Egoist okur

AY: Güneşten bunalan ruhların tesellisi

Önemli bir karar alacaksan, yeni ayı bekle ama eğer ilişkini bitireceksen veya kilolarından kurtulmaya karar verdiysen, dolunay zamanını seç… Bilinçdışının yöneticisi aydır, onun hareketlerine dikkat et… Yüzeyinde dikkate değer miktarda su bulunduğu için yeryüzünün geleceğini tamamen değiştirebileceği söylenen ay, bazı arkadaşlarımdan durmadan işittiğim bu sözlere bakılırsa aynı zamanda başka birçok şey… Ruhumuzun aynası. Çılgınlığımızın sebebi. Hayalgücünün, aşkın, deliliğin tetikleyicisi. Duyguların, hafızanın, mazinin, doğurganlığın, ruhun en gizli ve derin ihtiyaçlarının, bilinçdışının simgesi… Yin ve Yang’in gölgeli, karanlık, gizemli; kötülüğe ve ölüme dair yanı.

AY: Güneşten bunalan ruhların tesellisi

İçinde ay geçen isimlere zaafımı, ayı belki ismimden belki karakterimden ötürü evim kabul ettiğimi herkes bilir. Dolunayda ruhumda fırtınalar koptuğunu, yeniay doğduğunda tuttuğum dileklerin gerçekleşeceğine inandığımı, Çehov’a göre kırık bir kadehte yansıyan bir parça ışık hüzmesinden fazla bir çekiciliği olmayan ayışığında uykuya dalmayı çok sevdiğimi de… Hiç yerinden kıpırdamadan her gece koşabilen, bir gün içinde tüm dünyayı ışığıyla gezebilen ayla ilgili şeyler beni büyüler.

Sadece beni değil, başkalarını da… Bilim insanlarını, şairleri, müzisyenleri, romancıları, ressamları, sinemacıları… Aya dair yazılanların, çizilenlerin, söylenenlerin haddi hesabı yok.

İşte Paul Auster’ın insanoğlunun ayda ilk kez yürüdüğü yaz mevsiminde başlayıp biten romanı Ay Sarayı’yla ilgili söyledikleri…

“Ay pek çok şeyin yanı sıra bir mihenk taşıdır. Gözalıcı tanrıça Diana’nın adıyla anılan bir efsane olarak vardır her şeyden önce. Ruhumuzda karanlık olan her şeyin imgesidir o; hayal gücü, aşk, delilik… Göksel bir cisimdir sonra; semada başıboş dolaşan, hareketsiz, ölü bir taş… Var olmayana, ulaşılamayana duyulan özlemle, insanın her şeye üstün gelme arzusuyla harekete geçen… Hindistan’a, oradan da Çin’e yelken açarken aslında Amerika’yı keşfettiğinden tamamen bihaber olan Kristof Kolomb’u düşünürseniz, ay tarihtir aynı zamanda. Yanlış anlamaların tarihi. Tekrardır. Tabiatın döngüsel hareketleridir. Her kuşağın bir önceki kuşağın hatalarını tekrarlamasıdır. İlerleme adını verdiğimiz kavrama yöneltilmiş bir eleştiridir.”

Ve Ahmet Haşim’in Ayın güvenilmezliğine dair yazdıkları:

“Ağaçların tozlu yapraklarını, kayalar üzerinde durup soluyan kertenkeleleri, denizin kirli suları altında cam kırıklarını, paslı tenekeleri, eski pabuç naaşlarını seyretmenin ne kadar çabuk ruha bıkkınlık verdiğini tecrübe etmeyen var mı? Güneş, bütün gün, insana doğru fakat acı şeyler söyleyen bir arkadaştır. Onun ışığında eğlenmenin ve mes’ut olmanın hiç imkânı var mı?” diye soran Ahmet Haşim şöyle devam ediyor bir gününün nasıl geceye kavuştuğunu anlatırken: “Nihayet akşam oldu. Karanlık bastı. Arkamızda garip bir fısıltıyı andıran bir hışırtı duyar gibi olduk. Başımızı çevirdik: İki büyük fıstık ağacı arkasından kırmızı bir ay, sanki yapraklara sürünerek yükseliyordu. Ve birden etrafımızda dünyanın bütün manzaraları değişti.”

Ahmet Haşim o andan itibaren artık her şeyi açıkça görmek ıztırabından kurtulmuştur. Yanlış görmek ve tahayyül etmek imkânının sarhoşluğu vücudunu yavaş yavaş bir afyon dumanı gibi uyuşturuyordur. Gündüzün bütün ‘uyuz’ ağaçları yerine zengin bir orman vücut bulmuştur etrafta. Karşıda yemek yiyen fakir ailenin kirli kızları, yüzlerine vuran ay ışığı içinde birer süslü hayal olmuşlardır. Dünya artık korkulacak kadar güzel bir yer haline gelmiş, aydan akan büyünün saadetiyle ruhu çatlayacak kadar dolmuştur. “Ay! Ay! Yalancı Ay!” der Haşim tüm melankolisiyle, “Zekâdan harap olanları dinlendiren hayâl gibi, güneşten bunalanları da teselli eden sensin!”

