Egoist okur

AYBİKE ERTÜRK: “Aşk hâlâ en vazgeçilmezimiz…”

Annelerimiz, annelerimizin arkadaşları, arkadaşlarımızın anneleri hatta arkadaşlarımız, kısacası çevremizdeki bütün evli kadınlar bizi de bir an evvel hayırlı bir kısmetle “başgöz etmek için” yarışıyorlar. Sanki evlilik şahane bir kurummuş ve mutluluğun garantisiymiş gibi. Öte yandan yeni kuşak birçok genç kadın, evliliğin nimetlerinden o kadar emin değil. Evlilik bu yüzden en çok eleştirilen ama gene de vazgeçilmez bir kurum olarak varlığını sürdürüyor.

Mutlu bir evliliği yürüten senarist Aybike Ertürk, “Bayan Hiçbiri” adlı ilk romanında kitabında, kadının evlilikteki yerini şüpheci ama çok eğlenceli bir dille sorguluyor.

“Mutluluğunuzu başkalarını mutlu etmek üzerine kurarsanız, tek besin kaynağınız onların takdiri olur..”

Arka kapak yazısında, “Neslimiz lanetlendi” deniyor. Nedir bizim neslin laneti?

Bizler çoğu ev hanımı olan annelerin, sırtında tülbenti eksik olmayan, pamuklar içinde yetiştirilmiş çocuklarıyız. Ancak annelerimizin bizim için kurduğu hayaller kendi yaşadıkları hayattan farklıydı, kızlarını ayakları yere basan, ekonomik özgürlüğünü kazanmış kadınlar olarak yetiştirdiler. Bizim lanetimiz, annelerinin hayalini yaşayan ama aynı zamanda tıpkı anneleri gibi “anne” olmaya özlem duyan arada kalmış bir nesil olmamızdan kaynaklanıyor. Ama umutluyum; bir sonraki neslin böyle sıkıntıları olmayacak bence.

Kahramanınız Ela, “kusursuz bir kadın” olmak için çırpınıyor, çırpındıkça da batıyor…

İnsanız nihayetinde. Herkesin meziyetleri olduğu kadar kusurları da var ama nedense sahip çıkmıyoruz kusurlarımıza. Eksikliklerimizle yüzleşmeden tamamlanmamız mümkün değil. Kadınlar sürekli birbirleriyle karşılaştırılıyor. İşin kötüsü, hepimiz düşüyoruz bu tuzağa. Kendi içimizdeki mutluluğu sorgulamak yerine başkalarının eksiklikleri üzerinden mutlu olup halimize şükretme yolunu seçiyoruz. Kariyer sahibi kadın, evde oturanı küçümsüyor, evde oturan, kariyer sahibi kadını kötü anne olmakla suçluyor, sevgililer ise evli ve çocuklu kadınlara acıyarak bakıyor. Oysa kendi içinde mutlu olan insan, başkalarının mutsuzluğu veya eksiklikleriyle beslenmez. Kusursuz olmaya harcayacağımız enerjiyi kendi mutluluğumuz için harcarsak daha huzurlu ve güzel hayatlar yaşardık.

Bence hepimiz gibi Ela da toplum tarafından kusursuz eş olması gerektiğine ikna edilmiş…

Toplumun kadınlar üzerindeki baskısı tartışılmaz. Hepsi olsun, hemen olsun isteniyor. Oysa her şeyin bir zamanı var. Yeni doğum yapmış bir kadının bebeğini gönül rahatlığıyla başkasına teslim edip işine konsantre olması çok zor. Aynı şekilde kariyer yapmış bir kadının da evde oturup bebeğine bakarken geçmişine özlem duymaması imkansız. Ayrıca acı bir gerçek daha var: Çocuk doğduktan sonra o ateşli sevgili de hormonlar tarafından eli ağzı bağlanıp bir süreliğine çeyiz sandığına kaldırılıyor. Ve içimizdeki felaket tellâlı sürekli olarak “Artık hayatın bitti” deyip duruyor. Geçmişe saplanıp kalıyor, geleceğimizi depresif ruh halimizle şekillendirmeye başlıyoruz. Bir an önce eski halimize dönme telaşı yüzünden de hayatımızın bu en özel döneminin tadını çıkartamıyoruz. Aslında biri çıkıp tünelin ucundaki ışığı gösterse şöyle rahat bir nefes alacağız.

“Kusursuz olabilmek hayatımın hiçbir döneminde pek gündemimde olmadı”

Sanırım Ela’yla birçok bakımdan benzeşiyorsunuz. Onun yaşadıkları aynı zamanda sizin yaşadıklarınız mı?

Kendimi çok sorguladığım ve çevremdeki anneleri sıkça gözlemlediğim bir dönemde başladım bu kitabı yazmaya. Bu yüzden Ela doğum yapmış çoğu kadının yakınlık duyacağı bir karakter. Birçok yönden ben de Ela gibi hissettim zaman zaman. Dolayısıyla mutlaka Ela’da benden bir şeyler vardır. Ama işin aslı Ela, bu hikayeye en doğru şekilde hizmet edebilmesi için kurgulanmış bir roman karakteri.

Siz ne zaman vazgeçtiniz kusursuz bir kadın olmaktan?

