Burçe Bahadır: “İçin yanmazsa insan değilsin…”
“Özgecan’a hep birlikte, elbirliğiyle üzülmek ne kadar kolay. Masumiyeti göz bebeklerinden akan bir küçücük kız olduğu ne çok belli. Okuldan çıkmış, avm’ye gitmiş, annesi sütünü harçlığını vermiş, eve gitmek için akşam 8’de dolmuşa binmiş bir kız çocuğuna üzülmezsen, acımazsan zaten hayvansın, barbarsın, sapıksın demektir. Ya diğer ölü kadınlara? Onlara da kaşını şüpheyle kaldırmadan, bu kadar içten üzülebilecek misin?”
Günlerdir kalbimizi paramparça eden, aklımızı alan o olayı, Özgecan’ın katledilişini Burçe Bahadır yazdı. Boğazımda bir yumruyla, gözlerimde yaşlarla ve öfkeyle okudum; tacize, tecavüze uğradıktan sonra hunharca öldürülen bütün kadınları hatırlayarak…
Burçe Bahadır’a bu yazıyı yazarak zihnimizde dolaşan o delirtici soruyu sorduğu için teşekkür ederim. Burçe’yi size kısaca şöyle anlatabilirim: Radyo ve televizyon yapımcısı, ayrıca karısını öldüren erkekler, kocasını öldüren kadınlar ve kurban yakınlarıyla röportajlar yaparak hazırladığı Ölü Kadınlar Memleketi adlı, Ayizi Yayınları’ndan çıkan bir kitabı var.
Gülenay Börekçi
“İçin yanmazsa insan değilsin…”
Özgecan’a hep birlikte, elbirliğiyle üzülmek ne kadar kolay. Masumiyeti göz bebeklerinden akan bir küçücük kız olduğu ne çok belli. Okuldan çıkmış, avm’ye gitmiş, annesi sütünü harçlığını vermiş, eve gitmek için akşam 8’de dolmuşa binmiş bir kız çocuğuna üzülmezsen, acımazsan zaten hayvansın, barbarsın, sapıksın demektir.
Tecavüze uğramak için hiç bahanesi yok. Ne mini etek giymiş, ne bardan çıkmış, ne de erkek arkadaşı ya da kocaymış tecavüze yeltenen… Hiç tanımadığı bir minibüs şoförüymüş, zaten o da sorunluymuş. Şimdi Özgecan’a da üzülmezsen artık, Nihat’lardan ne farkın kalır. Özgecan’a da için yanmazsa artık rezilsin, sefilsin, öküzün önde gidenisin.
Özgecan’a sevgilisi tecavüz etseydi veya kocası? Ya da bir bardan çıkmış olsaydı, yine üniversite öğrencisi haliyle, yine o masum gözleriyle? Peki ya tecavüzle karşı karşıyayken mini eteği olsaydı üzerinde? Ya da adama biber gazı sıkmaktansa, tecavüzü göze alsaydı? O vakit üzüntü yüzdemiz ne kadar düşecekti ya da düşmeliydi mesela? Şimdi tek yürek olanların kaçı şüpheyle yaklaşacaktı bu menfur olaya?
Hep bir ağızdan kaçımız ağlayacaktık, şöyle hafifçe kaşımızı kaldırmadan? Orasını burasını mı açtı acaba? Adama cilve mi yaptı, tahrik mi etti? Zaten hafif meşrep miydi yoksa? Tecavüz müydü gerçekten, belki de kendi istemişti. O saatte sokakta ne işi vardı? Aranıyor muydu? Haa bara mı gitmiş zaten?
Hele hele dolmuşa binmiş bir fahişe olsaydı? Zaten tecavüzünü yer oturur, gıkını bile çıkaramazdı. Çoktan heder olmuştu gündelik hayatımızın içinde üç satırcık gazete haberiyle. En fazla üç satır… O da eğer kadın öldüyse.
