Arzu Akgün, Reşad Ekrem Koçu’nun mezarını ararken…
Artık hepimizin malumu; ister sadece arkadaş olsun ister sık sık uğranan bir sahaf yahut daha başka, daha mühim bir şey, Arzu’nun hayatına girmiş, girecek bütün erkekler Reşad Ekrem Koçu’yu bilmek, kabullenmek zorunda. Arzu dediğim, biliyorsunuz, fotoğraftaki güzel, tatlı kız. Egoist Okur’un yazarlarından.
Bu defa Doğan Kitap’ın yeniden yayınlamaya başladığı Reşad Ekrem Koçu külliyatını yazdı. Daha doğrusu bu vesileyle Reşat Ekrem’in mezarının peşine düşmesini ve İstanbul Ansiklopedisi’nin gün ışığına çıkması özlemini anlattı.
Göreceksiniz; İstanbul’u gezerken, okurken, hayal ederken mihmandarımız hâlâ Reşad Ekrem Koçu, Reşat Ekrem Koçu’ya giden yolda elimizden tutacak olan da biricik Arzu Akgün.
Gülenay Börekçi
Reşad Ekrem’in mezarı nerede?
Bazı insanlar kabilesizdir, ben onlardan biriyim. Ucundan tuttuğun her etiket elinde kalır, sahiplendiğin her şeyin başka bir halini istersin, hep bir tarafı kırık insanları seversin. Hiç çözemeyeceğin bir düğüm bütün hayatını şekillendiriyor gibi gelir. Yine de bu karanlıklarda, ruhunun ait olduğu yerler, kalbinin en azından aşina olduğu birileri vardır. Onları da çabuk tanır, hiç ayrılmak istemezsin.
Bazı insanlar kabilesizdir. Birini sevsen, bir kitabı okusun istersin. Bir büyüğün elini öptürmek gibidir bu. Beni anlamanı istiyorum ama nasıl yapacağımı bilmiyorum demektir.
Senin iç dünyana o törensel kabul, o takdis, o bağ, ancak bir kitabı okursa, bir şarkıyı dinlerse, bir mezarın peşine neden düştüğünü anlarsa olacaktır. Ya da çoktan almış kabul etmişsindir dünyana da, yanında görmeye, aynı dili konuşmaya, eski bir arkadaştan bahseder gibi bir roman kahramanından bahsetmeye ihtiyacın vardır.
Uzun, güzel bir pazar kahvaltısıydı, Reşad Ekrem Koçu’nun mezarını bulamadığımı anlatıyordum. Ömrünü İstanbul’u anlamaya, anlatmaya, öğrenmeye, yazmaya adamış bir adamın mezarı neredeydi? “Bir de beraber gidip bakalım.” dedi. Uyumak, film izlemek, geniş zamanlarda bir öğle vaktinin içinde kalmak ya da çıkıp dolaşmak yerine, benimle beraber mezar aramaya gelmeye niyetlenen bu adamla aynı klandan olduğumuza biraz daha inandım.
Entelektüelliğin, ancak bir travmadan türeyebilecek bir çeşidi vardır. Okuyup okuyup da bir şeye dönüştürememek yine de biraz daha az uyumayı başarsan çok şeyler bir şeyler üretebileceğin hissi. Hayran olduğun her yazarı, tamamlanmayan aile hayalinin bir parçası saymak.
Kalktık, gittik. Sahrayıcedid küçük ama çok dağınık bir mezarlık. Bir süre arayıp da bulamayınca görevlilerden birine soralım dedik. Daha önce sorduklarım bilmiyordu, belki bu bilirdi.
“Yok!”dedi görevli. “Sizin gibi tarih meraklısı başka gelenler de oldu, onlar da sordu ama yok. Bir Mezarlıklar Müdürlüğü’ne sorun isterseniz.”
Bütün İstanbul’un tarihini yazan, her sokağı camisiyle, kilisesiyle, türbesiyle, çeşmesiyle, kedisiyle, köpeğiyle, sarhoşuyla, dilencisiyle anlatan bir adamın mezar taşı nasıl olmazdı? Ya da neredeydi?
Ertesi gün Karacaahmet’te Mezarlıklar Müdürlüğü’ndeydim. 1975 yılına ait büyük siyah defterlerden biri açıldı. Reşad Ekrem Koçu’nun öldüğü gün, onunla aynı yaşta ölen ve aynı semtte oturan ve Sahrayıcedid’e gömülen bir kişi var ama isim Mehmet Reşat Koca. Babasının adı Ekrem diye biliyorum ama defterde Mehmet yazıyor. Nüfusta kayıtlı olduğu isim farklı olabilir mi? Deftere yanlış kaydetmiş olabilirler mi? Olamaz mı? Olabilir. Türkiye’deyiz.
Reşad Ekrem Koçu’nun resmi adının Mehmet Reşat Kaçü olduğunu da öğrenince mezarlığa tekrar gitmeye karar verip görevliden yerinin krokisini istiyorum. Gittiğimde ise yine bir hayal kırıklığı. Söyledikleri yerde Mehmet Rüştü Kocatuna diye biri yatıyor, üstelik 1945’te ölmüş. Yok.
Memlekette olan biten, kırılan dökülen her şeyi, hiçe sayılan hayatları düşününce; bir mezar taşını bulamamak belki bu kadar dokunmamalı insana ama dokunuyor. İstanbul Ansiklopedisi’ni kastederek “Bu eserden manevî bir hazdan başka beklediğim hiçbir şey yok. Bir de gelecek nesillerin hatırama akıtacakları gözyaşları en büyük mükâfatım olacaktır” demiş ya, gidip mezarında bir dua edemiyorum, içlendiğimde konuşamıyorum, sevgilimin elini onun mezarının üstüne koyup “Bak ben kabilesiz biriyim ama yalnızlığımdan biraz olsun kurtarabiliyorsam böyle büyük adamlar sayesinde.” diyemiyorum. Neden? Neden bir eşi benzeri olmayan İstanbul Ansiklopedisi tekrar basılamıyor? Neden herkesin önünde eğildiği bir isimken varlığı bir sır gibi kalıyor.
Tarihin içinden bir sahneyi, Reşad Ekrem kadar keyifli, bütünlüklü, anlaşılır anlatan biri daha yokken, kitaplarının çoğunun baskısının olmamasını aklım almıyor.
Küçük de olsa, sevindirici bir haber: “Aşk Yolunda İstanbul’da Neler Olmuş” yolda :)
Harika haber Selahattin Bey :) O serinin editörü kim, siz misiniz?
Birkaç soru soracak olsam kim olur bu?
Merhaba Gülenay,
Üç editör yapıyoruz kitapları. (Her ay üç kitap ya…) Ben, Hülya Balcı ve Aslı Güneş. Kızlar yayınevinde her zaman, ben dışardan çalışıyorum. Yani onlara sorarsan daha içerden cevaplar alırsın.
Teşekkür ederim :) Ben birkaç soru hazırlayayım ve siz de aranızda paylaşın cevaplamak için olmaz mı?
Olur herhalde :)
:) Tamam o halde. sozpalabiyiklar@gmail.com‘a atıyorum, siz ötekilere iletetirsiniz :)
Gönderdim bile :)