Egoist okur

Engin Günaydın: “Arzu kabuk gibi sırtına yapışır, gerçekleşmediğinde”

Egoist Okur, Engin Günaydın’ı çok sever. Onunla daha önce yaptığı röportajları bugün yeniden yayınlaması sadace bundan, başka sebebi yok.

Baştan söyleyeyim, siz öyle okuyun istedim…

Sizin haberiniz yok tabii, şu sıralar Galip Derviş’te izlediğimiz Engin Günaydın’ın Efkar Karması’nı yayınlayacağım ya, benim için de geçmiş zaman hortladı bir bakıma ve bu yetenekli aktörün geçmişte, Vavien filmine dair yaptığımız röportajda ne şahane şeyler söylediğini hatırladım. Sadece filme değil, Türkiye’ye, bize, hayatımıza dair acayip şeyler anlatmıştı. “Konuşurken insanın yüzüne değil sağa sola, tavana bakmayı tercih eden ve bir an önce kaçmak istermiş gibi huzursuzca oturan bu sıkılgan ruhlu adam iyi bir adam” diye düşünmüştüm. Engin Günaydın, derin düşünüyor, kalpten hissediyor, fikirlerini ve hislerini keskin ve benzersiz ifadelerle anlatabiliyordu. İyi ki vardı.

Anlayacağınız sonunda o röportaj Egoist Okur’da gecikmeli de olsa yerini aldı. Şimdi sizi Engin Günaydın’la baş başa bırakıyorum…

Engin Günaydın: Bu ülkede herkes neden bu kadar üzgün?

Engin Günaydın’dan “mazi kalbimde yaradır” şarkıları

engin gunaydin egoistokur efkar karmasi

“12 Eylül’de bütün Türkiye dayak yedi. Bir günde hepimize musallat oldu korku denen lanet duygu, artık onsuz yaşayamıyoruz…”

Ünlü olmaya ben karar verdim diyorsunuz. Yani tesadüfler sizi ünlü yapmamış, siz bugünü kendiniz hayal edip kurmuşsunuz.

Bu ülkede insanın zihnine değil, şöhretine bakılıyor, bundan faydalanmak istedim. Vavien’den önce de senaryo yazmayı istemiştim mesela ama yapımcılar kabul etmemişti. Bir türlü de ehlileştiremiyordum zihnimi. Arzu bir kabuk gibi sırtına yapışıyor insanın, gerçekleşmediğinde. Bir sorunum var diyordum. Neydi o sorun? Bir şey yapamamak, elimin kolumun bağlı olması. Ünlü olmak, istediğim filmi yapabilmemi sağladı. Şimdi sırada ikinci film var…

Yaşasın! O neyi anlatıyor?

Babamla yaşadığım son üç ayı; bir devir teslim dönemini…

Bir zamanlar ekran tarihimizin en arsız, en kaypak, en cüretkar, en hilebaz karakterini canlandırmıştınız. Burhan Altıntop nasıl çıkmıştı içinizden?

Biliyor musunuz, Burhan Altıntop’un en güzel tarafı, benim yapmayacağım her şeyi yapabilmesiydi. Ağzıma geleni söyleyebiliyor, karşımdakine saldırabiliyordum… Hayatımda kimseyi çekiştirmem, zevk ala ala dedikodu ediyordum. Harika duygulardı, çünkü normal hayatımda hiç yoktular. Burhan “Yapabilirim” özgürlüğünü tattırdı bana, bir terapi oldu.

İçinizde sizi irkilten şeyler keşfettiniz mi onu canlandırırken, ben böyle biri de olabilirmişim meğer dediniz mi?

İnsan her türlü duyguyu barındırır ruhunda. Elinde olan şey, sadece yapacaklarına karar vermektir. Dedikodudan uzak durma kararını sen verirsin. Kimseye kötülük yapmamak senin seçimindir.

Eh bir de işte az önce söylediğiniz gibi, senaryonuzun film haline gelmesini kolaylaştırdı. Sinemaya düşkün müsünüz?

Sinemayla aram iyi değil aslında. Uzun süredir filmler sıkıcı geliyor bana, bulmakta zorlanıyorum. “A, ben bunu biliyorum zaten, niçin bir daha seyredeyim ki” duygusuna kapılıyorum. Öte yandan biliyorum, Türk sineması kendi kanlı canlı hikayelerinin peşine düşse, kendi dilini, bakışını oluştursa, fotoğraf taklitçiliğinden sıyrılsa dünyanın önemli sinemalarından biri haline gelebilir.

Vavien bir med-cezir halini anlatıyordu. Aydınlıkla karanlık arasında gidip gelmeyi… Bu hikayede sizi çeken, onu yazmayı isteten şey neydi?

