Egoist okur

3 Temmuz, Paris: Jim Morrison’ın öldüğü yerden izlenimler

70’lerin başında görüp görebileceğiniz en tuhaf ve büyüleyici devrimi yaparak 5 yıl gibi kısa bir sürede müzik tarihini değiştiren adam, yani The Doors kültünün tanrısı, müzisyen, şair ve hayalci Jim Morrison, ölümünün 40. yılında Paris’te anıldı. Mezarı ziyaret edenler arasında grup arkadaşları Ray Manzarek ve Robby Krieger da vardı, dünyanın dört bir yanından gelen Morrison hayranlarına bir de konser verdiler. Egoist Okur takipçilerinden Yankı Enki de orada, nasıl derler “dostlarlaydı”… Yankı’yı tanımıyorum, hakkında bildiğim editör olduğu; Virgül, Özgür Edebiyat, Parşömen, Patika, Sıcak Nal gibi dergilerin yanı sıra çeşitli gazetelerin kitap eklerinde yazdığı. Yankı Enki 3 Temmuz’da Paris’te Jim Morrison’ın da, müziğin de ölmediğine tanık oldu….

 3 Temmuz 2011 Pazar sabahı, Bastille Meydanı’nın birkaç yüz metre ilerisindeki Rue de Beautreillis 17 numaranın önü Jim Morrison’ın sevenleriyle yavaş yavaş kalabalıklaşmaya başlıyor.

3 Temmuz, Paris: Jim Morrison’ın öldüğü yerden izlenimler

Tam 40 yıl önce bugün, fırtınalı The Doors konserlerine ara verip şiirlerine odaklanmak için Paris’e yerleşen 27 yaşındaki Morrison, banyosunun küvetinde ölü bulunmuştu. Hayata veda ettiği 3 Temmuz sabahından Pere Lachaise’e gömüldüğü 7 Temmuz sabahına kadar da 17 numaralı dairesinde sevgilisi ve arkadaşları tarafından bir buz torbası içinde saklandı. Dünya henüz bir yıldızın kaydığını öğrenmemişti.

17 numaralı apartman, az ilerisindeki Victor Hugo’nun evi gibi müzeye çevrilmiş bir mekan değil. Apartmanın içine yabancıların girmesi hoş karşılanmıyor. Evin önündeki kalabalık sadece uzaktan bakmakla yetinmek zorunda. Fotoğraf çekenlerin açıları bile sınırlı. Sanki birden kapılar açılacak ve Morrison dışarı çıkacakmış gibi bekleyen insanlar, apartmanın tam karşısındaki kafeyi doldurmuş, garsonun sesini yavaş yavaş yükselttiği Doors şarkılarını dinlerken, Jim Morrison’ın yürüdüğü sokaklara adım atmanın büyüsünden bahsediyorlar. Turistik gezilerinin programı gereği geçerken uğrayan Avrupalı ve Amerikalılar da var etrafta, sadece 40. ölüm yıldönümünü anmak ve akşamki Ray Manzarek ve Robby Krieger konserini izlemek için gelen tutkulu hayranlar da… Bu kalabalığın bir kısmı çevredeki kafelerde düzenlenen şiir okuma etkinliklerine ya da Jim’in Paris’te sürekli uğradığı otel ve kafelere düzenlenen turlara katılacak, ama büyük bir kısmının buradan sonraki durağı Morrison’ın mezarı olacak.

Bir apartman sakini binaya girip kapıyı yüzünde küçük bir tebessümle aralık bıraktığında, kafedeki hayranlar heyecanlanıyor, kimisi kafasını içeri uzatıyor ama kimse girmeye cesaret edemiyor. Birçok kişinin üzerinde 40. yıldönümü için özel tasarlanmış ve sırtında Five To One şarkısının ünlü dizesi “No one here gets out alive” [Kimse buradan sağ çıkamaz] yazılmış Morrison tişörtleri var. Bu söz, Morrison’ın öldüğü evin kapıları karşısındayken artık daha derin bir anlam kazanıyor sevenleri için.

Aniden çevresini küçük bir kalabalığın sardığı biri yaklaşıyor sokağın girişinden. Yürüyüşüyle, kıyafetiyle ve güneş gözlükleriyle tam bir Jim Morrison görüyoruz. Onun adı Tom ve idolünden tek farkı bir cep telefonunun olması. İnsanlar birden Tom’la poz vermeye başlıyor. Tom belli ki bir Doors tutkunu. Paris’in banliyölerinde yaşıyor ve her ay buraya gelip Morrison’ı andığını söylüyor. Sabah erken saatlerde mezarlığı ziyaret ettiğini ve orada Manzarek ile Krieger’ı gördüğünü de ekliyor.