Hiçbir zaman hırslı bir insan olmadım. Bu yüzden de kusursuz olabilmek hayatımın hiçbir döneminde pek gündemimde olmadı. Ama herkes gibi ben de sevdiğim insanlar tarafından takdir edilmek istedim. Sorun şu ki mutluluğunuzu başkalarını mutlu etmek üzerine kurarsanız, hayattaki tek besin kaynağınız diğerlerinin takdiri olur. Eh, takdir etmek konusunda da millet olarak pek bonkör olduğumuz söylenemez. Bu yüzden evlenip anne olduktan sonra önce kendimi mutlu etmeyi seçtim. Mutsuz kadın ne mutlu bir evliliği sürdürebilir ne mutlu bir çocuk yetiştirebilir ne de başarılı bir kariyere imza atabilir.

Şunu hep merak ediyorum: Sizce evlilik neden en çok eleştirilen ama yine de vazgeçilemeyen bir kurum?

Kadının toplumdaki yerinin değişmesiyle birlikte toplumun yapısı da değişti. Artık daha bireysel hayatlar yaşıyoruz. Kadınlar da erkekler de kendi alanlarını koruma peşinde. Kolay kolay kimseyi almıyoruz hayatımıza. Yalnızlığa çok alıştık ama “aşk” hâlâ vazgeçilmezimiz. Toplumun yapısı değişse de algı aynı. Ancak evlendiğiniz zaman saygı duyuluyor yaşadığınız aşka. Bir süredir birlikte olduğunuz adam size evlenme teklif etmezse, ilişkiniz başkaları tarafından acımasızca sorgulanmaya başlıyor. Belki o adamla evlenmeyi aklımızın ucundan bile geçirmiyoruz ama bir bakıyoruz o teklifi duymak için can atar hale gelmişiz. Evlenmek istediğimiz için mi gerçekten? Yoksa “Bu adam beni seviyor”u topluma kanıtlamak için mi? Hedefe kilitlenip aslında o adamla bir ömür geçirmek isteyip istemediğimizi sorgulamıyoruz bile. Hal böyle olunca da en çok duyduğumuz cümle “Şiddetli geçimsizlik” oluyor.

Şen Dullar Lokali ve kahve falı ortaklığı

Kahramanınızın ona benzemeyen ama onu anlayan birkaç yakın arkadaşı var. Annesiyle hatta annesinin Şile’deki yazlık komşuları olan daha yaşlı başka kadınlarla ilişkisini de görüyoruz. Hatta “şen dullar lokali” diyor oraya. Hava limanındaki şu kadın polisle bile kahve falı ortaklığı kurabiliyor. Böylece hikayeye sürekli farklı kuşaklardan kadınlar giriyor. Bütün bu kadınların ortak yanı ne sizce?

Ekonomik ve kültürel farklılıklarımıza rağmen aynı toplumun kadınlarıyız ve aynı kodlarla hareket ediyoruz. Kostümler ve dekor değişiyor ama bize biçilen roller aynı kalıyor. İster hava limanında güvenlik görevlisi olarak çalışın, ister bir holdingin üst düzey yöneticisi olun; fark etmiyor. Yaşadığımız sıkıntılar bir. Gün içinde çocuğumuzu özlüyor, karşımızdaki erkeğin başını döndüren kadın olarak kalmak istiyor ve kendimize vakit ayıramadığımız için hayıflanıp duruyoruz. Günün sonunda geldiğimiz nokta ise aynı: Kimse “Sen fedakarlık yaptın” diye altın madalya takmıyor.

Hayatta da kitaptaki kadar komik ve esprili misiniz?

Dertlerime gülebildikçe hafiflediğimi söyleyebilirim. Hayatla başa çıkma refleksim nedense böyle gelişti. Dolayısıyla bu durum kalemime de yansıyor.

“Kahramanım annem…”

Nasıl bir annesiniz? Ela’yla yarışabilir misiniz?

Her anne gibi ben de evladım için her şeyin en iyisini istiyorum. Tek amacım vicdan sahibi, sevgi dolu, doğada yaşayan her cana saygı duyan bir insan yetiştirmek. Bunun dışında rahat bir anneyim. Zeyno beş günlükken dışarı çıkmaya başladı, bir daha da eve girmedi. Çukurcuma’da restoranımızın bulunduğu caddede, kalabalık bir insan topluluğu içinde büyüdü. Dolayısıyla çevresindeki herkesin sevgisinden nasibini doyasıya aldı ki bu benim için çok önemli. Sonuç olarak Ela’yı bilmem ama kitaptaki diğer karakterlerden organik Nermin’le kapışamayacağım kesin. Hiçbir zaman düzen insanı olamadım. Zaman zaman parka gittiğimde hâlâ başka annelerden ıslak mendil dilendiğim doğrudur.

Siz hangisisiniz, Bayan Hepsi mi, yoksa Bayan Hiçbiri mi?

Hiçbiri olmak en büyük özgürlük. Ben de bunun tadını sonuna kadar çıkartıyorum.

Sizin kahramanlarınız, örnek aldığınız kadınlar kimler?

Benim kahramanım annem. Hayatta en çok güldüğüm, en çok eğlendiğim, dertleştiğim insan. 20 yıldır MS hastası ancak hiç karalar bağlamadı. Atak dönemlerinde, yani yatağa bağlı yaşadığı günlerde bile kendinden ve alışkanlıklarından vazgeçmedi. Fönlü saçları ve boynuna bağladığı ipek fularıyla karşıladı ziyaretçileri. Annem sıra dışı bir kadın, harika bir anneydi. Her zaman aktif ve bakımlı oldu, babamın âşık olduğu kadın olarak kaldı. Umarım ben de ileride kızımın damağında böylesine güzel bir tat bırakabilirim.

Gülenay Börekçi

Subscribe
Notify of

0 Comments
Inline Feedbacks
View all comments