Egoist okur

Oscarlı aktör Colin Firth’ün yazdığı öyküleri okudunuz mu?

Oscar ödüllü oyuncu Colin Firth’ün aynı zamanda çok iyi bir öykü yazarı olduğunu biliyor muydunuz?

Nick Hornby sağolsun, ben biliyordum. Daha doğrusu Hornby’nin Sel Yayıncılık’tan çıkan “Melekle Sohbet” adlı kitabından biliyordum.

Bu derlemesinde Hornby, Melissa Bank, Zadie Smith, Irvine Welsh, Helen Fielding ve Dave Eggers gibi önemli yazarların arasında Colin Firth’ün de bir öyküsüne yer vermiş. Eh, zevkime güvenirseniz, öykü müthiş. Firth, yetişkinlerin sıkıcı dünyasını, beş para etmez saçma sapan kurallarını, gerçek olmayan şeylere, mesela zamana olan bağımlılıklarını, esas önemli şeyleri anlamsız bir inatla görmeyişlerini küçük bir çocuğun ağzından anlatıyor. Üstelik biricik çıkış yolunu göstermeyi ihmal etmeden…

Hiçbir Şey Departmanı

Emma büyülü bir fırtınanın kasveti içinde uçuşan, hayalet gibi beyaz geceliği içinde ürpertici bir ormanda koşuyordu. Çünkü büyüyü kaldırmanın tek yolu Gece Bahçesi’ni bularak, Sardorf’u kötü iklimle ve demir yumruğuyla yöneten şeytani Lucien Lothair’in elinden yüzüğü almasıydı. Bunu yapmak için karalığın bütün renkleri çaldığı -bir vampir gibi emdiği- bu ormanı koşarak geçmek zorundaydı.

Bir şey kovalıyordu onu. Daha büyülü bir tehlikeye koşmadığını nereden bilebilirdi? Bilemezdi aslında, o yüzden yola devam etmeli ve doğru yöne koştuğunu ümit etmeliydi. Bu mücadele içinde, ulu meşe kütüklerinin ve ürkütücü porsuk ağaçlarının yanından geçerek sarmaşıkla kaplı bir duvara geldi. Bir geçiş için delice çabaladı -ve işte! Belki şans, belki lütuf sayesinde bir kapı buldu ve bu kapı…

Gece Bahçesi’ne açılıyordu.

Her tarafı ayışıyla aydınrlanan ürkütücü güzellikte ve dinginlikteki Gece Bahçesi’ne. Burada rüzgar sessizleşiyordu -ve peşindeki de etrafta değil gibiydi. Şimdi neredeyse unutulmuş olan bahçe büyük bir eve ya da kaleye ait gibi görünüyordu. Her tarafta harap duvarlar ve güneş saatleri, eski heykeller, gül ağaçları, korkunç hayvan başlı çeşmeler ve taş hayvanlar vardı. Emma, kayaların ardından kafalarını uzatan güçük, gerçek ve capcanlı şeytani yüzleri görmedi. Sonra önüne bir grup garip çocuk çıktı. Ona bakıyorlardı. İçlerinden biri, “Kimsin sen?” diye sordu. Ve aniden daha hiç kimse ağzını açmadan bir yerlerden çok yüksek, çınlayan bir ses, “Henry!!!!” diye bağırdı. Bu benim adım…

Sonra ortada ne bahçe ne de çocuklar kaldı. Sadece büyükannemin mezgit kokan yatağının yanında oturan ve büyük ihtimalle okula geç kalmış olan ben vardım -büyük annemin hikayelerinin kesilmesini hiç istemeyen ben. Bunun ne kadar sinir bozucu oldugunu görüyor musunuz? Sinir bozucudan da öte, bıktırıcı. Aslında saat dokuza yirmi vardı ve hemen okula toz olmazsam oldukça uzun süreli bir uzaklaştırma cezasından beş dakika uzaktaydım. Büyükannemin hikayesine devam etmesini hâlâ istiyordum, ama o böyle durumlarda sertleşir ve “Artık konuşma yok, oturum bitmiştir” der.

