Egoist okur

Henry James ve YAZARLIK CEHENNEMİ

19. yüzyılın en önemli edebiyatçılarından Henry James refah içinde yaşanan ideal bir yazarlık hayatı mı sürdü, yoksa kıskançlığı ve para hırsıyla kendi cehennemini mi inşa etti? Bir roman bunun cevabını elbette veremez, ama üzerine düşünmenizi sağlayabilir… David Lodge’un “Yazar, Yazar” adlı kitabından hareketle kaleme alınan bu yazıyı, Henry James’in hayatındaki üç dönemin, masumiyet, olgunluk ve refah çağının fotoğrafları eşliğinde okuyun…

Henry James ve YAZARLIK CEHENNEMİ

Epey zaman önce, bir röportaj için Teoman ile Hamdi Koç’u buluşturmuştum. Koç’un, “İdeal yazar çok acı çeken değil, Henry James gibi refah içinde yaşayandır” olarak algılanan cümlesi ortalığı birbirine katmıştı.

Yıllar sonra hatırlattım. “İdeal yazar refah içinde yaşayan yazardır demek istememiştim aslında, kastettiğim ideal yazarlık hayatının refah içinde yaşanan bir hayat olduğuydu” dedi. “Henry James’i de çok rahat bir hayat sürdüğü, hastalıklarla ya da başka dertlerle uğraşmak zorunda kalmadığı için kıskanmışımdır. Kim kıskanmaz ki?”

İngiliz romancı David Lodge’un Yazar, Yazar’ını okuyorum. Bir Kadının Portresi, Güvercinin Kanatları ve Washington Meydanı’nın yaratıcısı Henry James’in ideal yazarlık hayatının, pek de o kadar ideal sayılmayabileceğinden dem vuruyor.

“Bazen bir romanın girişinde öykünün ve karakterlerin tümüyle kurgusal olduğunu belirten bir not düşmek uygun düşer. Elinizdeki kitap içinse başka bir açıklama yapmak gerekiyor. Bu öyküde geçen her şey gerçek kaynaklara dayanmaktadır ve önemsiz bir istisna dışında, bütün karakterler gerçek insanlardır” diyen Lodge’a göre Henry James hiç hazzetmediği yazarlar listesinde ilk sıraları alan Oscar Wilde’ın aksine, yazmayı yaşamaya tercih etmiş. İdeal hayat için bence gayet kötü bir seçim! En büyük arzusu ün ve servet sahibi olmakmış. Başka yazarların başarılarına haset ederek yaşamış. İnsanlara, hele kadınlara önce yakınlaşıyor, sonra kitaplarında kullanmak üzere onların arzularını, korkularını, kederlerini bir kenara not ediyormuş. 19. yüzyıl romanının en güçlü ve canlı kadın karakterlerinden birkaçını yaratması belki bundan. Çevresindekileri romanlarına malzeme olsunlar diye kışkırtmayı ihmal etmezken aklında hep tek bir fikir oluyormuş: “Bundan iyi bir hikaye çıkar mı?” Bencilmiş; onun sağlığı, onun huzuru, onun rahatı her şeyden önce geliyormuş. Minicik bir siteme bile katlanamıyor, canı sıkılınca sırra kadem basıyormuş.

Mesela, sevgilisi ve meslektaşı Constance Fenimore Woolsey depresyona girdiğinde, onu İtalya tatilinin tam ortasında sap gibi bırakıp kaçmış. Tek dostu George Du Maurier’nin ilk romanı Trilby muazzam satış rakamlarına ulaştığında kıskançlıktan hasta olmuş, ve o güne dek hep tiyatronun estetikten yoksun, bayağı bir sanat olduğunu iddia ettiği halde, fikir değiştirerek Guy Domville adlı oyunu yazmış. Seyircinin ortalığı “Yazar, yazar” diye inleteceği anı hayal ediyormuş. Lakin öyle olmamış, ilk gece perde, yuhalama sesleriyle kapanmış.

Fakat bu kadar büyük bir yazara haksızlık etmek olmaz. Henry James yaşadığı görkemli hezimetin hemen ardından romana geri dönerek en başarılı yapıtlarını yazdı, arzuladığı refaha da o zaman kavuştu. Du Maurier’nin asrın en çok kazanan kitabı ünvanını alan Trilby’sine gelince, artık onu edebiyat öğrencileri bile okumuyor.

