylan, Leonard Cohen, Lou Reed, Van Morrison, Tom Waits, John Cassavettes, Milan Kundera, Raymond Carver…

Peki ya yenilerden, genç ve henüz her şeyi yapma arzusuna sahip, yapabileceği umudu olanlardan kıskandığın var mı?

İşte o duygularını kıskanıyorum yenilerin, gençlerin. Hepsini kıskanıyorum.

“Galata köprüsünde asık suratla çektiğim klipler artık bir çeşit reklam gibi geliyor bana”

Suriyeli mültecilerle ilgili videoyu sorayım. Nasıl çıktı ortaya?

Yönetmen Charles Richards’ın projesiydi. Çocuk, bir buçuk ay çalıştı o klip için. Kliplerim zekice çekilmiş, özel işler olsun, bakana kısa film tadı versin istiyorum ama her zaman iyi bir fikir bulamayabiliyorsun. Galata köprüsünde asık suratla çektiğim klipler artık bir çeşit reklam gibi geliyor bana, hayal gücü açısından zavallı buluyorum onları. Charles, mülteciler konusunda farklı bir şey yapmayı, yaşayan, kanlı canlı insanları anlatmayı teklif edince, çok heyecanlandım. Savaşa uzaktan bakmaktansa, iki insanın hayatından detaylara girdik. Başta kimse bunu fark etmez sanmıştım; insanlar çok ciddi bulup sıkılabilirlerdi. Öyle olmadı, şaşırdım.

teoman egoistokur gulenay borekci insanlik halleri 2

Şarkı sözlerinden ben seçtim, Teoman anlattı

“Açma öyle gözlerini…”

“‘Çok üzülme, çok susma, çok darılma, çok ağlama, çok da kitap okuma!’ dedi annem. ‘Çok terleme, çok yorulma, girdaplarında boğulma, yalnızlığına çok da alışma!'”

Küçükken annem yaşıtlarımla kaynaşayım ister, insanlarla konuşmaktan utandığım için evde tek başıma oturuyorum diye endişelenirdi. Hâlâ öyle… O yıllarda kitaplara fazlaca düşkündüm ve kitap bizde pek de matah bir şey sayılmıyordu. Hele kuzenim sürmenaj olunca, annem korktu. Çok okuyanların kafayı yediğini düşünüyordu. Okurken çok heyecanlanır, adeta kitabın içine girerdim. “Açma öyle gözlerini” derdi annem.

“Bir sırrım var saklarım ama görünce anlarsınız… Yalnız dikkat, acımayın; acınmak, canımı en çok acıtandır.”

Bana acımaları çok canımı yakardı küçükken. Çocuktum sonuçta; zaten küçük ve güçsüzdüm. Babamın ve paramızın olmayışı da durumu kötüleştiriyordu. Ama “İstasyon İnsanları”ndaki Ruhi farklı. Sakat bir çocuk o, yarası görünürde. Kendine bir hayal dünyası yaratmış ve insanlarla zaman geçirmek yerine orada hayali dostlarıyla yaşıyor.

“Zaten odam hep dar geliyor bana.”

Hep hissettiğim huzursuzluk duygusu. Bazen daha yoğun hissederim. Genellikle bir nedeni olmaz. İlk albümüme hazırlanıyordum ve hayatımda güzel şeyler olsun istiyordum. Ama umutsuzdum, parasızdım. Gelecekten korkuyordum. Kendimi başarısız buluyordum. Tren çoktan kalkmıştı sanki. Biraz da annemden utanıyordum, çünkü benim başarılı olacağıma çok inanmıştı.

“Sadece sarhoşken sevişebilen iki sevgili”

“Yalanlarımız güzel, inanması zevkli. Bir şey sevmeye değerse, ölmeye de değer mi?”

Şarkının adı, “Bazı Yalanlar”. İkinci albümümden. Sadece sarhoşken sevişebilen iki sevgili. bir ilişkinin sonu. Palavra atmak değil gerçeklerden bahsetmek, yıkıcı bir ilişkiyi anlatmak istiyordum. Bir cinsel isteksizlik durumu var o şarkıda, daha önce yazılmış şarkılarda böyle bir şeye rastlamamıştım. Bana kalırsa şarkıları böyle detaylar gerçekçi kılıyor.”

