Egoist okur

Woolf hadisesi hatırlattı: “En iyi yazar, ölü kadın yazardır”

“Küçük yaşta yazarlığa, 59 yaşında mezarlığa adım attı. Dalgalarla sörf yapıp, nehir bile denmeyecek bir kaşık suda boğuldu. Bilinç akışı mı, nehir akışı mı? Odalarda ışıksızdı. Paranoyaklığı zaten Shakespeare’in olmayan kız kardeşi üzerine saatlerce konuşmasından belliydi. Geri gelir mi? Gelirse gelsin, kim korkar bakire kurttan? Bkz: Nicole Kidman.”

5 Çayı’nda Tolga Meriç’le bu hafta yukarıda okuduğunuz ve hepimizi irkilten Virginia Woolf biyografisinin başlattığı fırtınayı konuştuk. Gördük ki biz ne biyografi yazmayı biliyoruz, ne de kitap arkası yazısı… Daha beteri, protesto sanatında basbayağı dökülüyoruz. Ölü kadın yazarlara olan zaafımızsa, göz yaşartıcı. Başlayalım…

5 cayi tolga meric gulenay borekci egoistokur virginia woolf

Gülenay Börekçi + Tolga Meriç

İthaki’nin Woolf biyografisi üzerine kafamıza takılanları ve “hangi” kadın yazarları daha çok sevdiğimizi konuştuk

Gülenay: Tolga, duydun mu “Kendine Ait Bir Oda”nın başındaki mini biyografi için kopan gürültüyü?

Tolga: Nasıl duymam Gülenay, ortalık yıkıldı. Sosyal medya sağ olsun.

Gülenay: Aynı yayınevinin diğer mini biyografileri tuhaf. Stefan Zweig için, “Hiçbir şeyden çekmedi dünyada, Nazilerden çektiği kadar. Yazık oldu Zweig Efendi’ye” yazmışlar mesela. Espri konusu yaptıkları şeye bak! Öte yandan Woolf biyografisine gösterilen tepkinin boyutları da korkunç, gözlerime inanamadım. Eşkıya mısınız siz, Ku Klux Klan mısınız, nesiniz, yayınevinin kapısına çarpı çizmek, ofisi basıp duvara kan renginde “Virginia uyandı” yazmak ne demek? İnsanı yanlışı onaylamaya değil tabii ama yanında durup onu müdafaa etmeye sevkediyorlar. En iyisi biz, bu yetiyetme usulü vandallık olmamış gibi yapıp esas meseleyi konuşalım. Neydi Virginia Woolf biyografisinde okuru rahatsız eden sence?

Tolga: Yayınevi kullanılan eril dilden dolayı özür diledi. Sadece bu açıklama bile, rahatsızlığın da, özrün de, seviye olarak bayağı bir yukarılarda gezindiğini gösteriyor. Ben yine sosyal medya sağ olsun diyeyim.

Gülenay: Sen rahatsız oldun mu? Ben kendi adıma, yazanın espri üzerine espri patlatmasını özenti buldum. İfadelerin uydurukluğu bir yana, büyük bir yazarı sadece ölümüyle tarif etmek bana sığ geldi. Öte yandan, iyi de oldu bir bakıma. Kitap arkası yazılarına dair konuşalım istiyorduk ne zamandır, bize vesile yarattı.

Tolga: Ben okurun, yazar ya da kitapla gireceği ilişkiye aşırı müdahale içerdiği, ilişkinin ciddiyetini ve seviyesini en başından yok edip aşağı çektiği için rahatsız oldum. Şu da var: Diyelim ki siz bana kendi ilişkimiz içerisinde “Tolgiş” diyorsunuz ya da başka bir şey, fakat herhalde beni birisine tanıştırırken de “Tolgiş” demezsiniz, değil mi?

Gülenay: Düzeltelim, ben kimseye “Tolgiş” demiyorum, yanlış anlaşılmasın.

