Egoist okur

Ateşin etrafında toplanıp masallar anlatalım…

“Ateş” ne yazık ki gerçek değil ama sanki hep orada…

Şifâhen Masallar’ın kurucusu masal âşığı yazar Beyza Akyüz. Ayda bir kez İstanbul’un başka bir semtinde masal geceleri düzenliyor. Geçen hafta Çengelköy Açıkhava Sineması’nı kapattılar mesela… Dileyen herkes bu gecelere katılarak daha önce hiç görmediği, tanımadığı insanlara anılarını, deneyimlerini, hikayelerini; bildiği veya yarattığı masalları anlatıyor. Tıpkı kadim zamanlarda insanların ateşin çevresinde oturup sabaha kadar sohbet ettiği gecelerdeki gibi… Tıpkı yaz tatillerinde gençlerin kamp ateşi çevresinde toplanıp hayalet hikayeleri anlatması gibi… Aralarda da yanlarında getirdikleri yiyecekleri, içecekleri paylaşıyorlar. Bir sonrakine gideceğime söz verdim, onu ayrıca anlatırım. Veya belki siz de zaten gelmiş olursunuz.

Ateşin etrafında toplanıp masallar anlatalım…

“Şimdi size bir hikâye anlatacağım ve hikâyenin sonunda daha önce bilmediklerinizi biliyor olacaksınız” dedi anlatıcı. Çok iddialı bir giriş yapmıştı. Bir köşede ilgisizce oturan adam bile yan gözle şöyle bir baktı.

“Bir zamanlar, sûfilerin yetiştirildiği bir dergâh varmış. Dış dünyayla hiç bir bağı olmayan tıpkı Yusuf’un kuyusu gibi olan bu dergâhta, dervişler eğitim görüyormuş. Yıllar yılları kovalarken dervişler de bilgi ve ahlâkta yol kat etmiş.

Ama esas hikaye başka… Bir gün, dergâhın ulu rehberi bütün dervişleri başına toplayıp “yıllardır bu kapıdan dışarı adım atmadınız ama eğitiminizi de tamamladınız. Dışarıya yani dünyaya çıkma vakti geldi” der. Dervişler başta ürkseler de dünyada karşılaşacakları yeni insanları ve onlara öğreteceklerini düşününce mutlu olurlar. Fakat rehber bir not düşer: “8 ay sonra bugün, dönüp dergâha gelin, dünyada neler gördüklerinizi anlatın.” Sonra dervişleri tek tek uğurlar.

Dervişler dünyanın dört bir yanına dağılır, 8 ay boyunca gezer dururlar. Ve sonunda yeniden dergâhta bir araya gelirler. Rehber, “Anlatın bakalım, dünyada neler gördünüz, insanlar nasıl yaşıyor” diye herkese sırayla sorar.

İlk derviş, “Dünya ben görmeyeli yoldan çıkmış. Ahlaksızlık almış yürümüş” der. İkinci derviş, “Kıyamet zamanı gelmiş, sapıklık diz boyu” der. Üçüncü derviş, “Bu dünyanın çivisi çıkmış. Herkes cehennemlik işler yapıyor” der. Dördüncü, beşinci, altıncı derviş de aynı şekilde dünyadan şikayet edip durur. Sıra yedinci dervişe gelince rehber, “Anlat bakalım, sen ne gördün dünyada” diye sorar.

Yedinci derviş, “İyilik de kötülük de vardı dünyada, her şey her zamanki gibi merkezindeydi” diye cevap verir. Diğer dervişler şaşırır. Aynı dünyaya mı gittik diye şüphe ederler. Ulu Rehber’e gelince; “Hepiniz dergâhta kalıp eğitim görmeye devam edeceksiniz, sadece yedinci derviş yeniden dünyaya dönebilir” diyerek konuşmayı bitirir. Ve o günden sonra o dervişin adı, Merkez Efendi olur.

Anlatıcı hikâyesini tamamladığında, girişinin hiç de ilk başta düşündükleri gibi iddialı olmadığını düşündü dinleyiciler.

