Alain de Botton kimdir, nedir, ne işe yarar?
“Eğer negatif bakış açısından sıyrılırsak, pozitifinden sıyrılmak nedir bilmediğim için söylüyorum; bir yerlerde, güzel bir şey yaptığına inanıyorum ben bu adamın. parmakla gösteremesem de, her zaman olduğu gibi gerilerde bir bildiğim olduğunu düşünüyorum. evet, edebi bir vurgun yapıyor, kariyerinde bir hinlik var. kanıtları olan bir hinlikten ziyade, insana ‘seni seniiii…” diye parmak sallatan bir hinlik. Ama imalı imalı gülümseyeceğimiz bir figür olduğu gibi, şımarıkça sırtını sıvazlayacağımız biri olduğunu da düşünüyorum Botton’un. Çok yüce yerlerden bakmıyorsak eğer, yüce eserler ve kişilerle mukayese etmiyorsak, etik bakış açımız hiçbir noktadan hava girmeyecek derecede korunaklı değilse: olabilir yani.”
Neslihan Elagöz’ü hatırlarsınız, Egoist Okur’un güzel ve ruhu fırtınalı köşe yazarlarından.
Evet ya, böyle; sakin, huzurlu bir ruh arasanız da bulamazsınız bizde. Egoist Okur evreninde kitaplar sayesinde en sıradan günler bile soluk kesen maceralarla bitebilir.
Bu yazısında Neslihan da böyle bir gününü anlatıyor. Bu macerada Alain de Botton şefkat uyandıran parmak çocuk, Neslihan ise derin düşüncenin merkezinde kalarak sorgulayan filozof. Okuyunuz…
Nedir ya bu Alain de Botton’ın hikmeti?
iki üç sene evvel, alain de botton da diğer pek çok yazar gibi, yazar olduğunu bildiğim ama hakkında başka hiçbir şey bilmediğim insanlardan biriydi. böylesiyle okumaya başlama anında tanışırım hep. öncesinde de sadece arka kapak yazısının takdimine izin veririm. bir gün kim bilir neredeki bir kitapçıda alain de botton’un olduğu raflardan birinde durdum ilk defa ve arka kapak yazısı üstünden fikir edinmeye çalıştım, epey de pozitif şeyler edindim. kitaplardan birinde “alice ve eric’in ilişkisine ettiğimiz tanıklığa şemalar, resimler, descartes’tan platon’a, aretha franklin’den flaubert’e kadar birçok ismi kapsayan bir yazarlar ve düşünürler korosu eşlik ediyor”muş. e etsin bakalım, yolumuz açık olsun. diğeri botton’un bir sevgilisinin biyografisiymiş. bu da güzel gibi. bu zamana kadar girişimler epey güncel gidiyor, yeni ve deneysel gibi gözüktüğünden umut filan veriyor. ve vaov, aşk üzerine’ye geldiğimizde botton “aşkın haritasını aristo, marx, nietzsche, wittgenstein, tolstoy ve stendhal’in rehberliğinde çıkarıyo”.. hey maşallah.
o ara ihtiyacım olduğu üzere, aşkla ilgili üç kitabını atıyorum sepete. geri kalanların hepsini de bir gün atacağımı düşünüyorum ama
kendimi kitaplara mitaplara, başkalarının aşkına vurmam gerekiyor ve üç kitabı da art arda okuma hedefiyle hemen eve geçiyorum. içlerinden hatırlamadığım birini seçiyorum, fazla hafif geliyor. olaylar şekillendikçe, botton’un reeldeki tutumları olduğunu tahmin ettiğim ataklarıyla karşılaşıyorum. bilgelikten çok uzak olduğunu düşünüyorum, saygı duymakta güçlük çekiyorum. aşırı bilinçli olduğunu sanmamıza sebep olan bir karakter devamlı güçsüz durumlara düşüyor (gibi hatırlıyorum), ağız burun kıvıra kıvıra, sonlarda da atlaya atlaya biraz da sinirlenerek, diğer kitaplarını okumamak üzere kaldırıp atıyorum bir kenara.
buna rağmen, elime aldığım bir sonraki kitap yine o üç kitaptan biri oluyor. diğer kitap da bunu takip ediyor. kendime git gide daha fazla kızarak, daha büyük atlamalarla diğer kitapları da bitiriyorum. bir vesileyle adama ilgi duyuyor gibiyim, ama sorsalar pozitif tek şey de söylemeyeceğim. en azından cepteki kitapları bitirme hafifliğine sahip oluyorum gerçi. bu defteri kapadığımı sanıyorum.