“Biraz gerçek biraz yalan; hem yara bandım hem yaram.”

Bu, “Gönülçelen”den. Eski karımla ilişkimizin başlarıydı. Onun düşünceleriydi aslında. Şebnem Ferah, sonradan bunu harika bir blues şarkısı haline getirdi. ‘Hem yara bandım hem yaram’ lafı, bir kadının ağzında daha güzel duruyor zaten ve ben bazı şarkılarımın bir kadının ağzına daha çok yakıştığını düşünüyorum. “İstanbul’da Sonbahar”ı Nil Karaibrahimgil’in söylemesi gibi.”

“Galiba, kendinizi pek enteresan sanıyorsunuz. Büyümeyen adam sendromu bu… Ama yaşlanıyorsunuz.”

“Zamparanın Ölümü” şarkımdaki kadının sözleri. Asılırken, yalnız kalmaktan çok korktuğunu da itiraf eder kadına ve birlikte olmaları için yalvarır. Sandığının aksine özel biri falan sayılmaz, dünyada bol bol vardır ondan… Gerçekte tam bir klişedir. Yine de yaşlandığından habersiz, inatla bir ergen gibi davranmayı sürdürür.”

“‘Çok kadın hiç kadındır oğlum, yalnızlıktır sonu…’ Kadehte yansımama baktım; ayaklı bir kanıttım.”

Zampara, zamanında bir bar filozofundan duyduklarını hatırlıyor… Barlarda alkolik abilerimiz vardı eskiden, zeki ve entelektüel serserilerdi, felsefi birtakım laflar ederlerdi. Onları düşündüm yazarken. Bir de şunu hatırladım: Eski prodüktörüm Rıza Erekli beni çok mutsuz görünce, sevgilim olup olmadığını sormuştu. “Bir sürü kızla takılıyorum” diye cevap verdim, o da “Olmaz öyle şey, insana iyi bir tane lazım” dedi. “Çok kadın hiç kadındır” lafı Romain Gary’nin. “Yalnızlıktır sonu” kısmını ben ekledim. Şarkıda Rıza Abi’nin sesinden dinliyorsunuz o bölümü. Neticede şarkıdaki karakter bensem, bar filozofu da Rıza Abi olmalıydı.

“Öyle sanal bir şey ki ilişki kendinle bile kuramıyorsun onu”

“İnsanlar… Dünya düşmüş üstlerine kıpırdayamıyorlar… İnsanlar denemiyorlar bile.”

Medeniyet krizinde anlam kaybolmuş, renkler donuklaşmış. Tanrı insanları terk etmiş, onlar da bu durumu kabullenmiş. Herkes kendine yabancı. İlişkisizlik had safhada. Kurtulma çabası yok.

“Hiç kimseye mektup yok! Ölmüş insanlar insansızlıktan…”

İlişkisizliği çok düşündüm, çok da hissettim hayatım boyunca. Mesafeli biri olduğum söylenir ama asıl ben, insanların birbirlerine duygularını açamadığını hissederim. İlişki dediğin şey özellikle çağımızda o kadar sanal hale geldi ki, insan kendi kendiyle bile kuramıyor onu. “Gökdelenler” şarkımda da var: “Herkes tıklım tıklım yalnız.”

“‘Herkes’ dedi, ‘Merak içinde, ölümden sonra hayat var mı?’ diye boşuna düşünürler. Sanki hayat varmış gibi ölümden önce.’”

Korkunç bir mutsuzluk, umutsuzluk. Sıkıcı hayatlar yaşıyor insanlar ve yine de gelecek planları yapmaktan vazgeçmiyorlar. Kehanetimsi gelecek tahminleri var, okuyorum. “Yaşanan insanlık krizinin doruğa çıktığını zannediyoruz ama bu hal çok daha ciddileşecek” diyor, umutsuzluğun toplu intiharlara yol açacağını söylüyorlar. Anlayacağın, güzel bir gelecek beklemiyor bizi.

“Kalpte kurşun, ilmek boynunda… İki çocuk… Ölüm karşısında hep çocuk kalacaklar büyümeden birer tabutta.”

