Aylin Aslım: “Her kadın büyücüdür aslında”
Canını Seven Kaçsın adlı albümünün kapağında Aylin Aslım yüzüne rengarenk savaş boyaları sürmüş bir savaşçı gibi çıkıyordu karşımıza. Şarkılarda da hayatla ve aşkla ilgili anarşist bir tavır söz konusuydu. Peki ama o şarkıları söylerken yumuşak başlı olmayı, “çenesini tutmayı” reddeden bu kadın gerçekte nasıl biriydi? Aylin Aslım’la iki yıl önce röportaja giderken bunları düşünüyordum ve neyse ki karşımda tam da şarkıları gibi bir kadın bulmuştum. Güzel bir gündü; akşam Faith No More konseri vardı, Teoman müziği bırakmamıştı ve Amy Winehouse henüz yaşıyordu…
Ceren’in Oylum Yılmaz’ın Cadı adlı ilk romanına dair yazısını Egoist Okur’a eklerken çok sevdiğim bu röportaj aklıma düştü. Şöyle diyordu Aslım röportajında: “Her kadın bence büyücüdür. Ve her kadın iyi bir avcıdır da aslında. Kapitalizmin ve yaşadığımız güya modern hayatın dayatmaları yüzünden körelmiş de olsalar, sezgilerimiz içimizde bir yerde varlıklarını sürdürüyor.”
Ufkunuzu açacak 7 kitap: Kurtlarla Koşan Kadınlar ve diğerleri
Aylin Aslım: “Her kadın büyücüdür aslında”
Psikanalist Clarissa Pinkola Estes’in yazdığı Kurtlarla Koşan Kadınlar üzerine yazısını okuduğum günden beri Aylin Aslım’la tanışmayı çok istiyordum. Kadınların ancak içgüdülerini ve yabanıl doğalarını reddetmezlerse mutlu ve özgür olabileceklerini söyleyen kitap yıllardır benim de başucumda duruyordu. Söyleşide başka ortak noktalarımız olduğunu da keşfettik. Göç etmiş, trajik hayat maceraları olan ailelerin anneanneyle büyümüş çocukları olmaktan tutun, yakında İstanbul’a gelip bir konser verecek olan Faith No More ve Mike Patton yüzünden duyduğumuz heyecana kadar birçok şey… En önemlisi de hayatla ilgili benzer hayal kırıklıkları ve benzer ayakta kalma yöntemleri…
Canını Seven Kaçsın hangi ruh haliyle çıktı?
Kurtlarla Koşan Kadınlar’dan çıktı. Orada vahşi doğasından kopmamış, gücünü kullanmayı bilen, sezgileri sonuna kadar açık, kendi büyüsünü yapabilen bir kadın anlatılıyor ya. Her kadın bence büyücüdür. Ve her kadın iyi bir avcıdır da aslında. Kapitalizmin ve yaşadığımız güya modern hayatın dayatmaları yüzünden körelmiş de olsalar, sezgilerimiz içimizde bir yerde varlıklarını sürdüyor. Bu albüm çok sert bir dönemde yapıldı. Nefes bile alamayacak hale gelmiştim adeta…
Sebep neydi?
Kuralları kabul etmeyenleri çok fazla yaşatmazlar bu piyasada. Bana da iki seçenek sunulmuştu, ya sistemin bir parçası olacaktım, ya da sen çizginin öteki tarafında kal, bize bulaşma, bizi zehirleme denmesini kabul edecektim. İkisine de ne gücüm var, ne yaradılışım izin veriyor.
Ve albümü kendi paranızla çıkardınız…
Doğrusu buydu. Müzik piyasasında bazı şeyleri değiştirebileceğime inanmıyorum ama istediğim şeyleri yapabilecek koşulları yaratabileceğimi artık biliyorum. Birinin üzerine basarak yükselmek değişmez bir kural değil. Böyle yapmayarak da güçlü kalabilir insan. Belki daha uzun sürecektir, daha çok yorulmak gerekecektir, bir sürü kırılmalar yaşanacaktır ama en azından sen geceleri için rahat uyuyabileceksin…
“Bu köyden çıkış yok mu, başka bir hayat yok mu?” diye soruyorsunuz bir şarkıda… Başka bir hayat var mı sizce?
