Egoist okur

ANGELOPOLIS: Naziler insan değil miydi?

Son yılların gözde canavarları Alacakaranlık dizisi dolayısıyla vampirlerdi. (Sadece canavarları değil tabii aynı zamanda arzu ve cazibe odakları da.) Danielle Trussoni’nin Asi Melekler (Angelology) adlı tozu dumana katan romanıysa bizi yarı insan-yarı melek bir ırkla, yani nefillerle tanıştırmıştı.

Fakat bu “yanrı insan-yarı melek” meselesine pek kanmayın derim; zira Trussoni’nin nefilleri Sevgililer Günü kartlarında görmeye alıştığınız pembe beyaz tenli, tombul ve cici mahluklara hiç mi hiç benzemiyor. Kanatları var, ama aynı zaman öldürücü ve çok hainler…

Danielle Trussoni’nin serinin ikinci romanı olarak yazdığı Angelopolis, Doğan Kitap’tan çıktı.  Yani melekleri ve nefilleri hatırlamanın tam zamanı…

Siz henüz nefillerle henüz tanışmadınız mı?

Meleklerden kaçmak bazen artık pek mümkün değil gibi geliyor bana. Koruyucu melekler, ilham verenler, aşk getirenler… Çok uzun zamandır tişörtlerin, kartpostalların, posterlerin; banyoda, mutfakta, yatak odasındaki her türlü dekoratif materyalin üzerinde onlar var. Kişisel gelişim sektörünün de en güçlü dinamikleri arasındalar. Rönesans sanatı ve öncesinin sözünü etmeyeceğim bile.

Lakin Danielle Trussoni’nin ilk romanı Asi Melekler’in (Şu pek tuhaf orijinal ismiyle Angelology) kahramanları bunların hiçbirine benzemiyor.

Güzel ama korkunç bir ırk

Kitapta Tanrı’nın, insanoğlunun yaradılışıyla birlikte Cennet’ten kovduğu melekler anlatılıyor. İnsandan daha üstün oldukları halde kıskançlık ve kibir denen iki büyük günahın pençesine düştükleri için kovulan bu meleklerin sayısı İncil’e göre 7 milyondan fazlaymış. Sonunda dünyayı mesken tutarak insanlarla cinsel ilişkiye girme cüretini göstermiş ve çok güzel ama korkunç karakterli bir ırkın, yani yarı insan-yarı melek nefillerin doğmasına sebep olmuşlar.

Trussoni insanoğlundan intikam almaya kararlı nefillerin binlerce yıllık hikayesini soluk kesen bir macera halinde sunuyor okura. Tam da konuya yakışır şekilde ABD’nin Milton kasabasında başlayan hikayeyi anlatmayacağım. (İngiliz şair John Milton, Paradise Lost adlı epik şiirinde Tanrı’ya isyan eden meleklerin Cennet’ten kovuluşunu anlatmıştı.) Romanda Evangeline adlı genç bir rahibeyle şeytani şair Verlaine’in adını taşıyan gözüpek bir sanat tarihçisi arasındaki aşkı da, Rodop Dağları’ndaki Şeytanağzı mağarasının tarihçesini de okuyacaksınız. Yolları dolambaçlı kütüphanelerin koridorlarını dolaşacak, başta Rockefellerlar olmak üzere önemli sanat koleksiyoncularıyla sanat tarihinin gizemlerinin peşine düşeceksiniz. Bu arada paraya tapan nefillerin Nazilerle işbirliği, din ve bilimi birbirinden ayırarak insanoğlunu bilgiden yoksun bırakma çabaları falan da açıklanacak. Ek olarak Melekler Akademisi’ne kabul edilen iki yeni yetme kızın serpilip büyüdüklerinde Anais Nin üslubuyla tuttukları cüretkar aşk defterleri girecek işin içine ve daha neler olacak, neler…

Naziler insan değil miydi?

Yazar Danielle Trussoni’ye göre, tarihin bütün büyük insanlık suçlarının arkasında nefiller var. Savaş, açlık, soykırım ve büyük ekonomik adaletsizliklerden hep onlar sorumlu. nefillerle mücadele eden melekbilimciler, onların bu adaletsiz sistemi ellerindeki siyasi, ekonomik, toplumsal gücü ve elbette parayı kullanarak yarattığını düşünüyor. “Bunları ilk söyleyen değilim” diyor Trussoni, “Anlattıklarımın hepsini başka araştırmacılar defalarca dile getirdiler. Yanılıyor da olabilirler ama ben çok da desteksiz atmadıklarına inanıyorum. Yani belki de bütün o akıl almaz günahları işleyen Naziler ve diğer büyük insanlık suçluları aslında belki de insandan başka bir şeydi.”

Elbette tamamen kurmaca bir hikaye anlatmasına ve neredeyse bir James Bond macerası hızıyla ilerlemesine rağmen, Danielle Trussoni Asi Melekler için epey araştırma yapmış, yüzlerce anı, günlük, araştırma kitabı, mektup, sanat tarihi dokümanını taramış. Sonuç olarak Asi Melekler, son yıllarda iyiden iyiye şişirilen cicili bicili “melek” kavramının pespembe spiritüelliğinden uzak bir keskinlikle yazılmış sürükleyici bir roman. Melekleri İncil’i, pagan efsaneleri, Bulgar coğrafyasını, sanat koleksiyonculuğunu, müzikolojiyi, Ortaçağ derebeyliklerinin günümüzdeki karşılıklarını bir araya getirerek ele alışında da etkileyici bir cesaret var. Kitabın merkezindeki sürprizli aşk hikayesi ve çarpıcı final ise hakikaten çok güzel.

 Gülenay Börekçi

Subscribe
Notify of

0 Comments
Inline Feedbacks
View all comments