Egoist okur

LAURA KIPNIS: “Her ideolojinin hainleri çıkar, aşk hariç!”

Amerikalı akademisyen Laura Kipnis, Karl Marx’ın üç ciltlik dev eseri Kapital’i aşka dair bir kılavuz gibi yorumlamış ve  sağdan soldan, kadın erkek birçok kişiye “Bu kadar da olmaz ki!” dedirtmişti. Kipnis’in yazdığı Aşka Hayır’a göre, hayatımızın 24 saati çalışmakla geçiyor. 8 saat işyerinde, 16 saat de evde, aşk için… Olabilir mi? Bakalım…

AŞK şahane bir tatil mi, yoksa 24 saat mesai mi?

Laura Kipnis, onu bir aşka itiraz kitabı yazmaya iten sebebin, kadın-erkek, zengin-yoksul, sağcı-solcu, genç-yaşlı, düzen yanlısı-anarşist, pesimist-iyimser hiç kimsenin aşka karşı çıkmaması olduğunu söylüyor: “En kusursuz örgütlenmeye sahip dinler bile ara sıra kafir üretirler. Her ideolojinin hainleri çıkar. Kutsal inekleri kesecek bir kasap bile eninde sonunda bulunur. Aşk hariç!”

Yazara göre aşk bir nevi ruh ehlileştirme sistemi. Zira evli olanlarımız dahil hepimiz çok yalnızız, bir yandan bağlanma özlemi çekerken bir yandan da hayran olmaya ve olunmaya ihtiyaç duyuyoruz. Yani ruhlarımız zayıf. Aşka da inanmazsak elimizde bizi hayata bağlayacak pek az şey kalacak. “Aşk, üyelerine mutluluk vaat eden bir kulüp” diyor. Çitin dışındakiler sabırla kulübün lüks odalarından birine alınacakları günü bekliyor. Ancak o zaman güzel, cazibeli ve değerli olacaklar. Sevecek ve sevilecekler. Giriş kapısının önünde kuyruğa girip yıllarca -ya da sonsuza dek- beklemeleri gerekiyormuş, çok mu!

Laura Kipnis’i illet eden şey tam da bu beklemek meselesi. Bir de beklerken harcanması gereken ‘kan, ter ve gözyaşı’ miktarı; kendi deyişiyle ‘sevgi emektir’ safsatası…

Yüzyıllardır dersimizi belledik, iyi ilişkinin formülünün ‘çalışmak, çalışmak ve gene çalışmak’ olduğunu hepimiz biliyoruz. İyi ama elimizde kalan tek gerçek oyun ve macera aracı olan arzu, bir sözleşme çerçevesinde organize edildiğinde, işin yerini ev, ofisin yerini de yatak odası almıyor mu? Böylece mesai ile mesai sonrası arasındaki fark da el çabukluğu marifetiyle yok edilmiş oluyor. Burada Kipnis Karl Marx’ın üç ciltlik dev eseri Kapital’in özündeki basit ama cevaplaması zor soruyu hatırlatıyor: “Hayatımızın ne kadarını çalışarak geçireceğiz ve ne zaman tatil yapmaya başlayacağız?”

Karl Marx’ın iş hayatını tarif ederken kullandığı benzetmelerin hazin bir tonda ev cephesi için de kullanılabileceğini söylüyor Kipnis.

Ölü evlilikler, mekanik seks, soğuk kocalar ve frijit kadınlar, hepsi zevahiri kurtarmak için üzerlerine düşeni yapıyor. Arzu tükenirken resmi bağlılıklar veya adına ilişki denen zincirler güçleniyor. O zincirleri şüpheler, tuzak sorular, sadakat testleri, çeteleler, suçlamalar, öfke, küçük düşme ve düşürülme, dayatılan vicdan azapları, salt haklı çıkmak adına üstlenilen anlayışlı eş rolleri, psikolojik işkenceler, e-posta ve cep telefonu karıştırmalar sağlamlaştırıyor. Kulüp sıkıcı bir yer haline geliyor.

Bu kez ‘dışarıya’ özlem başlıyor, sınırsız ihtimaller zihinleri istila ediyor… Biraz daha cesur olanlar acemi adımlarla kaçsalar bile çoğunlukla koşarak yeniden içeri sığınıyor. Ya aşktan kaçmak için aşka sığınmanın anlamsızlığını fark ettiklerinden ya da ‘Makine’nin içine kendilerinden, kanlarından, geçmişlerinden fazlasıyla akıttıklarını hatırladıklarından.