Mümkün. Biz kendi kendimize var etmeye çalışacağız onu, başka çaremiz yok. Başarıp başaramayacağımızı ise denemeden göremeyiz.
Ve o hayatın hayalinizdeki resmi nasıl bir şey?
Temel değerlerimin hiçe sayılmadığı, ruhuma, aklıma aykırı dayatmaları olmayan bir hayat… Herkes böyle hissediyordur belki ama müzik ve medya gibi insan ilişkilerinin baskın olduğu sektörlerde çalışanların hissettiği daralma daha şiddetli. En basiti, televizyonda program program gezmiyorsan, gerekli insanları yağlamıyor, ‘canım, cicim’ demiyorsan ya ‘aptal’ bulunuyorsun ya da güya iltifatmış gibi ‘arıza’ diyorlar senin için…
O şarkılarda dile gelen kadın sizsiniz, öyle değil mi?
O benden daha güçlü bir kadın. Ehlileştirilememiş bir kadın. İlişkilerinde vahşi bir kadın. Ben o kadar sert değilim. Daha yumuşak, daha sabırlı, daha anlayışlıyım.
O kadar da yumuşakbaşlı değilsiniz bence…
18 yaşımdayken annemin babamın benden beklediklerini yapmayı reddetmişim, 30 yaşımda elin adamının beklediklerini niye yapayım? Ne giyeceğimi, nereye gideceğimi, nasıl davranacağımı bana niye bir başkası söylesin. Bu cüreti nereden buluyor? Beğenmiyorsa ne işi var benimle? Beğeniyorsa niye beni değiştirmeye çalışıyor?
“Misafirim olacaktın, öyle uzun kalmayacaktın. Ateşimi alacaktın, korumu söndürmeyecektin.” Aşk insana bunu yapar mı? Siz izin verir misiniz birinin hayatınıza girip ruhunuzu pes ettirmesine?
Eh, izin vermişim ki şarkısını yapmışım.
Her kadın büyü yapar dediniz. Sizin büyü yapma yönteminiz ne?
Müzik. Benim bildiğim yöntem bu.
Büyü bir şeyler değişsin diye yapılır. Şarkılar neyi değiştiriyor?
Beni değiştiriyor. O şarkıları yazmasaydım, başka biri olurdum.
“İçtim içtim zehirlendim, içtim içtim şereflendim, kadehlerde temizlendim…” İçince nasıl temizlenir insan? Mesela ben öyle zamanlarda ağzımdan çıkan dilin kendi gerçeğime daha yakın olduğunu, daha sansürsüz konuşabildiğimi düşünüyorum.
Alkol belli kontrol mekanizmalarını çökerten bir şey. Sağlıksız bir şey aynı zamanda, vücudu ve ruhu zehirliyor. Fakat bazen köşe bucak her şeyi temizlemek ve kendini yeniden var edebilmek için dibe vurmak zorundasın. Her insanın arınma, iyileşme yöntemi farklıdır. Bazıları kendini ev işlerine, çamaşıra bulaşığa vurur, bazıları da işte içer, küfreder, ağlar, zırlar… Bir nevi ölür sonra da kendini baştan yaratır.
Şarkılarda içmek erkeklere özgüdür halbuki…
Kendini hırpalamak, içmek, dağıtmak, yok olmak erkeklere yakıştırılıyor. Pete Dogherty içince cool diyorlar ama Amy Winehouse içince düşmüş kadın oluyor. Kadın hep zinde ve sağlıklı olmalı, öyle ya evine bakacak, ortalığı çekip çevirecek, çocuk doğuracak… Yoksa bütün o işleri kim yapar? Benim de o şarkıdaki gibi içerek kendimi yok ettiğim oldu. Hiç pişman değilim bu yüzden. Öleyim mi kalayım mı dediğim günler yaşadım. Dibe vurmadan hayatta kalma kararını veremiyor insan. Yaşamaya devam edebilmek için ölmenin nasıl bir şey olduğunu bilmen lazım.
Güldünya’dan, yaptığınız diğer albümlerden de biliyoruz, yerinizi kadınlardan yana belirliyorsunuz… Fakat bu tarz bir dayanışma arzusu kimilerince dalga geçilen bir şey değil mi?