Tolga: (Gülüyor) Bu tür bir tanıştırma hürmetsizliğiyle de rahatsız ediyor o biyografi. Aynı yazı, başka bir yerde, mesela komik bir yazarlar galerisi kitabında hiç rahatsız etmeyebilirdi. Demek ki, o yazının yeri orası olmadığı için de rahatsız edici. Bir de, kabul edelim ki, ölüler ya da ölü yazarlar karşısında birçoğumuz hâlâ dindarız. O biyografiyi yazanlar da öyle. Çünkü “Müslüman” mahallesinden yazarlar seçmemişler sonuçta. Hadi Tanpınar’ı, Sait Faik’i, Hüseyin Rahmi’yi falan öyle biyografilerle sunsunlar da görelim, dediğim anlamda dindar değillerse.

Gülenay: O yok ama başka bir şey var. Hatice Meryem, Tezer Özlü’yü hep “Hüzünlü, mahzun, gamlı prenses”, “Türk edebiyatının lirik prensesi”, “Edebiyatımızın nostaljik prensesi” gibi nitelemelerle anmalarını eleştirmişti. (Şuradan okuyabilirsiniz.) “Yaşamdan uzak, ölüme yakın, intihara meyyal”, “kırılgan, çocuksu, hasta”, “kurban, sistem kurbanı”… Arka kapak yazıları, bu tip derinlikten yoksun laflar, berbat klişelerle dolu. Sylvia Plath’in hangisi olduğunu hatırlamadığım bir kitabının arkasına da “Amerikan edebiyatının melankolik prensesi” yazmışlardı. Bazı editörler, kadın yazarlar söz konusu olduğunda neden az sonra ilaçlı gazoz ikram edecekmiş gibi davranıyorlar acaba! Hep bir mazlumluk, bir boynu büküklük iması. İçlerinden, “Ah, ben orada olsaydım, sen bu hallere düşmezdin” diye geçiriyorlar sanki. En azından, bana verdikleri his bu.

Tolga: Galiba yine ölüm giriyor işin içine. Özellikle de erken ya da sıra dışı ölümler. Ve tabii, dikkat çektiğiniz gibi, daha çok kadınların ölümleri. Sonuçta, yaşayan hiçbir yazar, kitaplarının arka kapağında kendisinden “gamlı prenses” falan diye söz edilmesini kabul etmez herhalde.

Gülenay: “En iyi kadın ölü kadındır” diye bir laf var ya, Zizek’in de bayıldığı. Editörler için de en iyi yazar ölü kadın yazardır herhalde. (Zizek için bkz. “The Pervert’s Guide to Cinema”.)

Tolga: Şu da var: Konuştuğumuz iki yazar da, yaşamlarını edebiyatla deşifre etmişler. Herhalde bunun da o yakıştırmaları yapma hakkı tanıdığı sanılıyor. Ama bakın, arka kapak yazarları arasında bayağı tutmuş demek ki Tezer Özlü’ye yakıştırılanlar. O kadar tutmuş ki, Plath için de aynı okur kontenjanından faydalanmaya çalışmışlar. Yine şu dindarlık meselesiyle bitireyim: Duras’ı, hadi erken ölmediği için prenseslikten geçtim de, sultanlık makamından bile olsa alkoliklikle bir arada anabilirler mi sizce? Ya da Rhys’ı müptelalıkla?

Gülenay: Emin değilim, Dumas’nın “Kamelyalı Kadın”ının “Ben Onundum, O Herkesin” gibisinden garabet bir adla yayınlanabildiği bir memleket burası. Hem Sade için de “Yatacak yeri yok ama olsun, o işini ayakta da görüyor” yazmışlar, baksana. İster misin, Gertrude Stein’a “Talihsiz ilahe” falan desinler de görsünler günlerini.