O zaman gelsin daha çok çalışmak. Gelsin körelen duygular, uykusuzluk, migren, sindirim bozukluğu, panik atak… İnsanın mecbur olduğu şeyler ne kadar çoksa, onları yapmaktan o ölçüde az zevk alacağı ortada. İşte de, aşkta da…

İtirazı olanın çözüm de önermesi gerekiyor ya, yazıyı yıllardır mutlu bir evliliği sürdüren Laura Kipnis’in şu sözleriyle bitirmek istiyorum: “Bir ilişki için çaba harcıyorsanız, onun kötü gittiğini, bir şeylerin eksik olduğunu bilirsiniz. Lakin konu aşksa, emek işe yaramaz. İşe yarayan tek şey kazanmak ya da kaybetmek için değil, zamanı güzel geçirmek ve eğlenmek için oynanan oyunlardır.”

Hain sözlük

İşte Laura Kipnis’in Aşka Hayır adlı kitabından çıkardığım mini Hain Sözlük…

AŞK: ‘Arzuyu bastırma’ denen medeni başarıyı gösteremeyenlerin yaşadığı şey.

EVLİLİK: Aşkın sürgün yeri. Zorunlu askerliğin ‘şık’ şekli. Parçaları bir arada tutma özelliği yüzünden takma diş zamkı gibi. Not: Kolektif iyilik için çaba göstermeyenler görevden alınır.

ARZU: Küçük insani dramımızdaki ‘joker’. Eğlencelidir. Kararları ve planları alt üst eder. Freud’a göre tedavisi yoktur.

ALDATMA: Emek etiğinin oturma grevi. Uyarı: Kitlesel tatminsizliğin grev, isyan, başkaldırı, devrim gibi dışa vurumlarında birileri yaralanabilir.

EVLİLİK TERAPİSİ: Bezgin kitleyi isyanın tedavi edilebilir bir nörotik rahatsızlık olduğuna ikna eden kurum. Kötü haber: Hastalığınız teşhisten sonra ikiye katlanacak, yani daha çok çalışmak zorunda kalacaksınız.

KÜLTÜR: Filmler, şarkılar, kitaplar… Peki ama aşka teslim olmak doğamızda varsa, aşk neden bu kadar çok PR harcamasına gerek duyuyor? Ve aşkın izin verilen formları kısıtlandıkça niçin nasıl aşık olunacağının yollarını gösteren kişisel gelişim kitapları çoğalıyor?

ALIŞVERİŞ: Arzunun tüketime yönlendirilmiş biçimi. Çünkü alışveriş yapmak yerine sevişen bir toplum, ekonomiyi durma noktasına getirir.

En çok çalışanlar, aslında eve gitmek istemeyenlermiş

İstatistiklere göre, modern dünyada iş saatlerinin gitgide artmasının temel sebebi çalışanların akşam eve gitmekten kaçınmasıymış. Evde hayat öyle bunaltıcıymış ki, insanlar eve gitmek yerine fazla mesai yapmayı tercih ediyorlarmış. Ben şu sıralar işten kaçıp bir an önce o eve ya da bu eve gitme aşamasında olduğum için, kendi payıma söz konusu istatistiğin doğruluğunu garanti edemeyeceğim. Ama üzerinde düşünmeye değer olduğu kuşkusuz.

Emek, iyilik, sıcak bir dost eli?

Şahsen, “Aşk, Evlilik ve Aldatma Üzerine Bir Polemik” altbaşlığını taşıyan Aşka Hayır’ı okurken, zihnimde Selvi Boylum Al Yazmalım filminin manifestosu dolaşmaya başladı. “Sevgi neydi? Rüzgarda sallanan yaprak, coşkun akan ırmak, cama çarpıp dağılan yağmur damlaları, bir yürek çarpıntısı mı? Gün gelir yapraklar kuruyup düşer, coşkun akan ırmak durulur, güneş açınca yağmur damlaları giderdi… O halde sevgi emekti. İyilikti. Sıcacık bir dost eliydi.”

Yeşilçam’ın zengin-fakir ilişkilerinin mümkünlüğü dışında farklı bir şey söyleyen yegâne aşk filmiydi Selvi Boylum. O farklı şey de, aşkı arzudan ayıran hatta alınteriyle bir tutan heyecansız tariften başka bir şey değildi.

Gülenay Börekçi

Subscribe
Notify of

5 Comments
oldest
newest most voted
Inline Feedbacks
View all comments
Dilek v.t.
13 years ago

Kac defadir okuyorum bu yaziyi Gulenaycim… Cok etkilendim ben…
Insanin icini acitan saptamalar var… Hala karar veremedim, citin icinde mi disinda mi olmak daha cekici?

Dilek v.t.
13 years ago

Haklisin galiba… Hani derler ya, bir yere varmak icin deli gibi cabalarken insan yolculugun tadini cikarmayi unutur… Yolculugun keyfine varabildigimiz surece gidelim bakalim, yol nereye kadar guzel giderse… Yolda karsimiza cikacak seylerle oyalanabildigimiz surece…

ismail
12 years ago
Reply to  Dilek v.t.

Hani diyor ya, kapının önünde sırada bekliyorlar, dışarı da olmak aşkın acı tarafı iken içeri de olmak, tatlı tarafı olmalı.