Erdal Eren ve öldürdüğü söylenen jandarma eri Zekeriya Önge için yazdım bunu. Aileleriyle yapılmış eski röportajları okudum, annelerinin hâlâ rüyalarında çocuklarını gördüğünü hayal ettim. O rüyalarda çocuklar hep öldürüldükleri yaştaydı. Sert hatta punk bir şarkı istiyordum, otopsi raporlarını arayıp buldum. Albümde o raporları Cüneyt Özdemir seslendirdi. Fakat zamanla yaptığımı beğenmemeye başladım. Türkü formu daha doğruydu, Yavuz Bingöl’den rica ettim söylemesini. O versiyonu daha çok seviyorum.”

Gülenay Börekçi

Subscribe
Notify of

32 Comments
oldest
newest most voted
Inline Feedbacks
View all comments
Barış Acer
7 years ago

Ben bu röportajı çok beğendim. Keşke bitmeseydi dedirtti. Kayseri 2011 veya 2012 Erü bahar şenliklerine gelmişti Teoman. Orada çok çok sevmiştim. Ondan önce de seviyordum ama etkilemişti o konserde. Gerçekten çok içtenlikle seslendirdiği bazı şarkıları bazı anılarımı ve hislerimi canlandırmıştı. Her insanın benzediği bir kaç yönü şarkılarında bulabilmek hem şaşırtıcı hemde çok duygusal. Hep tanışmak istemiştim kendisiyle. Onu dinlemek ve kendimi anlatmak. Güzel bir abi – arkadaş ilişkisi kurmak istemiştim. Ama hiç bir zaman göremedim. İstanbula gittiğim zamanlar belki olabilir diye gezindiğim bazı semtler olmutşu. Umarım günün birinde tanışabilirim. Her soruya bakış açısı ve her şarkısı hoşuma gitmekle beraber bu… Read more »

Aysar
7 years ago

Çok güzel bir röportaj olmuş. Tüm şarkılarını ezbere bildiğim adamla keyifli bir röportaj yapmışsınız tebrik ederim. Bazı sözlerinin anlamını ben de düşünmüştüm çoğu doğru çıkmış. Bu adamı gerçekten daha yakından tanımak isterdim. Keşke Bukowski’nin “Ekmek Arası” gibi otobiyografik bir roman yazsa da tam olarak neler yaşadığını öğrenebilsek. Ot dergisinde yazdıkları, röportajları onu anlatmaya yetemiyor. Bence sanat eseri gibi yaşıyor kendisi. Acıklı bir resim gibi insanın içini burkuyor. Hepimizin aşina olduğu duyguları öyle bir dille ve hikaye biçiminde sunuyor ki olayın kahramanı siz oluyorsunuz bir anda. Bu mükemmel kısa hikayeleri yazan adamın hayatı neden bir roman olmasın ki?

Aysar
7 years ago

Teşekkür ederim, röportajlarınızın devamını bekliyoruz :)

merymemona
7 years ago

Ahhh Teoman ahh neden kıymetini anlamıyor insanlar! Sen çok değerli ve kıymeti bilinesi dünyaya ender gelen sanatçılarımızdansın, hele ki şu dönemde benzerine rastlamak mümkün değil, ne olur bırakıp gitme bizi, müziği bırakma, inan onlar bizim içinde çok değerli, azımsama hayranlarını, müziğini sevenleri. Evet kıymetini bilmeyen çok insan var ama onlar da anlayacaklar eninde sonunda müziğinin içten geldiğini. Bize içini açtığın ve dinlettiğin için binlerce kez teşekkür ederiz, iyi ki varsın, hep olacaksın. Ayrıca Gülenay Hanım, sorduğunuz sorular şahane, içimizi okumuşsunuz resmen, röportaj çok kaliteli olmuş, teşekkürler :)

iclal izin
7 years ago

Bazen görünenlerden ziyade perde arkasını merak ederiz ya hic merak etmemiştim seni. Tıpkı şarkılarnda anlattığın gibisin, fazlaca gerçekci olan bir hayalperest… Sevdim bu roportajı! Başarılar…

Fatih
7 years ago

Teoman şarkılarıyla sevip Teoman şarkılarıyla hüzünlenen, gençliğinin en duygusal günlerini Teoman dinleyerek geçiren biri olarak bu röportaj için size çok teşekkür ederim. Röportajın sonuna geldiğimde resmen üzüldüm ama bu adamı neden bu kadar içtenlikle hissederek dinlediğimi de anlamış oldum. Aynı şeyleri hissedip aynı hayalleri kurmuşuz. Tekrar teşekkürler bu güzel röportaj için.