Vavien’i yazarken, mutsuzluğun bu ülkede yaşayan insanların hayatında gizli bir kasada saklandığını düşünmüş ve acaba o kasanın kilidini kurcalayıp açabilir miyim fikriyle yola çıkmıştım. Ardından, aydınlık ancak karanlığın dibine kadar gidilirse fark edilir diye düşündüm. Film, karanlıktan aydınlığa geçiş sürecini anlatıyordu. Kötü piknikle başlıyor iyi piknikle bitiyordu ve arada olanlar filmin karakterlerini olumlu anlamda değiştiriyor, dönüştürüyordu.

Yazmak da sizi değiştirmiş. Zira öncesinde görmeye başladığınız karanlık rüyalar siz senaryoyu bitirdikten sonra aydınlanmış…

Felaketti o rüyalar. Hele ilki… Anlatmasam daha iyi. Köşeye sıkışmış hissediyor, senaryoya bir türlü başlayamıyordum, arkadaşlarım bile ümidi kesmiş, “Vazgeç bu sevdadan” demeye başlamıştı. Uyumak istemiyordum rüya göreceğim diye. Bir tanesinde taksideyim, bakıyoruz dağlar erimeye başlamış. “Lığırt” derler Anadolu’da, ıslak çamura. Dağ aynen öyle eriyerek yola akıyordu. Biz de dosdoğru içine gidiyoruz, ölüme yani. Dehşete kapıldım, bu rüya çok büyük bir derdin, belanın habercisi gibi geldi bana… Ama yazmaya başlayınca kesildiler. Durul ve Yağmur’un ısrarları, beni inatla beklemeleri olmasa hiç yazamayabilirdim de. Aylar sonra birlikte mekan ararken, o dağların aynısını gördük, yemyeşil ve canlıydılar. “Tamam” dedim, “Bu iyi haber, zihnim düzelmiş.” Kolum kopsa umursamayabilirim ben, ama zihnimde arıza varsa eğer, o zaman başım dertte demektir. Vavien de aslında gizli mutsuzların, mutsuzluğunu kendine bile itiraf etmeyenlerin dünyasına girme çabasıdır. Galiba yazacağım her şey bu karanlık aydınlık karşıtlığını, birinin bazen ötekinin içine kolayca girebilmesini anlatacak.

Aynı anda bir sürü şekilde okunabilecek bir filme imza atmıştınız Vavien’le. İçinde dram, hatta trajedi vardı, tuhaf aşklar ve toplumsal eleştiri vardı; bir hayalet hikayesi bile vardı… Epeydir seyrettiğim en güzel film olduğunu düşünmüştüm. Yazarken böyle bir şey mi hayal etmiştiniz?

Hikayeden çok hisleri önemsedik biz. Bir his trafiği oluşturduk. Kahramanlarla birlikte seyirci de gerilsin, korksun, düşünsün, üzülsün, sevinsin istedik. Dikkat ettiğimiz tek şey filmin tonuydu. İstediğimiz tonu elde edersek, bütün bu temel duyguların seyircinin ruhunda da hortlayacağını düşündük.

Binnur Kaya’nın filmdeki dönüş anı, kapıyı çalması müthişti… Bir hayalet gibi gelmişti o sahnede.

O hayalet, çözmeden bir kenara ittiğin problemin geri dönüşüydü. Çözmezsen, hiçbir problemden kurtulamazsın, ha bire dert olur başına. Benim adam da anladı bunu bir süre sonra. Seyircinin kendi testlerini yapıp zihnini havalandırmasını, temizliğini bitirmesini istedim. Aksi takdirde, filmden sonra o da kendi huzurlu dünyasına geri dönemeyecekti.

Demek ki benim zihnimde temizlik henüz bitmemiş… Ben hâlâ filmi düşünüp duruyorum.

Niçin korkunun üzerine bu kadar gitmişim diye merak ettim ve sonra anladım. Galiba korku nöbetleri halinde geçiyor benim hayatım. Ondan kork, bundan kork, basından kork, siyasetten kork, küresel ısınmadan, domuz gribinden kork… Korku üreten biriyim. Televizyon izlemek, gazete okumak, sokağa çıkmak bile korkutuyor. Kalp çarpıntısıyla diz çöktüğüm oluyor evde. Kime diz çöktüğümü de bilmiyorum. Bir gün aynaya bağırdım sakın beni bir daha korkutma diye. Kendimden mi ürktüm o gün acaba?

Niçin böyle sizce?