Onu ne zaman dinlesem zamanı görmemek için başucu saatini ters çeviririm, o ise bunu yapamayacağımı, dakikliğe saygı göstermem gerektiğini söyler -ama her zaman yapmayı beceriyorum. Saatler kesinlikle HBŞ listesinde. Hayatınızı Bitiren Şeyler listesi. Yetişkinler saatleri muhteşem bulur, dakikaları sever ve çil çil para falanmış gibi birbirine ekler. Hocamız, boklu McVittie…(Boklu kısmını ben uydurmadım, ona herkes öyle diyor.) Eğer bir dakika geç kalırsanız,ondan bir dakika çalmış oluyorsunuz. O zaman o da sizden bir saat çalıyor -okuldan sonra. Büyükannem bile büyülü olmasına rağmen her zaman “hadi hadi” diyor. Çok garip, çünkü saatlerin size en fazla ulaşamadığı yer onun hikayeleri. Anlatmayı bitirdikten sonra bile kendinizi uzun süre ağır çekimde gibi hissediyorsunuz.

İşte büyükannemin odasından çıktığımda, saat beşe kadar hikayenin geri kalanını düşüneceğimi ve gündüz vakti hayal kurduğum için muhtemelen başımın belaya gireceğini biliyordum. Okula bir dahaki sefere kadar kafanızda taşıyabileceğiniz sürüyle kelime ve şeyle gelirdiniz. Ve kafanızda… Yani kafamda bu şeyler olmadan okul çok daha kötü bir yer olurdu.

Gizemli Gece Bahçesi’nden annenizin “mezgitini yemedin” diye bağırmasına acı bir geçiş yaparken, biraz kafayı yiyebiliyorsunuz. O yüzden hayatınız gerçekte asla tamamlanamayacak olan yarım kalmış hikaye ve oyunlardan ibaret oluyor. Tabii söz konusu ev ödeviniz ya da yemeniz gereken brokoli değilse, onları ne kadar uzun sürerse sürsün bitirebilirsiniz.

Bunun bir adı var: Çoğu insan buna gerçek hayat diyor, ama aslında adı Hiçbir Şey Departmanı. Tek bir departman değil, birçok küçük departman. Brokoli, mezgit ve içinde kusturucu küçük parçalar olan et, Hiçbir Şey Mutfağı’nda yapılır. Üzerine yazdığınız her şeyin hükmünün verildiği özel hüküm-kağıdı’nın olduğu Okul, Kağıt Departmanı’dır. Sonra, Şimdi olmaz, Meşgulüm ya da Yaşın küçük gibi şeylerin söylendiği Hiçbir Şey Bekleme Odası vardır. Bütün engellemeler burada yapılır. Ve sonra, hikayelerin ve oyunların yarısını emerek onları bir daha asla bulamamanıza neden olan Elektrik Süpürgesi Departmanı vardır. Yetişkinler idarecilerin kendileri olduğunu sanır ama bu doğru değildir, çünkü asıl güç Saat Departmanı’ndadır; yetişkinleri başçavuş gibi bir-ki bir-ki diye oradan oraya sürükler. Herkes aslında tamamen orada yaşar. Departmandan tek çıkış yolu olan büyükannenin odasına gitmedikleri takdirde. Çıkış yolu ortadadır ama işte bunu kimse bilmez. Olay Hiçbir Şey Departmanı’ndan geçmenizi sağlayacak büyüye tutunmanızdadır. Hikayelerin günün başında gelmesi en güzel şeydir.

Hikayeler hayatımdaki en güzel şey. Peki tamam… En iyi şeyler şunlar: Büyükannemin hikayeleri, büyükannem, Tenten kitapları, Chronicle’daki çapraz bulmaca, hafta sonları ve tatiller ve Bay McVittie’nin olmadığı günler. Ama asıl en güzel şey büyükannem.

Subscribe
Notify of

0 Comments
oldest
newest most voted
Inline Feedbacks
View all comments