sonra bakıyorum, botton istanbul’a söyleşiye geliyormuş. yine bu negatif ilgimle bir arkadaşıma eklemlenip adamı dinlemeye gidiyorum. iyi kalpli olmayan ve tamamen faydacı bir girişimle tabii. diyorum ki bu adam yeri yerinden oynatıyor madem, dünya gözüyle görmüş olayım; listemde yanına tik atayım. gelin görün ki amman amman, rezalet bir okur kitlesi, adamın kitaplarındakinden yüz elli kat bir yüzeysellikle birtakım sorular soruyor. botton gülümseyerek cevap veriyor. neyse bu konuda da botton’a geçmiş olsun dileklerimi iletip bir kez daha kendisiyle vedalaşıyorum.
ama yine olmuyor.
akıllanmak bilmeden arka kapak yazılarına tav olmaya devam ediyorum. bu kez felsefenin tesellisi’nin muhakkak iyi yazılmış bir kitap olduğunu tahmin ediyorum. neşe bile doluyorum. olmuyor. olmuyor. bomboş buluyorum.
bitti mi? bitmedi.
the school of life kitaplarının serisi geçiyor elime. dertlere derman olduğuna inandıran bir grup kitap daha! nasıl akıl sağlığımızı koruruz, dijital çağa nasıl ayak uydururuz, cinselliğe nasıl farklı yaklaşırız filan; yine botton’un başının altından çıkan naneler. hoşgeldiniz! fakat ben hâlâ edinilmiş bir tepkiyle yaklaşmıyorum; yüce gönüllü müyüm neyim, yeniden tenezzül ediyorum. elimde bu seriden kitaplar var şu an. ama araya giren bir diğer kitap oluyor bu seriden farklı o esnada: proust yaşamınızı nasıl değiştirebilir?
işte alain de botton’dan kayıtsız kalmanın mümkün olmadığı iddia niteliğinde bir kitap daha! gel canım, gel, diyorum adama ayrılmış her zamanki tevazuyla(!). ve nihayetinde, konuyu ve süreci astral bir çerçeveye oturtmalık nihai malzemeyi ediniyorum. meğer tüm çile bu yüzdenmiş; meğer varmam gereken nokta buymuş; buraya çekiliyormuşum. proust hakkındaki biyografileri türkçe’de olmadığından okumadığım için yazara yönelik devamlı varolan magazinel merakım, giderilmesine en fazla ihtiyaç duyduğum dönemde, stalking enerjimi güncel ve ilişkili olduğum kişilerden tarihi kişilere kaydırdığım dönemde yani, giderilmiş oluyor. büyük bir zevkle. şeker şeker uyanışlara sebep olarak. botton, kedi olalı bir fare tutuyor. hizmet etmeyi iddia ettiği amacına ilk defa hizmet ettiğine tanık oluyorum. olmasını hayal edeceğim gibi; bağlamına oturmuş, komik yazılmış, yarar sağlayabilecek, magazinel de olan bir proust tatmini.. yaşasın!
yazardan nihayet tatmin edici bir fayda sağlamama bakılırsa artık zorlamamam gerekiyor kapıyı. ama ben yine kendime güvenemiyorum bu konuda. ilerleyen aylarda, senelerde, yine elimde bu adamın kitaplarıyla kameralara yakalanacağımı öngördüğümden, bu süreci kaydetmek istedim, şu an, hızlı internet bağlantısından faydalanmak için evimden uzakta bir yerlerde download beklerken.
eğer negatif bakış açısından sıyrılırsak, pozitifinden sıyrılmak bilmediğim için söylüyorum; bir yerlerde, güzel bir şey yaptığına inanıyorum ben bu adamın. parmakla gösteremesem de, her zaman olduğum gibi gerilerde bir bildiğim olduğunu düşünüyorum. evet, edebi bir vurgun yapıyor, kariyerinde bir hinlik var. kanıtları olan bir hinlikten ziyade, insana “seni seniiii…” diye parmak sallatan bir hinlik.
ama botton’un, imalı imalı gülümseyeceğimiz bir figür olduğu gibi, şımarıkça sırtını sıvazlayacağımız biri olduğunu da düşünüyorum. çok yüce yerlerden bakmıyorsak eğer, yüce eserler ve kişilerle mukayese etmiyorsak, etik bakış açımız hiçbir noktadan hava girmeyecek derecede korunaklı değilse: olabilir yani.
özetle botton, gizemli bir şekilde, umudumun ve negatif ilgimin her zaman aynı anda hedefi olan, bütünüyle olmasa da büyük ölçüde tahammül de edebildiğim bir yazar olarak benim dikkatimi çekiyor.
Neslihan Elagöz
Subscribe
0 Comments