Platon da kendi zamanında dünyanın gidişatından memnun değilmiş. Öyleyse diye düşünüyor insan, zaman dediğimiz şey tıpkı masallardaki gibi sadece “bir zamanlar” mı? Bir zamanlar… Geçmişi, geleceği ve şimdiyi içine alan…

Mitolojik hikâyeleri, masalları, efsaneleri dinlerken belki sadece ilk başta, bir mesafe koyarız dinlediğimizle aramıza. Ama çok kısa bir süre sonra, anlatılanın içine çekiliriz. Ve geçmişte, kuyunun derinliklerinde, yeraltında, tarihin bilinmeyen dönemlerinde yaşandığı söylenen hikâyede, bir anda kendimizi ve şimdiki zamanı buluruz. Bu hiç de tesadüf değildir. Masalların zamansız anlatımının sırrı buradadır.

Thomas Mann, “… bizi ta oralara taşıyıp götüren geçmiş zaman unsuruna tabii biz alışkınız, başka bir şey var, artık vücudumuzun çekilişiyle içine doğru gittiğimiz, bir zamanlar olmuş bitmiş olan yaşamın geçmişi, bizim yaşamımızın da bir zamanlar derinden derine ona ait olduğu, yani ölmüş olan dünya. Ölmek, yani zamanı kaybetmek ve zamanın dışına çıkmak, ama bunun anlamı sonsuzluğu kazanmak ve her yerde olmak, işte gerçek hayat bu. Çünkü yaşamın varoluşu yaşanan zamandır ve sadece mistik bir tarzda sırrını, geçmiş ve gelecek şekillerinde gösterir” diyor Yusuf ve Kardeşleri kitabında.

Mitolojik kahramanlarla kendimizi özdeşleştirirken yanlış bir şey yapmıyoruz aslında, kendi ruh soyumuza iniyor, oradan arkadaşlar, dostlar seçiyoruz.

Masal dinleyen kişinin, zihin kapısı açılıyor, aklın dışına çıkarak başka bir bakış kazanıyor ve şimdiki zamana hapsolmaktan kurtuluyor. İşte bu yüzden, anlatıcılık Havva’nın Adem’e kuşlarla ilgili bir hikâye uydurmasından bu yana var.

Nasıl ve neden olduğunu bilmediğim bir şekilde ben de “masalcı” olacağım demiştim bir zamanlar. Ama gerçekleşmesi muhtemel birçok şey gibi, yıllar içinde unutmuştum.

Geçen sene yeniden hatırladım. Ve hikâyeler vasıtasıyla birbirimizi bir an önce dinlemeye ihtiyacımız olduğunu fark ettim. Şifâhen Masallar böyle doğdu. Karşılaşma ihtimali olmayan insanların hikâyeler etrafında toplanması ve ucundan kıyısından tanış olmaları yegâne amaçtı.

1001 gece sürmesini dilediğim Şifâhen Masallar, bize kapısını açan mekânlarda düzenleniyor. Ben geceyi uzun bir masalla açıyorum, ondan sonra açık sahneye dinleyicileri davet ediyorum. Anılar, şiirler, hikâyeler, şarkılar, artık ne varsa eteklerinde ortaya döküyorlar. Verilen molada şahsen tanışıyoruz sonra tekrar biraz daha kaynaşmış olarak devam ediyoruz geceye. Direkt iletişim tarzının yoruculuğundan ve önyargıları kırmakta zorlanmamızdan dolayı hikâyeler dolaylı ve yumuşak geçişlerle sanki daha uzun bir zamana yayıyor, birbirimiz hakkında karar verme sürecini.

Şifâhen Masallar anlatmak, dinlemek bana iyi geliyor. Her defasında şaşırıyorum. Ve tıpkı Merkez Efendi gibi, dünyada değişen bir şeyin olmadığını, iyiliğin de kötülüğün de yerli yerinde durduğuna şahit oluyorum. Ve bir sonraki masal gecesine kadar yeryüzünde gülümseyerek ve gerçek üstü yaşayabiliyorum.

Hadi sen de bir masal gecesine katıl.

Biliyorsun, gelmezsen karşılaşamayız.

Beyza Akyüz

Subscribe
Notify of

0 Comments
oldest
newest most voted
Inline Feedbacks
View all comments