Gülenay Börekçi + Tolga Meriç

11 Mart 2016

Subscribe
Notify of

15 Comments
oldest
newest most voted
Inline Feedbacks
View all comments
8 years ago

söyleşinizi okuyunca buraya not düşmek istedim: tezer özlü’nün, woolf”ün, plath’in, nilgün marmara’nın hayatları ile eserleri arasında mutlaka bir ilişki var. metinlerinin anlam alanını salt yazarların biyografilerindeki trajik unsur üzerinden belirlemek okuyucunun da yayıncının da işine geliyor sanıyorum. hüküm verme, değerlendirmek konusunda tembellik göze çarpıyor. woolf’ün günlüğünü, mektuplarını okumuştum, onu hassas, intihara meyilli olarak gören birçok okuyucuyu şaşırtacak, hatta hoşuna gitmeyecek unsurlar içeriyor (sözgelimi hizmetçiler hakkında söylediklerine bakınca duyarsız bir burjuva, diyebilir okuyucu. başka yazarlar hakkındaki yargıları da kibirli bulunabilir. arkadaşlarının arkasından söyledikleri pek de dost canlısı olmadığını düşündürebilir). tezer özlü’nün almanya defterini gördüm: gezmiş, dolaşmış, fotoğraflar, kartlar, birçok mekanın broşürleri… Read more »

8 years ago

yok zaten. orada amaç gündemin ilgi uyandıran konusu üzerinden dikkat çekmek. eseri olamayan ama kendilerini göstermek isteyen insanların yapacağı bir hamle bu.

kaynak gösterir misiniz? laf nerede var? zizek nerede bayılmış? zizek bayıldığında laf da orada mıymış? laftan dolayı mı bayılmış yoksa kendi kendine mi bayılmış? bayılmayı gören olmuş mu? lafı da görmüşler mi? bayılmayla lafın bağını nasıl kurmuşlar?

zizek söze bayılmamış. vertigo’daki scotty örneğinde eril libidinal ekonomiyi tarif etmek için söylemiş.
evet üslubum ayrı nezihtir teşekkürler ama işim hiç zor değil.
benim işim sizin işinizin zor olduğunu göstermekten ibaret.
bizim felsefemiz sizin eğlenceniz olmayacak.
iyi çalışmalar.

Günaydın diyelim o zaman.

Felsefeyi saklamak istemiyoruz sadece etikle estetiki ayırt etmeden edemiyoruz, Kierkegaard’ın dediği gibi.

İsmail yaprak
8 years ago

İthaki Yayınları’nın Virginia Woolf biyografisi konusunda kopan kıyamet, doğrusu güzel bir teorik tartışmanın fitilini ateşleyebilir. Tartışacağımız şey ne olacaktır peki? Elbette tabularımız. Biz sevdiğimiz şeylere fazla bağlanan, ona toz kondurmayan, hatta nerdeyse ona tapan, cemaatçi bir toplumuz. Bizde bir şeyin çok sevilmesi demek o şeyin direkt tabu haline gelmesi demektir. Dolayısıyla bu çok sevilen şeyler etrafında bilinçsizce bir övgü yağmuru yaratılır ve insanlar kendiliğinden bir tabu yarattıklarını bilmezler. Örneğin Kemal Sunal’ı, Adile Naşit’i, Münir Özkul’u filan bizim ülkede herhalde sevmeyen, bu insanlarla duygusal bağ kurmayan vatan evladı mevcut değildir. Çeşitli ortamlarda örneğin Adile Naşit’ten veya Kemal Sunal’dan zerre hazzetmediğimi ne… Read more »

8 years ago

isimler aynı soyadlar da ilişkili aslında. “pelit” ağaç. oğuz atay’ın kitapların başındaki o kısa biyografiler hakkında tutunamayanlar’da yazdıkları aklıma geldi. sonra o metinleri hiç okuma gereği duymadığımı da düşündüm. niye? bir yazarı merak ediyorsam onun hayatının, hakikatinin, tecrübesinin peşine düşerim. bir paragraflık biyografi beni kesmez. zor kandırılan, zor tatmin olan okuyucuların varlığı yayıncılığın da, sanatın da çıtasını yükseltir. okuyucu daha fazlasını talep edebilmeli. eskiden okuyucu arz edilene razı olmak zorundaydı. ama şimdi rekabet var. yayıncılar sosyal medya sayesinde okuyucunun kolayca ulaşabileceği bir yerde duruyor. ithaki tepkiyi görüp geri çekildi. okuyucu çok kısa sürede sonuç aldı. üstelik okuyucuyu kitabın dışından da… Read more »