Belki başka bir hayatta: Bir kitap, bir film + bir sahaf dükkanı
Bir roman… Susan Sontag’ın bir sahafta bulduğu unutulmuş başyapıt, bir mücevher. Ve bir film… Neredeyse aynı tarihlerde aynı kitapçıda geçen ama yarım kalmaya mukadder bir başka aşk.
Bence Leonid Tsıpkin’in YKY’den çıkmış “Baden Baden’de Yaz” romanını bir an önce edinin ve Dostoyevski’nin “Mutluluğu başkalarının acıları üzerine; tek bir yaşamın, mahvolmuş bir yaşamın, hele çocukların yaşamının üzerine inşa etmek mümkün değildir” sözü üzerine düşünün. Ecinnilerle savaştan galip çıkan insanlara dair bütün hikâyeler gibi, bu da iyi gelecek. “84 Charing Cross Road” filmini de yağmurlu bir hafta sonuna yakıştırdım ben, vaktiniz varsa bulup seyredin.
Belki başka bir hayatta: Bir kitap, bir film + bir sahaf dükkanı
1979 yılında, keskin soğuğun kendini adamakıllı hissettirdiği bir gece vakti Leningrad’dan bir tren geçer. İçinde, hayatının en büyük saplantısı Dostoyevski olan bir adam vardır. Leonid Tsıpkin’in amacı, kahramanının öldüğü yeri görmektir. Tren yoluna devam eder, Tsıpkin de elinde tuttuğu günlüğün sayfalarını karıştırmaya…
Tsıpkin Rusya’nın ıssız, soğuk ve karanlık bölgelerine yaptığı bu seyahati Dostoyevski’nin 1867 yazında, genç karısı Anna’yla birlikte Avrupa’ya, Baden Baden’e yaptığı yolculukla karşılaştırmaya başlar. Ve Dostoyevski’nin hayatı boyunca yakasını bırakmamış “ecinniler”in, o güneşli seyahat boyunca güçlerinin tam zirvesinde olduğunu öğrenir. Dahası, aynı ecinnilerin kendi başına da bela olduğunu fark eder. Ve bir yandan güçsüzlüğüne lanet ederken, bir yandan da sürekli kavga edip birbirlerini hırpalayan Dostoyevski ile Anna’nın aşklarını kurtarma mücadelesine hayranlık duyar.
Yapı Kredi yayınları’ndan çıkan “Baden Baden’de Yaz”ın yazarı Leonard Tsıpkin’in adını, şahsen ilk kez duyuyorum. Siz de duymamış olabilirsiniz. Bunun için Susan Sontag’a teşekkür etmemiz gerek, çünkü kitabı yıllar önce, Londra’nın Charing Cross Caddesi’ndeki küçük bir kitapçı dükkanında, “ikinci el kitapların yıpranmış kapaklarını gözden geçirirken” o keşfetmiş.
Lütfen bir an önce bu kitabı edinin ve Dostoyevski’nin “Mutluluğu başkalarının acıları üzerine; tek bir yaşamın, mahvolmuş bir yaşamın, hele çocukların yaşamının üzerine inşa etmek mümkün değildir” sözü üzerine düşünün. Ecinnilerle savaştan galip çıkan insanlara dair bütün hikâyeler gibi, bu da iyi gelecek.
+++
Sontag’ın kitabı keşfedişi yıllar önce seyrettiğim bir filmi getiriyor aklıma. Başrollerini Anthony Hopkins’le Ann Bancroft’un paylaştığı bu küçük filmin adı, “84 Charing Cross Road”. Kitapları seven herkesin seveceği türden bir romans. Üstelik yaşanmış bir olayı anlatıyor.
Olaylar, II. Dünya Savaşı’nın hemen sonrasında geçiyor. Amerikalı bir kadın, Londra’daki bir sahafın ilanını görünce, birkaç az bulunan kitap sipariş ediyor. Yazışmaları sürdükçe, kitapçıyla aralarında bir arkadaşlık başlıyor. Kadın, New York’taki küçük dairesinde yapayalnız. Adamsa, Londra’nın yoksul semtlerinden birindeki evinde mutsuz bir evliliği sürdürüyor. Hep buluşmak istiyor ama erteliyor da erteliyorlar. Yıllar sonra, beklemediği bir anda adamın ölüm haberi gidiyor kadına. Kadın ancak o zaman tüm cesaretini topluyor ve artık rafları bomboş olan kitapçıyı ziyaret ediyor.
