Egoist okur

Susan Sontag ve cinayet ayarında fotoğraf

Amerikalı yazar Susan Sontag,“Fotoğraf Üzerine” adlı kitabında, fotoğrafın ve fotoğrafla ilişkimizin, uçları cinayete varan kederli karanlığını aydınlatıyor.

Belki başka bir hayatta: Bir kitap, bir film + bir sahaf dükkanı

susan sontag egoistokur

Cinayet ayarında fotoğraf

“Alice Yatakta”, “Ben Vesaire”, “Yanardağ Sevgilim” ve “Metafor Olarak Hastalık: AIDS ve Metaforları” gibi kitaplarıyla tanıdığımız Susan Sontag, yine zihinleri altüst eden bir kitapla karşımızda: Kitabın adı “Fotoğraf Üzerine”. Osman Akınhay’ın, nefis çevirisiyle dilimize kazandırdığı kitapta Sontag, bu defa fotoğraf dediğimiz şeye bakıyor ve baktığı yerde yine insanı, yine zihni görüyor. Alabildiğine derin ve karmaşık saptamaları en yalın halleriyle kâğıda dökerek, okuruna yeni bir eşik atlatıp unutulmaz bir deneyim yaşatıyor.

Susan Sontag fotoğraf üzerine düşündüğü bu kitabında, kendi deneyimlerini de paylaşıyor okurla. Fotoğrafla ilişkisini başlatan dönemeci anlatırken, “Herhangi bir insanın vahşetin en amansız boyutlarını gösteren fotoğraflarla ilk defa karşılaşması bir tür ifşadır,” diyor. Kendisi bu ifşayı 1945’te yaşıyor. Nazi kamplarına ait bir fotoğrafla. Ne olduklarını anlaması yıllarını alsa da, o fotoğrafları görmeden önceki ve gördükten sonraki dönem olarak ikiye parçalanıyor hayatı. “Bir sınıra dayanmıştım ve bu salt dehşetin sınırı değildi,” diyor Sontag. “Tesellisi mümkün olmayan bir kedere düşmüş, yaralanmıştım, ama duygularımın bir kısmının katılaşmaya başladığını da hissetmiyor değildim; içimde bir şey ölürken, bir şey de hâlâ feryat edip duruyordu.” Bu parçalanmışlığın, fotoğrafın yarattığı mıhlayıcı uyuşturulmuşluğun, yazarı yıllar sonra ulaştırdığı sonuçlardan biri de şu oluyor: Istırap çekmek bir şeydir, o ıstırabın fotoğraf görüntüleriyle yaşamaksa başka bir şey.

Ele geçirme acısı

Sontag’a göre, bir şeyin fotoğrafını çekmek, fotoğraflanmış olan o şeyi ele geçirmektir. Fotoğraf toplamaksa dünyayı biriktirmektir. Aynı zamanda, fotoğraflar kanıt teşkil ederler. Hakkında bir şey işitip de şüpheyle karşıladığımız bir şey, bize fotoğrafı gösterildiğinde kanıtlanmış sayılır. Çünkü bir fotoğrafın gözle görülür gerçeklikle ilişkisi, diğer taklit etme nesnelerine kıyasla daha masumane ve bundan dolayı daha doğrudur.

Fotoğraf üzerine düşünmeye bu ve benzeri saptamalarla başlayan Sontag, “Avrupa ve Amerika’nın sanayileşmekte olan ülkelerinde, aile kurumunun kendisinin kökten ameliyata alınmasıyla birlikte fotoğrafın da aile hayatının bir ritüeline döndüğünü görürüz,” diyerek fotoğrafın saklı kalmış alanlarına ve anlamlarına açılıyor. “Çekirdek aile adı verilen o klostrofobik birim çok daha büyük bir topluluğu temsil eden geniş aileden koparılıp çıkarılırken, fotoğraf da aile hayatının tehdit altındaki sürekliliğini ve süreç içinde kaybolmakta olan genişliğini hatıralaştırmaya, sembolik düzlemde yeniden oluşturmaya yaramaktadır. İşte bu hayali izler –fotoğraflar– dört bir yana dağılmış akrabaların sembolik varlıklarının birer nişanesidir. Bir ailenin fotoğraf albümü, genellikle geniş aileyle ilgilidir ve çoğunlukla da geniş aileden geriye kalan tek şeydir.”

Fotoğraf bu örnekte olduğu gibi değişime gizlice isyan etme aracı olarak kalmıyor sadece; Sontag’a göre, fotoğrafın bizzat kendisi de değişime yol açıyor. Fotoğrafın yaygınlaşmasıyla birlikte “tarihte ilk defa çok sayıda insan, kısa sürelerle hep bildikleri çevrenin dışına çıkmaya” başlıyorlar gezmek için. “İşte, zevk için yapılan bu gezilere, yanında bir fotoğraf makinesi olmadan çıkmak kesinlikle doğal görünmeyecektir. Fotoğraflar, çıkılmak istenen gezinin yapıldığının, belirlenen programın uygulandığının ve arzu edilen eğlencenin yaşandığının tartışma götürmez kanıtları işlevini görecektir.” Ya da, bir fotoğraf makinesiyle dolaşmak, işe boğulmuş insanın tatildeyken çalışmıyor olmasının ve kendisinden eğlenmesinin beklenmesinin doğurduğu kaygıyı yatıştırmaya yarayacaktır.