Bu konulardan konuşulmasını sevmiyorlar çünkü düzenin değişmesini istemiyorlar. “Biraz fazla kadın bir albüm yapmış” diye eleştirdiler beni mesela. O ‘biraz fazla’nın derecesini kim belirliyor? Dozu aşınca ne oluyor? Kurallara göre oynayıp birilerinin üstüne basarak, altına yatarak, köşeleri tutarak, çamura batarak, bel altından vurarak yükselenler gibi mi olmalıyım, kulak mı tıkamalıyım bu ülkenin en ciddi, en çözümsüz meselelerine? Yüz yıl öncesine kadar kadınlar takma erkek isimleriyle yazıyorlardı, ötesi var mı? Neyi tartışıyorlar fazla kadın olmuş derken… Bazı şarkılarda kadınlardan iğrenç bir maçolukla söz edilirken onlara çok erkekolmuş diyen çıkıyor mu?
Sevdiği insanın çocukluğu herkese güzel görünür
“Masumiyet korunabilir bir şey bence. Ciddi bedeller gerektiriyor ama bunu yapabilirsin. Birilerine zarar vermemeye çalışarak, kimseyi ezmeden, kırmadan yürürsün, ötekilere de ‘yolun açık olsun’ demeyi ihmal etmezsin. Hatta bazılarına ‘gel’ dersin, ‘beraber yürüyelim’. Tıpkı çocukların el elele tutuşup oyun oynamaları gibi…”
“Çocukluk mühim bir dönem. Ben mesela biraz içe dönük, yalnız ve melankolik bir çocuktum. Yine yazıyor, çiziyor, şarkı söylüyordum. Anneannemle yaşıyor, yurtdışındaki annemle babamı özlüyordum. Çocukluk çok şey anlatır. Aşık olduğum adamların çocukluk resimlerine bakmayı severim o yüzden. Sevdiği insanın çocukluğu herkese güzel görünür.”
Kendimi en çok Teoman’a yakın hissediyorum
Kendinizi müzik dünyasından en çok kime yakın hissediyorsunuz?
Müziğe bir güzellik gibi değil bir iktidar aleti gibi muamele edenlere yakınlık duyamıyorum. Herkes kendi hikayesini anlatsa, herkes kendi yolundan gitse işler başka türlü olabilirdi. Uyumu umursamayıp kıran kırana bir rekabete girenlerden, önüne gelene çelme takanlardan hazzetmiyorum o yüzden. Neyse ki herkes onlar gibi değil. Mesela Teoman… Kimsenin üstüne basarak yükselmemiştir. Kimseye yalakalık ettiğine de şahit olmamışımdır. İşini başarıyla yapmaya devam ederken kimsenin oyuncağı veya kuklası haline gelmemiştir. Bile bile kalp kırmaz. Rekabete girmez. Kendi kulvarını yaratmış bir adamdır ve benim arkadaşımdır. Ara sıra görüşürüz, ara sıra uzun aralarla görüşmeyiz ama dürüstlüğü ve açık sözlülüğü sebebiyle ben kendimi hep ona yakın hissederim.
Yazmak ya da yazmamak
Aslım’ın anlattıklarından… “Birkaç göç yaşamış bir aileyiz biz, hikayemiz çok acayip. O olayları yaşayan insanlar hala hayattayken, yazmak istiyorum. Güzel ve maceralı bir kitap olacak. Yine de yazıya hayatını vermiş insanları düşününce korkuyorum bir parça.”
Canını seven dinlesin…
Tuna Kiremitçi “Bugünlerde iftihar ettiğim özelliklerimden biri Aylin Aslım’ın bir arkadaşı olmak. Özellikle son albümünü dinlediğimden beri. Keşke hepimiz Aylin kadar yaratıcı ve kendimize karşı dürüst olabilsek. O zaman bambaşka olurdu dünya” diye yazıyor.
Amy Winehouse: Sarsıcı bir kadın ozan
“Medyanın sansasyon arzusuna kurban etmeye çalışıyorlar ama Amy Winehouse’u çok önemsiyorum. Büyük bir iş yapıyor. Bu kadar sarsıcı sözler yazabilen kadın ozanlar çok sık çıkmıyor çağımızda” diyor Aylin Aslım.
Gülenay Börekçi, Habertürk
Subscribe
0 Comments
oldest