Egoist okur

Aşk neden acıtır?

“Eva Illouz’un Jaguar Kitap’tan çıkan Aşk Neden Acıtır adlı bu kitabını kadınlara tavsiye etme sebebim, yanlış insanı seçtikleri için ya da çok fazla sevdikleri için sürekli kendilerini suçlamaya zorlanmalarının kültürel yanını görmelerini sağlamak. -Çünkü yazar göstermiş.- Kitabı erkeklere tavsiye etme sebebim ise, kimyasal bir durumun etkisini en aza indirgemeye gayret ederek kendi üzerlerindeki kontrolü sağlamlaştırmaya çalışırlarken nasıl yeni ve dışsal bir şeyin etkisine girdiklerini fark etmelerine vesile olmak. -Çünkü yazar fark ettirmiş.- Bu yeni etki, piyasanın etkisi.”

Gerçekten de artık bu kitaba atıf yapmadan konuşamayan, Neslihan Elagöz yazdı… Üstelik kendisi, sağdaki fotoğrafında görüyorsunuz, Alice suratlı “fantazmagorik” Lily Cole’dan bile daha güzel ve alevli bir şahsiyettir, dikkatli okuyunuz…

Aşk neden acıtır?

Bu yazıyı, gözünüzün önünden derdinize derman olacak bir yıldız siz görmeden kayıp gitmesin diye yazıyorum. Böyle bir kitaptan haberdar olup da bunu kendime saklamanın vebali altında kalamazdım. Bir tür “başlığında aşk geçen kitaplar sorumlusu” olarak “Aşk Neden Acıtır”ın haberini alır almaz, pozisyonumun gerektirdiği tüm ciddiyetle bir kitapçıya koşup incelemeye koyuldum şu kitabı. İşlem tahmin ettiğimden kısa sürdü, çünkü arka kapakta gördüğüm bir cümleyi okumamla birlikte aniden kasaya yöneldim: “Artık hiç kimse bu kitaba atıf yapmadan aşkı konuşamayacak.” Açıkçası üzerine yatırım yapmaya değecek bir iddia! Metnin alt başlığı ise “Sosyolojik Bir Açıklama”. Yani, ona göre… Kitabın ismiyle ve rengiyle dağılan ciddiyetinizi yeniden toplamaya davet ediyor sizi.

Büyük konuşuyorum: dinlerdeki “kurtuluş” denen şeyi, fani dünyanın ilişkiler cehenneminde yaşatabilecek bir kitaptan söz etmekteyim. Yazarının kitabı kapatırken alıntıladığı Emily Dickinson dizeleri de demek istediğimi destekliyor:

Bir kalbin kırılmasına engel olabilirsem şayet

O zaman boşuna yaşamamış olurum

Bir yürek ağrısını dindirebilirsem şayet

Ya da bir acıyı hafifletebilirsem

Kitabın yazarı Eva Illouz’un, bilimsel olan bu kitabın bilimsel olmayan amacı olarak işaret ettiği şey: aşk acısının “t o p l u m s a l” temellerinin anlaşılmasını sağlayarak bu acıyı hafifletmek. Bu yolla, ikili ilişkileri ve aşk meselelerini yolumuzu kaybetmişçesine değerlendirme çabamızı net bir şekilde görebiliyoruz. Hayır, mesele yanlış geçen bir çocukluk dönemi ya da bizim sorumluluğumuzda yanlış yönetilen kişisel süreçlerle ilgili değil.

Modern dönemle birlikte geride bırakılan yanılgılar, insanın elinden aynı zamanda avutucu ve güzelleştirici birtakım kurguları da almıştı. Artık romantik bağlamda karşımıza çıkan herkes, duyguların tartılmasıyla değerlendirildiği kadar, ve belki de daha fazla, rasyonel seçim süreçlerine tabi tutularak değerlendirilmeye başlandı. O kişinin doğru kişi olup olmadığına dair aradığımız cevap, modernitenin insanın eline verdiği en önemli haklarla, yani seçim yapma ve talep etme yoluyla bulunmaya çalışılmakta.