Ya da eski kocası, yeni kocası, sevgilisi tecavüze kalksaydı, sonra da bıçaklasaydı kim bilir kaç yerinden? Yine bu kadar rahat, bu kadar derinden üzülebilecek miydik? Elleri kırılsın di mi Sayın Bakan? Hep beraber beddua edelim hadi, sanki elimizden hiçbir şey gelmiyormuşçasına. Elleri kırılsın her bir yerinden. Hem verirsin üç beş yıl, ıslah olur. Olmazsa çıkınca birkaç kadın daha ölüverir, ne olacak. Yine girer, yine ıslah olur. Elleri kırılsın katillerin. Kırılsın da bir müddet daha vuramasınlar hiçbir kadına. Çıkınca cezaevinden? Orası Allah kerim.
Özgecan… Büyüklerimizin kurallarına o kadar uygun gitti ki yavrucak, ben de az biraz insanım diyen kimsenin gıkı çıkamaz. Orospu değil, mini etek giymemiş, katil tahrik edildiğini söylemiyor -ki söylese pek çok şey değişebilirdi aslında, neyse ki bu katil diğerleri kadar cevval, kurnaz ve sinsi çıkmadı- hem kocası değil bir kere, Allahtan sevgili hiç değil. Ki işin içinde sevgili, koca varsa büyük handikaptır polisimiz, adaletimiz, hâkimlerimiz için… Elleri ayakları birbirine dolanır.
Hiç tanımadığı herifin biri o masum kıza nasıl kıyar, nasıl tecavüz eder sonra da yakar, gömer, kaçar. Üzülmesi ne kolay. İçin yanmazsa insan değilsin.
Sonra gelsin idam çığlıkları, mafya babalarının adalet anlayışı, keselim- asalım- biçelim- nidaları. Şimdi onlara kaldık artık. Uzun uzadıya yasaları tartışmaktan, cezaların yetersizliğini kabul etmekten, koruma kanunlarını uygulamaktan daha kolay ne de olsa. Hamasetin dibine vuralım, iyice tadını çıkaralım. Çıkaralım ki, konu hepten dağılsın. Hadım mı etsek, bu adamlara da tecavüz edip fotoğraflarını mı çeksek, ah ne yapsak da bu vahşeti durdursak?
Cezaları uygulasak sadece, 13 yılda çıkarmasak mesela bir kadın katilini. Sokaktaki her bir erkek bilse ki bir kadına zarar verirse, devlet bırakmayacak peşini, ona göre kontrol altına alsa nefsini. Bu kadar basit işte.
Hiç karısını öldürmüş bir erkekle konuştunuz mu? Hiç gözünün içine bakıp “ne zaman korktun” diye sordunuz mu? Ben sordum. Gazeteler “Rekor ceza… 84 yıl” diye yazınca korkmuş en çok. Sonra dinmiş korkusu neyse ki. Tahrikti, orospuluktu, erkekliğe hakaretti…14 yıla düşmüş cezası. E şimdiye kadar sinirli sinirli oturduğun hata.
Hiç pişman oldun mu diye sordunuz mu başka bir katile. Evlendiği için pişmanmış, ceza yediği için pişmanmış, çocuklar ortada kaldı diye pişmanmış. 24 yıllık karısını, 3 çocuğunun anasını öldürdüğü için hiç pişmanlık duymamış. O kadın da hak etmeseymiş. Ayrılmak istemeseymiş. 20 yıl önce söz vermiş, evlenmiş, sonra da sözünden dönemezmiş.
Ben bunları duydum. Kendi kulaklarımla duydum hem de.
Özgecan’ın katili içimizi soğutacak bir ceza alacaktır muhakkak. Bu kadar da olmaz dedirtmezler, eğer az biraz akılları varsa. Buna yeterli ceza verilsin ki; biz susalım.
Susalım ki; sevgilisi-kocası tarafından katledilen, akşam 8’den sonra sokakta gezmeyi göze alabilen, âşık olmak isteyen, evlenmeden sevişebilen, boşanmakta ısrar eden, kendi hayatı hakkında bir kez olsun karar vermek isteyen kadınlar için nefesimiz kalmasın.
Özgecan’a da için yanmazsa artık sefilsin, rezilsin, ilkelsin. Ya diğer ölü kadınlara? Onlara da kaşını şüpheyle kaldırmadan, bu kadar içten üzülebilecek misin?
Burçe Bahadır
Subscribe
0 Comments
oldest