Sinem
7 years ago

Okudukça yeniden aşık oldum, çok güzel olmuş, bayıldım. Hayatımda gördüğüm en samimi insan kesinlikle Teoman. O kadar seveni var. Bizi düşün, mutlu ol Teo :)

Cevahir
7 years ago

Ne güzel, ne derin sıkılmış Teoman. Başka türlü de çıkmazdı o şarkılar.

“Hepimiz tanrı kaldık/ Kimse mutluyum demesin” Edip Cansever

Özhan
7 years ago

“Peki ya üretmeden nasıl olacak?” diye de sormanızı isterdim aslında. Z kuşağı için hiç mi iz bırakmayacak? Bu umut ışığı bile tatmin edemez mi bir sanatçıyı? gibi mesela, orada olsaydım eğer, sormayı düşlediğim sorular bunlar olurdu herhalde. Teoman bavulunu toplamış gidiyor bu hayattan, son yıllarda tek yaptığı bu. Tükenmişlik sendromu dediklerinden olsa gerek. Ancak onun gibi insanlara eskisinden çok daha fazla ihtiyacımız var, bu kirlilikte, bu yozlaşmada. Belki yüklü bir sorumluluk duygusu ama, Zeyno’suna bıraktığı dünya nasılsa, ne yazık ki o da fişi çekip gidiyor artık.

Aişe
7 years ago

Başlığa taşımak için seçtiğiniz cümleyi çok beğendim. T24’te “Derdim müzik değilmiş, ciddiye alabileceğim tek iş babalık” cümlesini kullanmışlardı, oysa bence o ifade başlıktaki cümlenin sonucu. Bu şekilde düşünmeyen biri bu tür değişimleri kucaklayamaz, kaygıya kapılırdı. Olgunlaşmak böyle bir eylem belki de.

Röportaj için ben de teşekkür ederim, şuradaki paragraf paragraf konuşmalar bile bende Teoman eskiden olduğu gibi köşe yazıları ya da internette yayımlanacak kısa yazılar yazsa da okusak düşüncesini uyandırdı. Bir başka ifade etmiş kendini burada. İyi yazmalar ve hep böyle güzel röportajlar diliyorum size.

gizem seda demirtaş
7 years ago

Yazınızı okurken sanki öğle çayında masada sohbeti dinleyen üçüncü kişi gibi hissettim. Çok içten güzel bir röportaj olmuş. Teoman’ı dinlemeye küçükken İstanbul’da Sonbahar ile başladığımı hatırlıyorum. Büyüdükçe diğer şarkılarını, şarkılarındaki Teoman’ı, -aynı zamanda kendimi- keşfetmeye ardından satır aralarına sıkıştırdığı hikayecikleri keşfetmeye başladım. Film izlerken aniden aklıma bir şarkısı gelip işte o film bu olmalı demek, okuduğum kitapta bir efsaneye denk gelince acaba o şarkıda bu efsaneden mi bahsediyor diye tahminlerde bulunmak inanılmaz keyifliydi, hala da öyle. Ayrıca hayat hikayesini, röportajlarını okudukça da onu daha iyi anlıyor, daha yakın hissediyorum. Sanki bir sanatçı değil de uzaktaki abi gibi. Umarım ileride bir… Read more »

Elena
7 years ago

Merhaba, ben Rus’um, roportaj icin cok tesekkur ederim! Teoman’in sarkilari seviyorum, onun yeni kitabi almak hayal ediyorum. Şarkilari anlamak icin biraz Turkce ogreniyorum, guzel bir dil, guzel insanlar. Basarilar!