Eva Illouz, bu kitapta, aşk ilişkilerine dair hala güncellenmemiş olabilecek birtakım yerleşik varsayımlarımıza yeni ayarlar getirmemizi mümkün kılıyor. Kitapta önce modern çağ öncesi flört ve ilişki alışkanlıklarını ayrıntılı bir şekilde ele alıyor. Kullandığı kaynaklar, 19.yy’a ait mektuplaşmalar, başta Jane Austen’ınkiler olmak üzere dönem romanları ve dönemin yazılı kuralları olabiliyor. Bahsi geçen dönem, kadının kontrolsüz bir şekilde kendini duygusal bir ilişkinin göbeğinde bulmasının neredeyse olanaksız olduğu bir dönemdi. Flört sürecine dair herkes tarafından bilinen kurallar ve ritüeller mevcut, bilinmezliğin ilişkilerde belirmesi zordu. Söz verme ve sözünde durma, dönemin en önemsenen yetilerinden biriyken; kişilerin itibarı, sözünde durma kapasiteleri üzerinden yükseliyordu. Duyguların herkesçe bilinen roller aracılığıyla ifade edilmesi, kadının büyük kaygılara kapılmasını engelliyordu, buna ek olarak kadın, yakın ve yoğun bir ilişkiye aşama aşama giriyordu. Bu ve benzeri koşullar, yıllarca birikmiş ve anlatılmış hikayelerden zihnimizde kalan masalsı kalıntılara pek eşlik etmiyor elbette. Biz şahsımıza aşina gelen kimi hikayelerin hayalini kurarken, bunların gerçekleştikleri sırada ne gibi koşullarla çevrili olduğunun bilgisine çoğunlukla sahip olmuyoruz. Ama bu konu üzerinde düşünmekte ısrarcıysak da, bilmemiz gereken, aşk nesnesini değerlendirmek için kullanılan modern ölçütler. Modern ve modern öncesi dönemin kitapta karşılaştırılmasıyla, iki dönem arasındaki fark net bir şekilde görüldüğünden, beklentilerimizin hangi döneme uygun düşeceğini sınıflandırmamız epey kolay hale geliyor.

Modern çağa gelindiğinde, seçim kriterleri öyle dallanıp budaklanıyor ki seçme ve seçilmenin her iki tarafındaki aktörler de bu aşırılıkla başa çıkmak zorunda kalıyor. Eskiden bu seçime eşlik eden sezgiler ve duygular neredeyse etkisini yitirmiş durumda. Cinsellik algısı ve anlamındaki değişiklik, kapitalizmin getirdiği yeni kültürel temel, toplumda kadının yeri ve rolünün değişmesi gibi faktörler önemli ve mutlaka dikkat edilmesi gereken sonuçlara sebep oluyor. Kitap, aşk acısını daha çok kadın tarafıyla beraber düşünüyor. Yazar, seçim süresinde kadının sınırlanışına dikkat çekiyor. Kadın biyolojik olarak -zaten- sınırlı (üreme rolü açısından). Buna zaman içinde kadının “seçilmeye değer” olduğu yaş aralığını harici bir biçimde dayatan beklenti dolu anlayış ekleniyor. Öte yandan, kadınların partner seçerken izledikleri yolun erkeğinkinin aksine büyük oranda homogami ve hipergami olduğu da biliniyor. Yani kadın, seçimini kendisine benzeyen ya da kendisinden daha eğitimli erkekler arasından yapma eğiliminde. Bunlar yetmezmiş gibi, kadının, erkeği tehdit eden “yeni gücü” erkekleri kadınlara karşı daha temkinli kılıyor ve kadın bir de bu gözleri kısık değerlendirme mekanizmasına hedef olmak zorunda kalıyor. “Kadınların, zamansal boyuttan çok daha az haberdar olan ve seçim yapmak için çok daha geniş bir zaman dilimine sahip erkeklerden daha az pazarlık gücüne sahip olduğunu görüyoruz.”

Erkekler ise alışık olmadıkları yeni bir ekonomik ve toplumsal düzenle sınanıyorlar, rahatları bu yeni koşullarla bozuluyor. Tarih boyunca, erkeğin maskülenliğini ortaya koyma işlevine sahip olan alanların hepsi köklü değişimler geçiriyor. Dolayısıyla, moderniteyle birlikte erkeğe statü temin eden bu faktörlerin değişiklik gösterip tatmin sağlayamamaya başlaması, erkeğin statü edineceği yeni bir alan ve yöntem geliştirmesine sebep oluyor. Bu alan, cinselliğin alanı. Cinsel kapitalizm, duygusal sermaye, kadının talebe tamı tamına denk düşecek kadar sevgi arz etme yükümlülüğü gibi tabirler bu noktada dolaşıma giriyor. Kitap, işin teorik yanını en ince ayrıntısına kadar çok anlaşılır bir dilde izah ediyor.