Pere Lachaise’e daha girmeden bile çok kalabalık bir kitleyle karşılaşacağım belli. Biri yine ölüm yıldönümünde olmak üzere daha önce 4 kez ziyaret ettiğim mezarın başında 200-300 kişilik bir kalabalık var. Daha fazlası ise mezarlık çevresinde zaman geçiriyor ve az ilerideki Doors şarkılarıyla inleyen barda biralarını yudumlayıp yaklaşan konseri bekliyorlar. Morrison’ın mezarı başında bir koro var adeta. Bütün Doors şarkıları sırayla hep bir ağızdan söyleniyor. Mezarın üzeri çiçekler ve posterlerle kaplı. İki mum yanmaya devam ediyor. 10 civarında güvenlik görevlisi var çevrede, ama ziyaretçilerin anmasına engel olmadan görevlerini yapıyorlar.

Bu akşam sadece Ray ve Robby’nin konseri yok Paris’te. Aynı saatlerde, büyük ihtimalle bu konsere bilet bulamayanların görmeye gideceği The Doors Alive adlı tribute grubu da sahne alıyor. Grubun vokalistiyle karşılaşıyorum Morrison’ın mezarı başında. Akşam konsere gelip gelmeyeceğimi soruyor, ancak Ray ve Robby’yi görmeye gideceğimi söylediğimde ufak bir tebessüm beliriyor yüzünde.

Morrison’ın mezarından uzaklaşırken, onlarca hayranın korosu kulakları çınlatmaya devam ediyor. Az ilerideki barda tanıştığım 40’lı yaşlardaki iki İngiliz, hallerinden çok memnun gözüküyor, çünkü 1991’deki olaylı 20. yıl anmasında da buradaymışlar. 1991’in 3 Temmuz’unda binlerce insan mezarlığa sokulmayınca polisle çatışmaya girmiş, arabaları ateşe vermişlerdi. Bugün yine kalabalık, ama daha huzurlu ve eğlenceli bir atmosfer var Pere Lachaise çevresinde.

Ve konser saati geliyor. Le Bataclan’ın önünde uzun bir kuyruk var. Aniden Jim Morrison tutkunu Tom’la yeniden karşılaşıyoruz. Arkadaşlarının en önde yer kaptıklarını söyleyip heyecanla benim de onlara katılmamı teklif ettiğinde kendimizi sıranın en önünde buluyoruz ve Robbie Krieger’la Ray Manzarek’i iki saatten fazla bir süre boyunca neredeyse dokunabileceğimiz kadar yakın bir mesafeden izliyoruz.

Ray ve Robby, yasal nedenler yüzünden The Doors adını kullanamıyorlar. Paris’te başlayan bu turne için Ray Manzarek and Robby Krieger of the Doors adını seçmişler. Ray artık 70’ini devirmiş biri, Robby ise 70’ine yaklaşmış. Seyirciler arasında annesiyle, babasıyla gelenler de var. ben babam sayesinde Doors’la nasıl tanıştığımı anlatırken, babasının kendisi sayesinde Doors dinlemeye başladığını anlatanlar da yok değil. The Doors, kuşakların da kapılarını açmış görünüyor.

Saat 20.30’da Doors sevenlerin çok yakından bildiği bir anonsu duyuyoruz: “Ladies and Gentlemen, from Los Angeles California…” Ve Roadhouse Blues ile açılıyor tarihi konser. Ray ve Robby’ye ünlü Doors tribute grubu Wild Child’ın vokalisti olan Dave Brock eşlik ediyor bu turnede. Break On Through, Strange Days, When the Music’s Over gibi klasiklerden sonra Ray Manzarek bir sürprizi paylaşıyor. “Sadece Jim’in ölümünün 40. yıldönümünü anmıyoruz, son albümümüz L.A. Woman’ın da 40. yıldönümünü kutluyoruz, o yüzden bu albümü baştan sona çalacağız,” diyor. Böylece Riders On the Storm ile biten uzun bir yolculuk başlıyor. Ara verip geri döndüklerindeyse Love Me Two Times ve Five To One ile seyirci kendinden geçiyor. Son parça hangisi olacak derken Ray Manzarek Light My Fire’ın girişini çalmaya başlıyor klavyesinde. The End’i çalmıyorlar, ama konser son buluyor.

Konserin ardından gözyaşlarına boğulanlar ve salonu terk etmeyenler var. Büyük bir kalabalık ise arka kapıya yığılıp Ray ve Robby’nin çıkışını bekliyor. Aniden siyah bir araç kalabalığı yarıp Paris sokaklarında kayıplara karışıyor.

When the Music’s Over şarkısında “Müzik sona erdiğinde,” diyordu Morrison, “ışıkları söndürün.” Konserden iki gün sonra bir gece vakti yine uğradığım Rue de Beautreillis 17 numaranın 3. katında, Jim’in dairesininkiler miydi bilmiyorum ama bazı ışıklar sönmemişti hâlâ. Tek bildiğim, müziğin sona ermemiş olduğuydu.

Yankı Enki

 

O günün albümü

Subscribe
Notify of

0 Comments
Inline Feedbacks
View all comments