Henry James’in tüm bu ün, başarı ve şöhret arzusuyla aslında ruhunu kısıp kavuran cinsel arzuları, daha doğrusu eşcinsel eğilimlerini bastırdığını ima eden David Lodge, okuması çok zevkli belge-romanında Henry James’in gözünün yaşına bakmıyor, ona hiç acımıyor. Yine de satır aralarında duyduğu hayranlığı seziyorsunuz. Üstelik bu hayranlığa derin bir anlayış, şefkat ve yakınlık da eşlik ediyor. James’in hissettiklerini herhalde en iyi Lodge anlıyor. Hangi yazar içi burularak, imrenerek, onun yerinde olmayı arzulayarak izlememiştir ki bir başka yazarın başarısını? Ve Hamdi Koç’un da itiraf ettiği gibi hangi yazar kıskanmaz ki refah içinde yaşanmış bir yazarlık hayatını?

İçinde üç yaşındaki miniminnacık bir Agatha Christie’nin bile bulunduğu  hatta Henry James’in karşısına bir nevi hayalet gibi çıktığı (tabii o zamanlar soyadı başkaymış) bu romana dair yazımı enteresan bir ayrıntıyla bitirmek istiyorum… David Lodge’un Yazar, Yazar’ı yayınevine teslim ettiği tarih 2004’müş. O yıl garip bir yıl olmuş; Colm Tóibín’in Master’ı, Emma Tennant’ın Felony’si ve Allan Hollinghurst’ün Booker ödüllü The Line of Beauty’si gibi, Henry James’i konu eden birçok roman çıkmış. Eleştirmen Terry Eagleton’ın “Astrolojik kavuşumlar James’e karşı mı çalışıyor acaba?” diye espri yapmasına yol açacak kadar acayip bir tesadüfmüş bu. Düşünün; Hamdi Koç-Teoman röportajının tarihi bile 2004.

Haliyle bütün bu yazarların o yıl durup dururken Henry James’e takmasının sebebini çok merak ettim. David Lodge da merak etmiş. Şimdi “Bütün bu tesadüflerin anlam ve önemi üzerine düşünmeyi Zeitgeist, yani çağın ruhu öğrencilerine bırakıyorum” diyor.

Gülenay Börekçi

Subscribe
Notify of

6 Comments
oldest
newest most voted
Inline Feedbacks
View all comments
13 years ago

Henry James öykülerinde sözde ‘yaşanmamış hayat’ları anlatırken, aslında dış dünyada olup biten olaylarla değil, olayların karakterlerde bıraktığı izle ilgileniyor ve aslolanın (yazmaya değer asıl malzemenin) bu olduğunu söylüyor. (Bunun sebebi psikalalizle ilgilenmiş olması, kardeşinin de ünlü bir analist olması olabilir.) Erdemin Öyküsü isimli kısa öyküsünde yazar okuyucuya aslında bütün yapıtlarının anahtarını veriyor, şu ‘yazmak-yaşamamak’ ve ‘başkalarının yaşamından malzeme çıkarmak’ konularına nasıl baktığını anlatıyor. Ünal Aytür “Kısa Romanlar Uzun Öyküler”in önsözünde bu öykü için (aslında bu önsözün kitabı okuduktan sonra okunmasını tavsiye ederim – öykünün sürprizinin bozulmaması için) şöyle yazmış: “James için yaşamak, dış dünyada geçen birtakım olaylara katılmak değil, dış… Read more »

13 years ago

Erdemin Öyküsü, İletişim’den çıkmış Kısa Romanlar Uzun Öyküler’de yer alıyor. Kitapta Madam de Mauves, Daisy Miller ve Ormandaki Canavar öyküleri de var. Ormandaki Canavar da ‘yaşanmamış hayatlar’ üzerine, çok güzel… (Benim kişisel favorim hep Yürek Burgusu olarak kalacak ama..:))

13 years ago

pardon karıştırmışım, İletişim değil, İş Bankası Kültür Yayınları (Hasan Ali Yücel Klasikler dizisi)

13 years ago

Benim de favorim Yürek Burgusu. Ormandaki Canavar da çok güzel ama. Ayrıca ben Daisy Miller’ı da severim. Demek ki öteki hikayeyi okumak şart oldu :) Teşekkür ederim.

efsun guztoklusu
12 years ago

benim sevdiğim ‘Kuğunun Kanat’larıdır.sınıf çatışmasını karakterlerin içsel yolculuğu ile anlatan nefiss bir baş yapıttır.800 sayfa olması ve olayların yerine karakter analizlerinin yer aldığı uzun bir kitaptır.Bu nedenle kitap kulübümüze önerdiğimde herkes nezaketen okumayı kabul etti ama bitiremedi.ayrıca filminde başrol oynayan helena bohem carter’a oscar adaylığı getirmiştir,Tiyatroya da uyarlanmıştır.