Anlayacağınız ‘84 Charing Cross Road’, âşıkların hiç karşılaşamadığı bir aşk hikâyesi. Ve ben, Susan Sontag’ın Dostoyevski üzerine yazılmış en güzel romanlardan biri olan “Baden Baden’de Yaz”ı 84 numaralı kitapçıda bulduğuna inanmak istiyorum. Ne de olsa, Charing Cross Road bilgisine sahibiz.
Dahası, biraz daha hayal kurabilirim… Eğer Sontag bulmamış olsaydı, dükkân sahibi “Baden Baden’de Yaz”ı Amerika’daki sevgilisine yollayacaktı belki de. Ve kadın Dostoyevski ile Anna’nın, hayatlarını karartan ecinnilere rağmen birbirlerini bu kadar kuvvetli bir aşk ve bağlılıkla sevebilmelerine hayranlık duyacak, asıl cesaretsizliğin ölüm olduğunu anlayacaktı.
Belki o zaman film başka türlü bitecekti. Ya da belki böyle bir film bile olmayacaktı.
Kim bilir, belki başka bir hayatta…
Gülenay Börekçi
Baden Baden’de Yaz, Leonid Tsıpkin
Roman, 1970’lerde Moskova’dan Leningrad’a yolculuk eden bir trende başlıyor. Yahudi olan anlatıcının (muhtemelen Tsıpkin) amacı, Dostoyevski’nin son günlerini geçirdiği evi ziyaret etmek. Trende büyük yazarın ikinci karısı Anna Grigoriyevna’nın günlüğünü okumaya başlıyor. Okuduklarımızın bir bölümü, anlatıcının tahayyülü: 1867’de Dostoyevski ve Anna’nın yurt dışında geçirdikleri baharı ve yazı, Baden Baden’deki fırtınalı günlerini ve yazarın Petersburg’daki ölümünü görüyor rüyasında. Diğer bölümüyse, anlatıcının kendi hikâyesi, daha doğrusu güçlü bir yaratıcı olduğu kadar tutucu bir Yahudi düşmanı olan Dostoyevski’ye duyduğu hayranlıkla yüzleşmesi…
“84 Charing Cross Road”da neler oldu?
Baska bir hayata ve oradaki kavusmaya bel baglayanlar ölümün cesaretsizlik olmasina aldirmazlar gibime geliyor.
Ölüm cesaretsizlik mi? Bilmiyorum. Hakkında konuşamayacağımız şeylerden bence, sadece üzerimizdeki etkisini anlamaya çalışabiliriz, ölmeyi değil. Bu konularda temkinliyim.
Okudugunuz bir romandaki mekani, yasadiginiz gercek hayatta bulmayi istemenizi pek sempatik buldum. Bu herkeste böyle mi bilmem ama kendimi yokladim; sanirim bende de öyle. Izledigim bir filmin yahut okudugum bir $iirin, romanin izlerine kendi hayatimda rastlamak, onlari okurken ya da izlerken hissettiklerimi renklendiriyor belki… Burada “baska boyutlar katiyor” demeyi düsündüm ama “reklendiriyor” u tercih ettim, niye bilmiyorum.
Haklısınız, başka boyutlar katmıyor. Mekanların metne kattığı bir şey olmuyor çoğu zaman, hatta hayal kırıklığına uğratıyor insanı. Anlattığım hikayedeki Londra aynı kalmış mı ki, o dükkan aynı hisleri uyandırsın, metne başka boyutlar katsın? Galiba ben de o dükkanı bu kitaba vesile yapmışım, kitap okunsun diye yazıyı renklendirmişim, hepsi bu. Ama niyetim kötü değildi :) Okuduğunuz için teşekkürler…