“Ayrılığın acısını unutacağız sadece, birbirimizi ne çok sevdiğimizi değil”
Tolga Meriç’in bir anne kediyle yavrusunun ayrılığını anlatan “Pati İzleri” adlı kitabı, sert bir konuyu çırılçıplak bırakıp sevgiyle örüyor. Tolga, Epsilon Yayınevi’nden çıkan kitabını bu kez Volkan Varlıker’e anlattı.
PATİ İZLERİ’nde ayrılığın şifresi çözülüyor
Çıplak sevgi
“Pati İzleri” nasıl doğdu?
İki yıl kadar önce, 22 yıl yaşadığım ve çok sevdiğim İstanbul’dan ayrılıp Seferihisar’a yerleştim. Düşlediğim doğaya, hayata, bahçelere kavuştum. Fakat gelişimizden kısa bir süre sonra, bir yaşındaki kedim Bıdık maalesef bir köpek tarafından öldürüldü. Ölümünden üç dört ay sonra, Bıdık’ı çok özlerken yazmaya başladım “Pati İzleri”ni.
Kitapta Bıdık’ın annesiyle geçen ilk üç ayı anlatılıyor. Annesini de tanımış mıydınız?
Evet, Bostancı’da, bir apartmanın yüksek girişinde oturuyordum. Sokaktan balkonuma gelen kediler vardı. Arka bahçeye bakıyordu balkon. Bıdık’ı o bahçede, annesiyle birlikte görmüştüm ilk olarak. Önceleri annesinden hiç ayrılmıyordu tabii. İkisine düzenli mama götürüyordum, Bıdık balkona atlayamadığı için. Sonra, kitaptaki öyküyü, günbegün gördüm: Her yavru kedi gibi, Bıdık’ın da annesinden ayrılacağı o gün geldi. Anne kediler, zamanı gelince, hayatta kalabilsinler diye yavrularını tanımaz olurlar, onların kendilerinden kopmalarını sağlarlar. Keskin bir kopuştur bu. Dönüşsüz bir ayrılıktır. Annesi Bıdık’ı bahçede bırakıp başka yerlere gitti. Gitmeden önce evimin pencere pervazlarına koyduğum mamaya nasıl ulaşacağını öğretti Bıdık’a. Sonra da ortadan kayboldu. Bıdık da, pencere kenarında birkaç kere mama yedikten sonra, tatlı tatlı eve girip yerleşti. Annesi geceleri yine geliyordu penceremize ama kendini Bıdık’a göstermiyordu. Bıdık bir iki kere yakaladı onu, sevinçle yanına koştu fakat annesi ayrılıkta kararlıydı, Bıdık’ın iyiliği için her defasında onu reddetti.
Kitabın ana teması olan ayrılıktaki sevgiyi görüp yaşadınız yani?
Evet ama dediğim gibi, bu bütün anne kedilerle yavrularının yaşadığı bir ayrılık hikâyesidir. Tabii incelmiş ya da dönüşmüş biçimde, aslında bütün annelerle çocuklarının hikâyesidir aynı zamanda. Annesinin Bıdık’a söylediği gibi, yaşayabilmeleri için çocuklardan kopmak gerekir. Bu ayrılış sevgiden doğar. Ve ancak sevgiyle mümkündür. Bu ayrılıktan kaçıldığında, çocukların hayatı çalınmış olur bir bakıma.
Sert bir konuyu işlemenize rağmen kitapta sevgi daha baskın çıkıyor. Bu neyle ilgili?
Bu galiba işlediğiniz konunun dünyasını çırılçıplak görebilmekle ilgili. Koyunların, tavukların, yani yenilebilen hayvanların çizgi filmlerde konuşturulmasını çocukların ruh sağlığı adına yasaklamış ülkeler var. Gerçeğin doğası bu şekilde örtbas edildiğinde sevinç de, sevgi de ölür ve insan asıl o zaman hastalanır. Adına ister medeniyet hastalığı deyin, ister şizofreni. Kitabın, dediğiniz gibi sert bir konusu var ama bu sertliği ayrılığa yakıştıran biziz. O ayrılığı neyse o olarak görme çabası, insanın yakıştırması olan o sertliği kendiliğinden yok etti sanıyorum.
Görmek, kitapta Bıdık’ın da annesinden öğrendiği yaşam derslerinden biri…
İletişimi, anlamayı ya da anlatmayı sözle ilgili sayıyoruz. Oysa, Heidegger’in dediği gibi, gündelik konuşmaların kişinin kendisiyle de, gerçekle de hiçbir ilgisi yoktur. Bence anlamak da, anlatmak da ancak görmekle, göstermekle mümkün… Hatta bağımlılıklarımızda bile gözün önemli bir payı olduğuna inanıyorum. Raymond Carver’ın bir öyküsünde körlerin genelde görenler kadar sigara bağımlısı olmadığı geçer. Tiryakiyseniz, gözü kapalı içmeyi deneyin; gerçekten de o sigarayı bitiremeyecek derecede tat kaybına uğrarsınız. Kedilerse tıpkı burunları, kulakları, patileri gibi, gözlerinin de sırlarına insanlardan daha hâkimler. Bıdık, kartondan yapılmış yuvalarına baktığında, aylar önce yağmış olan karı bile görebilmeyi bu sayede öğreniyor annesinden.
Bir başka dersleri de “unutmak”…
Evet, annesi “Biz sadece ayrılığın acısını unutacağız. Ama birbirimizi ne kadar sevdiğimizi ve bütün bunları birbirimizi çok sevdiğimiz için yaşadığımızı hiç unutmayacağız,” diyor Bıdık’a. Unutmayı öğrenmiş olmasaydı Bıdık’ın doğmayacağını, kendisinin de Bıdık’ın annesi olamayacağını anlatıyor. Ve tabii, unutma dersini, ayrılığın Bıdık’ın minik kalbinde yaratacağı acıyı hafifletmek için de veriyor aslında…
“Pati İzleri”ni sadece çocuklar için yazmadığınız söylenebilir mi?
Sevdiğimiz çocuk kitaplarının çoğu öyle değil midir? Dijitalleşen yaşamla birlikte insanın da dijitalleştiğini ve bunun insanı daha önce hiç olmadığı şekilde yasallaştırdığını düşünüyorum. Ne yazık ki bu yasallaşmaya çocuklar da dâhil ediliyor, çocuk edebiyatı da. “Pati İzleri”ni yazarken hayatı bir yavru kedinin ve annesinin gözünden görmeye çalıştım. Onların gözünden görünen hayat, çocuk edebiyatına kendiliğinden çağırdı beni. Fakat yetişkinlerle arasına mesafe koyan bir edebiyat olmadı bu. Sonuçta, hem sevgi dolu hem de itaatsiz kedilerin dünyasını yasallaştıramazdım. Bir pedagog gibi düşünerek kitabı tıbbileştiremezdim de. Keşke “kedi edebiyatı” diye bir kategori olsaydı da, yetişkin-çocuk ayırt etmeksizin, o edebiyata dâhil edilseydi “Pati İzleri”.
Volkan Varlıker
Subscribe
0 Comments
oldest