Kitabı daha can alıcı hale getiren ise, gerçek kişilerle kurulmuş tüm bu manzarayı destekleyen dialoglar. Soru cevap şeklindeki kısımlar ne gerçek hayatta kadınların erkeklerden duydukları yumuşatılmış beyanlara ne de erkeklerin kadınlarda gözlemledikleri üzeri kapalı hallere benziyor. Hiçbir aldatma/ikna etme motivasyonu içermediğinden, ürkütücü boyutta açık ve gerçek. Bu gibi dialoglar art arda gelince çok ama çok tutarlı tablo gerçek hayat boyutuyla da tamamlanmış oluyor. Seçim yapan da seçime tabi olan da, kadın olsun erkek olsun, karmakarışık ve tatsız bir ağın esiri olmuş durumda.

Son yüzyılda neredeyse her şeye getirilmiş bilimsel açıklamalardan aşkın da nasibini alması sebebiyle “aşka eşsiz, gizemli ve tarifsiz bir his olarak tutunmak zorlaşıyor.” Aşkın gizemli yanının yok olduğunun sanılması, meselenin mekanik bir şekilde değerlendirilmesine yol açıyor. Görünen o ki modern insan, bu ayarsız aşk hissine dair son zamanlarda öğrendikleri sonucunda meseleye temkinli yaklaşmaya başlarken etkisi altına girdiği yeni şeyi gözden kaçırıyor. Bu kitabı kadınlara tavsiye etme sebebim, yanlış insanı seçtikleri için ya da çok fazla sevdikleri için sürekli kendilerini suçlamaya zorlanmalarının kültürel yanını görmelerini sağlamak. -Çünkü yazar göstermiş.- Kitabı erkeklere tavsiye etme sebebim ise, kimyasal bir durumun etkisini en aza indirgemeye gayret ederek kendi üzerlerindeki kontrolü sağlamlaştırmaya çalışırlarken nasıl yeni ve dışsal bir şeyin etkisine girdiklerini fark etmelerine vesile olmak. -Çünkü yazar fark ettirmiş.- Bu yeni etki, piyasanın etkisi.

“Aşk Neden Acıtır”ın tek başına kadına sağlayacağı fayda ancak ve ancak onun kaygılarını dindirmesi olabilir. Bu kitap yalnızca kadınlar tarafından okunacak olsaydı, diyebilirim ki, gerçekleşecek şey, kadının kendi üstüne gitmekten vazgeçmesi fakat ilişkilere dair umutsuzluğunun şiddetlenmiş bir şekilde sürmesi olurdu. Yine de bunun göz ardı edilmemesi gereken bir kazanım olduğunu düşünüyorum. Hal böyleyse, o hal iyice kavranmalı. Her iki taraf hayrına olacak değişimin gerçekleşmesi ise ancak erkeğin de durumun farkında olması ve bundan rahatsızlık duymasıyla mümkün olabilir. Bu noktada, bu büyük çaplı değişimi düşleyecek kadar saf olmayacağım.

Bunca zamandır içinde bulunduğumuz durumun karmaşıklığını anlamakta güçlük çektiğimizi biliyorum. İlişkilere dair açıkta kalan, açıklama getiremediğimiz şeyler eksilmek bilmedi. Benim düşlediğim şey, neredeyse hiçbir şeyi açıkta bırakmadan kusursuz bir şekilde meseleyi ele aldığını gördüğüm bu kitabı daha fazla insanın okuması. Modern aşkın “bilgisi” bütünüyle bu kitapta. Yazı boyunca sizi daha hülyalı bir sonuca hazırlamak isterdim ama sanırım yalnızca böyle bir kitabın varlığından dolayı sevinç duymakla yetinmelisiniz. Hiç de fena olmayan bir şeyden söz ettiğimi göreceksiniz. Yaşadığımız dönem, bana dışsal etkilerin en fazla etkisinde kaldığımız dönem gibi görünüyor. Bu yüzden çözüm, oturup içimize bakmak, kendimiz üstüne düşünmek dışında bir şey olabilir: çözüm belki de neler döndüğünün farkına varmaktır.

Bir grup arkadaşıyla birlikte gerçekten de artık bu kitaba atıf yapmadan konuşamayan, Neslihan…

Neslihan Elagöz

Subscribe
Notify of

2 Comments
oldest
newest most voted
Inline Feedbacks
View all comments
9 years ago

Kitabı ben de geçtiğimiz aylarda okudum. Uzun süredir bu kadar çok altını çizdiğim bir kitap hatırlamıyorum. Ama kitapla biraz daha uzun soluklu zaman geçirme taraftarıyım. Hiç düşünmediğim ya da aklıma gelmiş olsa dahi üzerinde durmadığım yığınla tespit var. Neslihan Elagöz’e teşekkürler. Kitap böyle bir yazıyı hak ediyordu. Keşke herkes okuyabilse…