Egoist okur

Hepimiz aynı oyunlarda yaralandık

“‘Bu sene bir tuhaflaştı havalar’ sohbetine malzeme verecek kadar tuhaf şeyler oluyordu havalarda” diyor Mahil Ünsal Eriş. Ben de diyorum ki bu sene bir güzelleşti öyküler. Hani, “İçime bir ad koyacak olsam Leyla derim, öyle güzelim.”

Bi tanecik Burcu Yıldızer bu kez Mahir Ünsal Eriş’in geçen yıl hepimizin okuyup hasta olduğu kitabı Bangır Bangır Ferdi Çalıyor Evde’yi yazdı.

Bu arada fotoğrafı, Stuff Nobody Cares About adlı siteden aldım. Yaratıcısının, çocukluğunda ona anneannesiyle dedesinin hediye ettiği misketleri ve 1930 Misket Şampiyonu Vincent Sullivan’ı anlattığı Have you lost your marbles? başlıklı yazıdan. Artık kimsenin pek mühimsemediği eski güzel şeylerden bahseden bu site, tam benim içinde kaybolmayı isteyebileceğim mekanlardan. “Hayatımda misket oynayan kimseyi görmedim” diyor yazar. Buraya gelsin hemen. İstanbul’un, Ankara’nın ara sokaklarında, küçük mahallelerinde hâlâ misket oynayan çocuklara rastlanabiliyor çünkü. Yaşasın, sevinecek bir şey bulduk!

bangir-bangir-ferdi-caliyor-evde-egoistokur mue

Hepimiz aynı oyunlarda yaralandık

Bilirsiniz, bazı sözcükler tılsımlıdır. Hele ki o sözcükler kendi içerisinde duru, halden anlayan, hali anlatır cümlelere dönüşmüşse tılsım giderek büyür ve sizi de o dünyanın içerisine ansızın çekiverir. Alır demiyorum. Çeker! Hem de öyle bir hızla çekiliverirsiniz ki siz yavaşlamaya çalıştıkça cümleler sanki birlik olmuşçasına o tılsımlı dünyada, ruhunuzla birlikte sizi ele geçirir. Üstelik bu, hiç de kurtulmak isteyeceğiniz cinsten bir durum değildir. Duygularınız ayaklanır ve teslim olursunuz.

Ben tamamen teslim olduğumu bilirim. Bazı kitaplar tıpkı başka bir hayattan seslenir gibi gelir size. Elbette siz de geçmiş olabilirsiniz aynı hayatın bir köşesinden. Sebepleriniz aynıdır. Aynı oyunlarda yaralanmış, bir dönem çok yakın olduğunuz arkadaşlarınızı kaybetmiş, sevdiğiniz adama/kadına aşkınızı söylemekten korkmuş ya da delikanlı gibi karşısına çıkıp içinizde ne var ne yoksa dökmüşsünüzdür. Tılsım bunun neresinde diyeceksiniz? İşte tam da bu noktada o ele avucuna sığmayan doğallıktan, yalınlıktan bahsetmek gerek. Süslemelerden uzak, okuyucusuyla bir çay bahçesinde oturuyormuşçasına sohbet ederek meramını anlatan, sizi kendi hikâyelerinin baş misafiri haline getiren, hiç bitmese sohbet hep uzasa dediğiniz bir doğallıktan söz ediyorum.

Mahir Ünsal Eriş de ilk öykü kitabı Bangır Bangır Ferdi Çalıyor Evde ile bizi öyle bir dünyanın içerisine çekiyor ki duygularınız hızla akıp giderken siz inadına yavaşlamak için çaba sarf ediyorsunuz. Tıpkı sokakta en sevdiğinizin oyunu doya doya oynarken gaipten gelmesini umduğunuz annenizin ‘Hadi eve gel artık çocuğum!’ seslenişindeki gerçekliği göz ardı etmeye çalışmak gibi… Biraz daha zamanın olsa da oyunumu devam ettirebilsem, eve biraz geç girebilsem hayıflanışıyla kalakalıyorsunuz.

Kitabı mümkün olabilecek en uzun zamana yaymayı, buram buram Erdek ve Bandırma kokan sokakları kâh mutlu kâh hüzünlü kâh yaramaz adımlarla arşınlamak istiyorsunuz. İşin tılsımlı yanı da bu. Teker teker Eriş’in öykülerinde bahsettiği arkadaşlarından biri oluyorsunuz. Gazozla aspirin içen Serkan, kara kaşlı kara gözlü Gülderen, biten bir aşkın ardından yalvar yakar medet bekleyen adam, Fidan ve daha niceleri… Cinsiyetten bağımsız hepsiyle sarsılmaz bir bağ kurmanızı sağlıyor kitap.

Çocukluğun en savruk zamanlarının içerisinden, olgunluğun en şaşalı dönemiyle geçer gibi garip bir hüzün bulaşıyor içinize. Ama kitaptaki öykülerin belki de en güzel tarafı, birçok yerde oldukça komik ayrıntıların da olması. Yani birden öyküde bahsi geçenleri, içi tebessüm dolu yeşil bir denizin içinde ekinlere sırt üstü uzanarak: “Babam mı döver, Tommiks mi?” diye sorular sormaya başlarken ya da en olmadık zamanda, Rönesans resimlerindeki iblislere gönderme yaparak, sevgilisinin gerdanına kusarken bulabiliyorsunuz. Duyguların bu iç içeliği sayesindeyse kitap için “hüzünlü” demek haksızlık olurdu.

Mahir Ünsal Eriş bütün bu insanları ve onların başlarından geçen olayları, herkesin başına gelebilecek kadar sıradan şeyler olarak anlatırken, tam da yazının girişinde bahsettiğim gibi, okuyucusunun ansızın kahramanlarının “doğal” hayatlarına tanık olmasını sağlıyor. Hepimiz bu yaşanmışlıkların benzerlerini görmüş ya da duymuş olabiliriz.

“‘Bu sene bir tuhaflaştı havalar’ sohbetine malzeme verecek kadar tuhaf şeyler oluyordu havalarda” diyor Mahil Ünsal Eriş. Ben de diyorum ki bu sene bir güzelleşti öyküler. Hani, “İçime bir ad koyacak olsam Leyla derim, öyle güzelim.”

Burcu Yıldızer

Subscribe
Notify of

0 Comments
oldest
newest most voted
Inline Feedbacks
View all comments