Bıçak sırtında

Sontag, “Metafor Olarak Hastalık” kitabında amacının zihinleri rahatlatmak olduğunu söyler. Bu defa da aynısını yapıyor ve fotoğraf söz konusu olduğunda ikircikli kaldığımız konuları deşebildiğince deşiyor. Mesela savaş fotoğrafları karşısında düştüğümüz çelişkiye şöyle eğiliyor: Fotoğraf çekmeyi özünde bir karışmama, yani müdahil olmama eylemi olarak aldığımızı belirten yazar, kendimizi rahatlatırken, “müdahale eden kişinin kayıt yapamayacağı, kayıt yapan kişininse müdahale edemeyeceği” mantığını kurduğumuzu ileri sürüyor. Ve hemen ilişkideki suç ortaklığına çeviriyor bakışını: “Fiziksel müdahaleyle aynı anlama gelmese de, bir fotoğraf makinesi kullanmak yine de bir katılım şeklidir. Fotoğraf makinesi bir gözlem istasyonu işlevi görse de, fotoğraf çekme edimi pasif gözlemde bulunmayı aşan bir edimdir; cinsel dikizcilik gibi, halihazırda cereyan etmekte olan olayı sürdürmeyi teşvik etmenin en azından örtük, genellikle de açık bir yoludur.”

Ama Sontag, böyle kritik konularda her zamanki gibi serinkanlı ve kuşkucu. Fotoğrafın ya da fotoğrafçının sınırlarını kılı kırk yararak çiziyor. Fotoğrafçı ile konusu arasında mutlaka bir mesafe bulunduğuna dikkat çekiyor. “Fotoğraf makinesi, tamam, istismar edebilir, zorlayabilir, hak ihlal edebilir, çarpıtabilir, sömürebilir ve metaforun en uç anlamıyla suikastta bulunabilir ama ırza geçmez, hatta sahip bile olmaz.”

Ölüm halesi

“Yeterli zamana sahip olduğu takdirde birçok fotoğraf kendince bir hale kazanacaktır,” diyor Sontag. Ama bu, fotoğraf çekilirken duyduğumuz tedirginliği yatıştırmaya yetmiyor. “İlkel insanlarda görüldüğü şekilde kendi hayat ilanları ihlal edildiği için duyulan bir korku değil, fotoğraf makinesinin kendilerini onaylamamasından duyulan bir korkudur bu. Çünkü herkesin arzusu, kendisinin idealleştirilmiş görüntüsünü –kendilerini en güzel gösteren fotoğrafı– elde etmektir. Fotoğraf makinesinden çıkan şey, kendilerini gerçekten olduklarından daha güzel gösteren bir görüntü olmadığında herkes bir şekilde azarlanmış duygusuna kapılır.”

Kaldı ki, fotoğraf şu riski de içerir: Fotoğraf makinesi, normal diye adlandırılan insanların, onları anormal hallerde gösterecek şekilde pozlarını yakalamak gibi bir ayrıcalığa sahiptir. Ya da portre resimler kişiyi kendiliğinden yüceltme işlevi taşırken mesela, fotoğrafın kendisinde, portre resimlerin tam tersine, kişiyi ucuzlatan bir şeyler saklıdır.

Sontag zihinlerimizi rahatlatırken, hemen görülebileceği gibi acıtıcı bir dürüstlükten yana ve çoğu zaman soluğunu ensemizde duyuruyor: “İnsanların fotoğraflarını çekmek aslında, onlara kendilerinin kendilerine asla bakmadıkları şekilde bakarak, onlar hakkında kendilerinin asla sahip olamayacakları bir bilgi edinmiş olarak hürmetsizlik etmek anlamına gelir; yani insanların fotoğraflarını çekmek, onları sembolik yolla sahip olunabilecek nesnelere dönüştürür. Tıpkı fotoğraf makinesinin silahın yüceltilmiş bir hali olması gibi, birinin fotoğrafını çekmek de yüce bir cinayet (kederli, korku dolu bir zamana yaraşır bir yumuşak cinayet) işleme ayarındadır.” Ve zaten fotoğrafın kendisi de ölüme dairdir. Çünkü fotoğraf çekmek, başka bir insanın ölümlülüğüne, incinebilirliğine ve dönüşebilir haline dahil olmaktır. ”Fotoğraflar masumiyeti sergiler, kendi yıkımlarına doğru ilerleyen hayatların zayıflığını gösterir ve fotoğraf ile ölüm arasındaki bu bağ, bir hayalet gibi bütün insan fotoğraflarının üzerinde gezinir.”

Tekinsiz naiflik

Kitabında birçok ünlü fotoğrafçının yapıtlarını da ele alan Sontag, 1960’larda ucubeleri, mankafa insanları ve delileri fotoğraflayarak şimşekleri üzerine çeken Diane Arbus için şöyle diyor: “Eserlerinin en çarpıcı yönü, dikkatini kurbanlara, talihsiz insanlara yoğunlaştırarak, ama böyle bir projenin hizmet etmesinin beklendiği gibi müşfik bir amaç da gütmeden, sanat fotoğrafçılığının en güçlü girişimlerinden birine kalkışan bir görünüm sunmasıdır. Arbus’un fotoğrafları (dehşetengiz olanı kabullendikleri haliyle) mesafeye, ayrıcalığa, izleyiciden görmesi istenen şeyin gerçekten de öteki olduğu şeklindeki bir duyguya dayandıkları için, hem utangaçça hem de tekin olmayan bir naiflik ortaya koyarlar.”

Tolga Meriç

Subscribe
Notify of

2 Comments
oldest
newest most voted
Inline Feedbacks
View all comments
10 years ago

Benim fotoğraftaki yolculuğumda çok önemli bir yeri olan Susan Sontag’ u tekrar okumak ve düşünmek zevkliydi. Elinize sağlık. Doğa fotoğrafçısı açısında onun düşünceleri etkisinden yarattığım yazımın linkini de sizinle paylaşıyorum…. http://www.serkanmutan.com/2013/11/fotograf-siddet-ve-olum-uzerine.html
tekrar elinize sağlık….
serkan mutan