Dalton Trumbo’yu ilk hatırlayan Metallica’ydı
Metallica’nın “Some Kind of Monster” belgeselini seyrederken düşündüm. Mecbur kalsam, hangisini seçerdim? Ne Hetfield, ne Ulrich, ne Hamnett, sahsen ben bu üçünün yarattığı deli, manyak, über-yetenekli Metallica canavarını seviyorum galiba en çok.
Filmi birkaç yıl önce yazmıştım. İçinde Audrey Hepburn, Roma Tatili ve Dalton Trumbo da vardı, lütfen okuyun…
Metallica, Audrey Hepburn ve Dalton Trumbo ve hayatımızdaki bazı canavarlar
Canavarlar hep korku filmlerinde mi olur sanıyorsunuz? Dünya onlarla dolu… Benim bile birkaç tane canavarım var. Bazıları sadece bana zarar veriyor, bazıları benimle birlikte başkalarının da canını yakıyor. Lakin bugün size kendi beterböcek hallerimi anlatacak değilim. Şunu dinleyin…
Metallica’nın 1988 tarihli “One” videosu, Dalton Trumbo’nun “Johnny Got His Gun” filminden alınmış makineli tüfek, patlama ve helikopter sesleriyle başlar. Video boyunca savaşta kolları, bacakları kopmuş, yüzü bile kalmamış bir askeri anlatan filmden sahneler izleriz. Yataktaki “et kütlesinin” hiçbir şey hissetmediği düşünülür önce. Sonra bir doktor onun aylarca kafasını yastığa vurarak anlatmaya çalıştığı şeyi dehşetle fark eder… Johnny mors alfabesiyle bir S.O.S. çağrısı yapmaktadır: “Beni öldürün!”
İşte size bir canavar: Savaş.
Metallica, video için 1971 yapımı filmin tamamını satın almış. İyi de yapmış, zira çoktan unutulmuş olan Dalton Trumbo’nun hatırlanmasında hatta bir bakıma yeniden keşfedilmesinde bu videonun etkisi büyük oldu.
Şöyle ki… 1950’lerde ABD’de kirli bir çağ başlıyor ve hükümet komünist olduğundan şüphelendiği herkesi sorguya çekiyor. “Kızıllar” tutuklanıyor veya şantaj yoluyla sindiriliyor. Kurtulmak için ya başkalarını gammazlayacaklar ya da solcu olmadıklarını kanıtlayacaklar…
İşte Trumbo gammazcı ya da inkarcı olmadığı için ve tabii solcu olduğundan, uzun yıllar susturulmuş, işsiz bırakılmış bir yazar. Kahramanı Johnny gibi o da çeşitli yollar bulmuş “konuşabilmek” için. Takma adlar kullanmış. Hatta bu takma adlarla iki Oscar kazanmış. Mesela Audrey Hepburn’lü şahane “Roma Tatili”ni yazan esasen o. Kendi ismini kullanmadığı için gidip ödülünü alamamış.
Hakikati, belki biraz da Metallica’nın videosu sayesinde, 1992’de öğrenmiş dünya. Trumbo çoktan ölmüşken… 2008 yapımı “Trumbo” belgeselinden öğrendiğime göre, hiç değilse “Spartaküs” ve “Kelebek” gibi senaryolarını kendi adıyla yazabilmiş.
Görüyorsunuz, başka canavarlar da var: Paranoya, tehdit, şantaj, aşağılama, zorbalık.
Yetmediyse, içinde müzik olmayan “heavy” filmi “Some Kind of Monster”ı öneririm. Bu Metallica belgeselinde de acayip canavarlar göreceksiniz. Hayır, sadece içi geçmiş, ruhu kaymış Metallica üyelerini değil, yakinen bildiğimiz esas canavarları… Mesela kibir, para hırsı, şöhret tutkusu, kıskançlık, öfke, korku, madde bağımlılığı, kayıtsızlık…
Adamlar, yani Hetfield, Ulrich ve Hammett belgeselde o kadar tırsak, sünepe ve sığ ki, “Ride the Lightning”, “Master of Puppets”, “And Justice for All” gibi albümleri bu sersemler mi yaptı diye şaşıyor insan. O derece inanılmaz. “This is Spinal Tap” filmi için uyduruk bir rock grubu yaratıp güya belgeselini çeken, sonra da yıllar yılı “Spinal Tap gerçek değildi, müzisyen sandığınız adamların hepsini casting ajanslarından toplamıştım, siz de benim sahnelediğim bu şakaya inandınız” diyerek dünyayı ikna etmeye çalışan Rob Reiner yazsa senaryoyu, bu kadar olurmuş ancak.
Ama filmi en çok bu yüzden sevdim zaten. Dünyanın en popüler metal grubunun parayı bastırıp sadece seks ve uyuşturucu gibi “görkemli” dibe vuruş hallerinden ibaret olmayan sefil ve sıradan çöküşlerini belgeleme cesareti hayranlık uyandırıcı. Bu üç sünepenin bir araya gelmesiyle oluşturdukları muazzam “şeye” ise söyleyecek lafım yok, hastasıyım. Çünkü Metallica iyidir, büyüktür; canavardır!
Gülenay Börekçi
Subscribe
0 Comments
oldest