Sahnede, ekranda, beyazperdede

Bir televizyon fenomeni olan ve kendi kültünü yaratan Uzay: 1999 hiç şüphesiz ayı konu alan dizilerin en ünlüsü. Aya gönderilen bir uzay aracının dünyadan koparak evrenin karanlığında kaybolan ayın uydusu haline gelmesini konu ediyordu. Onlar için dünya artık ay demekti ve bütün hayatlarını bir kurtuluş umuduyla geçirirken bir yandan da planlar yapmaya, aşık olmaya, evlenmeye, boşanmaya, birbirlerini anlamaya çalışmaya devam ediyorlardı. Tıpkı dünyadaki insanlar gibi…

İsimlerinde ay geçen filmlere gelince… İlk akla gelen herhalde bu hafta gösterime giren Twilight. Vampirleri alemin en trendy mahlukları haline getiren dizinin film versiyonu özellikle gençler tarafından merakla bekleniyor. Eskilere dönersek, sonradan oyunculuğa soyunan ünlü şarkıcı Cher’e Oscar kazandıran Ay Çarpması var. Cher komedi türündeki bu filmde, aşık olunca o güne kadar bastırdığı tüm arzular bir anda baş edilmez bir hal alan bir kadını canlandırıyordu ve onun bu hali ayın aklını başından aldığı lunatiklerle karşılaştırılıyordu. Şu sıralar, yıllar önce işlediği cinsel taciz suçundan başı epey dertte olan Roman Polanski’nin Acı Ay filmi var bir de tabii. Başrolleri Peter Coyote ile sevgili karısı Emmanuel Seigner’a veren Polanski aşkın nefretle, arzunun intikamla iç içe geçtiği karanlık bir hikaye anlatıyordu.

The End of the Moon adını taşıyan tiyatro oyunu da unutulmamalı. Müzisyen Laurie Anderson’ın yazıp başrolünü oynadığı bu tek kişilik oyunun sponsoru NASA. NASA Anderson’a iki yıl boyunca kurum içinde konuk işçi olarak çalışma imkanı tanımış. Anderson’ın bu oyunu yazma sebebini açıklarken Anderson, “Eskiden ay romantik ve gizemli bir şeydi, şimdiyse bilmediğimiz hiçbir yanı kalmadı, en kuytu mağaralarını, gizli su yataklarını öğrendik. Bu sadece aya dair bildiklerimizi değil, romantizme dair hissettiklerimizi de değiştirecek” diyor.

Aya dair şehir efsaneleri

Günışığında ciltleri kuruduğu için sadece ayışığında dışarı çıkabilen vampirleri veya dolunayda canavara dönüşen kurtadamları geçelim. Onlar zaten özellikle bu hafta filmi giren Alacakaranlık romanlarından beri her yerdeler. Ama başka efsaneler de var tabii…

Mesela dolunayda ‘kafayı yiyen’ insanlardan söz edildiğini duymuşsunuzdur. Çatlaklara o yüzden ‘ayın etkisi altında’ anlamına gelen lunatik denir ya! İstatistikler bunu kanıtlayacak hiçbir veri sunmuyor ama yine de dolunayda karakterinin değiştiğine inanan çok insan var. Bir görüşe göre bu, güneşin iyiliği, ayın kötülüğü simgelediğini öne süren ilk çağ mitlerine dayanıyor. Bir görüşe göreyse dolunaylı gecelerde etraf daha aydınlık olduğu için, bazı şeyler gizli kalamıyor. İsteyen inanmaya devam etmekte elbette serbest.

Bir diğer şehir efsanesiyse aslında aya hiç gidilmediği yolunda. Bu komplo teorilerine göre, astronotların yanlarında getirdikleri kaya parçaları bile sahteymiş. Hatta bu konuda çekilmiş bir film bile var. Capricorn One adlı bu filmde bir grup astronot aya gittiğini zannederken, aslında NASA onları bir çöle gönderiyor ama tüm dünyayı sahte görüntülerle aldatıyordu.

Gülenay Börekçi

Subscribe
Notify of

1 Comment
oldest
newest most voted
Inline Feedbacks
View all comments
elifnur eren
12 years ago

beyaz tenli olduğum için mi bilmiyorum ama güneşten kaçtım hep. ayın ışıklarının tenimde yansımasını da hep sevdim.
güneş; kibirli, bencil ve acımasızdır bana göre. ona itaat etmemizi bekler. yoksa yakar.
ama ay; narin, mütevazi ve cömerttir.
bir de güneşe bakamayız ama aya bakarız ya, daha tanıdıktır.
peki ya karanlık yüzü? belki de bizden saklısı var.