Egoist okur

Ahmet Büke’den bir öykü: BABA, OĞUL, ASKER

Ahmet Büke hem gülümsetiyor okuru, hem yüreğini dağlıyor mutlaka… Tatlı, kederli, şiirli, ruhlu, ne bileyim işte güzel yazıyor, değişik yazıyor. “Baba, Oğul, Asker” adlı bu öyküyü de Egoist Okur için yazdı…

Ahmet Büke: “Öyküyü takıntılı biçimde seven bir kuşak geliyor”

Baba, Oğul, Asker

Davul çalıyor, def vuruyor. Gürültünün, ağlamanın, küfrün bini bir para. Sonra ışıkları yakıp söndürüyor. Tepiniyor. Annesini çağırıyor mırıldanarak.

Ama bizi de bir ana doğurdu. Hepsi neyse bu fena geliyor. Ağlayanlar oluyor; ekmek parçalarını bırakıp gidenler… Düzenimiz kalmadı. Öyle demeyin ama, böyle giderse ölüm demek bizim için.

Şikayetimiz çoktur bu adamdan: Senden Melih senden.

***

“Ay kızım, korkuyorum. Bizim adam akşamları geç geliyor. Kapıda kilit kilit üstüne. Ama sesisini duydukça tüylerim dikeliyor vallahi.”

“Aman neresi gariban. Devletten alıyormuş aylığı tiring diye…Yok, çalışmıyor. Hep evde kız, ne işi.”

“İyi gel sen bu öğleden sonra. Çok yazacak haydi, öperim.”

***

Tarihi bakkallar yazar. Bu kesin. Siyasete bulaşmamış terzi yoktur ama son sözü hep bakkallar söyle. Onlar ağır parmaklarını pirince ve şekere daldırdıklarında mahallede uçan kuşun teleği titrer. Zaman ağırlaşır. Tezgâh üzeride sararan peynir parçaları bilir ki dükkanı saran koku paspasın ağır suyu değil o kadim tecrübenin kaynadığı imbiğin sesidir.

Bakkal Mümtaz sigarasının filtresini dişleriyle kopardı. Tükürdü yere. Yaktı sonra: Derin bir oh..

OH Bir oksijen ve bir hidrojen. Patlayıcı değil ama tehlikeli bileşim. Dünyanın ilk istihbarat hücresinin atom bağı.

Ulan bu adamı çözeceğim. Seni Melih seni. Ayda bir alışveriş torbalarıyla geliyor aynı adam. Benden bir karton Samsun alıyor. Eti Puf falan sardırıyor. Yarım kilo da yaz helvası.

O giderken balkona çıkıyorsun. Arkasından bağırıyorsun.

“Devrem, kaçamazsın kendinden. Kaçamazsın o ipe dizdiğin kulaklardan.”

Sonra ağlıyor:

Beni bırakmayın anne, baba. Çocuklar var bu evin içinde. Delikli gömlek giyiyorlar. Kanı yok geyiklerin. Koridorda yonca bitiyor. O tek ayaklı çocuklar gelip her sabah biçiyor. Yonca zehirli, yeme sakın diyorlar bana. Kusana kadar tıkınıyorum. Kulaklarımdan fışkırıyor yeşil ama ölmüyorum. Devrem, biz nasıl kolay alıyorduk nefesi ama. Herşey elimizin ucundaydı. Daha havada, dizleri yere değmeden, titreyen bir yaprak gibi gözışığını bize verenleri düşünsene. Anne sana diyorum: elbezine kustum bu sabah. Senden kalan son tığ işiydi. Hem babayı hem de oğlunu aldık diyorum sana. Çocuk sarılmıştı babasının kemerine. Gözgöze gözkurşuna geldik. Hepsi parmağımızın ucundaydı işte. Öyle hızlıca çektik tetiği.

Devrem, bırakıp gitme. O bıçağı neden attın denize? Beni neden bırakmıyorsun bir türlü.

***

Bizim bir düzenimiz var. Karıncalar disiplini sever. Başka türlü yaşayamıyoruz. Seni Melih seni. Asker eskisi seni. Bıktık gürültünden ve huzursuzluğundan. Biz bu bildiriyle evi terk ettiğimizi ve koloni olarak Bakkal Mümtaz’a hicret ettiğimizi bildiririz.

***

Anne elbezini yıkadım. O babayla oğulun gözlerini sildim. Kurşun deliklerini tıkadım. Yoktular…

Ahmet Büke, 20.04.11

Subscribe
Notify of

0 Comments
oldest
newest most voted
Inline Feedbacks
View all comments