Çocukluğum 12 Eylül’de geçti. Yanımızda bombalar atılırdı. Evimizin duvarında 250 kurşun deliği vardı. Ben de gidip okulun camlarını kırardım. Çocuğun dünyasını bozarsan o da sağa sola saldırır. Bütün korkular çocuklukta başlar. 12 eylül gelene dek bahar gibi bir çocukluk yaşıyordum…

Ve bir günde hayatınız değişti…

Bir günde bütün Türkiye dayak yedi. Böyle böyle sırf bana değil, hepimize musallat oldu korku denen lanet duygu, artık onsuz yaşayamıyoruz.

Küçük bir kasabada yaşayan bir aile, anne baba ve çocuk… Güvensizlik, arzusuzluk, çıkarcılık, gösteriş, para hırsı, yalan, ikiyüzlülük, yanlış anlamalar, dinlemeden yargılamalar, endişe, kaygı, tedirginlik, kabalık, şiddet, korku… O aile Türkiye’nin hangi hallerini yansıtıyordu?

Benziyorlar. Türkiye de hiçbir zaman kendisini doğru ifade etmiyor. Sırları var. Nezaketsiz. Aklı başında, olgun bir ülke değil. Kendinin farkında değil. Filmde hikayesi anlatılan Celal gibi, benim gibi…

O ailede ve Türkiye’de ne eksik?

Biraz daha kendine güvenli olabilirdi bu ülkenin çocukları. Kendine güvensen, konuşmaya başlarsın. Hayallerini gerçekleştirmeye başlarsın. Daha mutlu olursun. Her şey kendine güvende veya güvensizlikte duruyor.

Film, siyah beyazdan renkliye dönermişçesine keskin bir virajla ton değişiyor finalde. O sahne beni ağlattı. Eski hayatlarına döndüler ama tam da öyle olmadı. Neydi değişen?

Bütün sırlarını ortaya döktüler, birbirlerini en karanlık halleriyle tanıdılar, sorunlarıyla yüzleştiler. Hayata birlikte devam etme kararını ancak ondan sonra verdiler. Öncesinde akışa teslim olmuş gidiyorlardı, sonra birlikteliği sürdürmek artık onların kararı oldu. Ve bu, eskisine göre çok sağlam bir ilişkiydi.

Solaris filminde karısını defalarca uzay boşluğuna yollayan ama her seferinde onu yatağının baş ucunda bekler bulan adamı hatırlattı bana Celal. Niçin her türlü aşağılanmaya rağmen, bazıları hiç gitmez?

Sevgiden. Kararlılıktan. İlişkiyi sahiplenmekten. Bence kadınların duruşu, çocuk kafalı erkeklere göre çok daha sağlam. Filmde işlerin düzelmesi kararını veren, bunun peşine düşüp aileyi toparlayan kişi de kadındı. Onun özel çabalarıyla oldu hepsi.

Kadınlardan yanasınız…

Her zaman kadınlardan yana olurum ben. Biz erkekler andavallı tayfasıyız. Bahçeye bir köpek girdi geçen gün, hopluyor, havalara zıplıyor, yere düşüyor, bir o tarafa bir bu tarafa dönüp çimenlerde yuvarlanıyor… “Ne kadar bana benziyor” dedim.

Binnur Kaya’yla röportaj yapmıştım bir keresinde ve size dair “Çevresindekilere karşı bu kadar anlayışlı olması beni endişelendiriyor. Kendini korumayı öğrensin isterim. Kendini koruyamazsa dilerim hayat onu koruyup kollar” demişti…

Biri beni öldürmeye çalışsa bile anlamayabilirim gerçekten. O ne ya! Ne çıkardın cebinden. N’oluyo! Çattt! Çok kolay öldürülebilecek biriyim. Tam güvenle açarım bütün ilişkilerimi. Kapıyı kapatmayı karşımdakine bırakırım. Sen kapatmazsan, o kapı hep açık durur. Ama şikayetim yok. İnsanlara güvenmek ve onları dinlemek, gerçek ilişkiler kurabilmenin tek yolu.

Binnur Kaya’yı sizin için vazgeçilmez yapan ne?

Binnur gerçektir, hiçbir hissinde sahte değildir, yalan söylemez. Çok önemli kararlarımı ona danışırım muhakkak. Söyleyince hoşlanmaz bundan, ama bir anne tarafı vardır. Bütün arkadaşları erkektir. Çok severiz onu hepimiz. O yüzden filmde olmasını çok istedim. Oradaki kadının vazgeçmeme hissini en iyi o yansıtırdı. Büyük bir derinlik kazandırdı filme.

Gülenay Börekçi

Subscribe
Notify of

0 Comments
oldest
newest most voted
Inline Feedbacks
View all comments