Elena
7 years ago

Süper! Teşekkürler! :)) Bizim St. Petersburg’da Teoman’a beklediğimiz de söyleyin :))) Ve yeni kitabini :)) Müzik siyasetten daha güçlü ve üstün, o insanları bir araya getiriyor!

SunA.K.
7 years ago

Merhaba, Bu harika roportaj icin cok tesekkurler… Teoman bizim kusagin kahramani. Aynen yasadigi gibi yaratti, hayran sayim azalacak diye rol yapmadi. Biz O’nun bu dogal halini, sarkilarindaki itiraflarini sevdik. Munch’in Ciglik tablosundaki gibi ciglik atan bir adamdi. Biz de O’nun sarkilari ile ciglik atabiliyorduk. O bir kent ozani. O icinden Istanbul gecen sarkilarin yaraticisi. Ama O’nu digerlerinden farkli kilan sadece muzigini ince eleyip sik dokumasi da degil benim icin, icindeki sinemayi edebiyatla birlestirip muzige sarki sozu olarak kazandiran bir sanatci O. Kimse alinmasin gelmis gecmis en iyi Turkce soz yazaridir ve sozlerinin her biri ayri bir hayat eseridir. Ilk albumu… Read more »

SunA.K.
7 years ago

yanitiniz icin cok tesekkurler… her daim sizin guzel yazilarinizi okumaya ve Teoman dinlemeye devam…
her gecen gun gittikce tukenen bir memlekette israrla guzel seyler uretmeye devam eden sizlerin varligi bizim icin hala bir umut…

selam ve sevgilerimle…

tarık
7 years ago

Kesinlikle son zamanlarda okuduğum en iyi röportaj! Onlarca bekleyen işimin arasında başlayıp bırakamadım. Sadece Teoman’ın ve şarkılarının sıra dışılığı, yoğunluğu, farkındalığı, etkileyiciliği ve samimiyeti olmaz bu keyfin nedeni. Sadece işinizi sevmeniz ya da çalışmanız da yetmez. Bence bu ancak hem Teoman’ı çok sevdiğiniz ve bildiğiniz hem de bu işi gerçekten iyi yaptığınız için olabilir. Elinize, emeğinize sağlık, siz de Teoman da iyi ki var. Bu yazı bir kez daha gösterdi ki “Mutluluk umudunu” bulmak bizim için de çok zor ve Teoman’ın yardımı şart :)

Koray C.
7 years ago

Merhaba,

Çok güzel bir roportaj olmuş, elinize sağlık. Okuduktan sonra yüzümde bir gülümseme ile kendimi işyerinde düşünerek buldum. Lise yıllarında sırf Teoman konserine gidebilmek için fanta kapakları topladığımız zamanları, üniversite zamanlarımızda festivallerde en ön sıralara geçmek için yaşadığımız badireleri… Teo’nun hayatımızda baya bir yeri varmış. İş güç ,evlilik derken bunları unutmıuştuk. Seviyoruz Teo’yu ve tabii ki sizi :))

Sevgiler,

Koray

Su
7 years ago

Yok. Teoman gibisi gelmez daha bu memlekete hem ne yazık ki hem de ne iyiki. Tarifi yok bu adamın ya..

4 years ago

3 yıl geçmiş üstünden röportajın, 10 yılı aşkındır dinlediğim her şarkısının sözlerini, oynadığı her filmi, yer aldığı her projeyi takip ettiğim bir adam Teoman.. Şimdiki nesil için üzülüyorum aslında, popüler kültürün dayatmasıyla müzik yapan sanatçıların ürettiklerini tüketiyorlar, Teomanın bizdeki yeri gibi, kimsenin bilmediği kalplerinin kıyısında köşesindeki kısma dokunacak bir sanatçı çıkmayacak karşılarına belkide, malesef popüler kültürün pençesinde gerçek hisleri anlatan sözlerden uzak tamamen ticari getiri sağlayan bireyler olarak sömürülüyorlar… Ayrıca röportajı okurlen kendi kendime sürekli “biliyodum yaa” diyip sırıtıp durdum, iyiki Teoman gibi bir sanatçının dönemimde var olmuş, konserlerine gitmiş ve o güzelim şarkılarında bize anlattığı samimi hikayeleri dinlemişiz… Artık… Read more »