“Bütün işi gücü yaşamak olan” sincap anneannenin sihirleri
Yasemin Eğinlioğlu, “Sincaplar Ülkesinde Sincap Anneanne” adlı kitabında çocuklara geçmişe dönebilecekleri bir Hatıralar Sineması ile geleceğe gidebilecekleri bir Zaman Makinesi armağan ediyor. Sevmenin, sevilmenin, kendi gibi ve iyi bir insan olmanın yolu önlerinde açılsın diye…
Yasemin Eğinlioğlu: “Yazdıklarımla kendimde çoğalırken yalnızlaştım”
Geçmiş için Hatıralar Sineması, gelecek için Zaman Makinesi
Roman, öykü ve anlatı türündeki yapıtlarıyla tanıdığımız Yasemin Eğinlioğlu, hayatı edebiyatın merceğinden yaşarken, edebiyatını da kendinden yola çıkarak kuran yazarlardan. Fakat son kitabı “Sincaplar Ülkesinde Sincap Anneanne”de, çocukluğun o kendine has muhteşem dünyasını görünür kılmak için kendini özellikle geri çekmiş. Sincaplar ülkesi Amerika’da bir orman evinde yaşayan, doğayla piyanosu aracılığıyla iletişim kuran ve kitaplar yazan anneannenin yazarın kendisinden izler taşıdığını yetişkin okurları sezecektir. Yasemin Eğinlioğlu bu konuda zaten cesur bir yazar. Kendini saklayanlardan, kendinden korkanlardan değil. Edebiyatı bunun değil, tersine, kendini inkâr etmenin zedeleyeceğine inananlardan. Fakat çocuk edebiyatı söz konusu olduğunda, içindeki duru bakışı, katıksız neşeyi, saf sevgiyi ve çocukluğun dilini korumakla yetinmiş. Başrolleriyse üç küçük toruna bırakmış: Tomurcuk, Kestane ve Boncuk’a.
Bu üç torun, anneannelerinin sihirli olduğuna inanıyor. Onu bazen ormanla, bazen okyanusla, bazen sincaplarla konuşurken görmeye zaten doğduklarından beri alışıklar. Fakat zamanla, özellikle de anneannelerinin kitaplarını okumaya başlayınca, onun iksirlerini de keşfeder gibi oluyorlar. Sadece müzikle değil, kelimelerle de sihirler yaptığını fark ediyorlar. Kitaplarından pasajlar seçip anneannenin sihirlerinin peşine düşüyorlar. Örneğin, anneanneleri onlara bir şeyi hikâye ettiğinde, o hikâye bilmedikleri, hatırlamadıkları zamanlara bile dair olsa, anında anılarına dönüşüyor torunların. Sanki sinemada seyretmiş gibi oluyorlar anneannelerinin anlattıklarını. Bunun nasıl mümkün olabildiğini öğrenmek için de sık sık anneannelerinin Hatıralar Sineması’na gidiyorlar. Yani kendilerini anneannelerinin sihirli kelimelerine bırakıp canlıymış gibi yaşadıkları hayallere kapılıyorlar.
Anneanne torunlarına onların doğumlarını hikâye ediyor tek tek. Birbirinden canlı ve güzel bu hikâyeler, okuru da Hatıralar Sineması’nın içine sokuyor. Anneanne bunu nasıl yaptığının sırrını torunlarına açıklıyor açıklamasına ama aslında onları bir adım daha ileriye taşımak istiyor. Sadece geçmişi değil, geleceği de canlandırmanın mümkün olduğunu fısıldıyor ve onlara Zaman Makinesi’nden söz ediyor. Bileti “görmeyi öğrenmek” olan bu makineye torunlarını bindirmek istemesinin çok önemli bir nedeni var. O da, çocuk doğasında ilk uç veren duygulardan biri olan kıskançlıkla nasıl başa çıkabileceklerini öğretmek.
En minik torun Boncuk’un öbür iki torunda yaratabileceği kıskançlığı anneanne Zaman Makinesi aracılığıyla torunlarına gösterirken, kitap da kendi sihrini göstermeye başlıyor. Gelecek şimdiki zamanla iç içe geçerken, insan doğası da doğanın kendisiyle bütünleşiyor. Ormanlar, okyanuslar, nehirler, evler dile gelip kıskançlığın kökenini ve çözümünü anlatmaya başlıyor. Kıskançlığın harcanıp tüketilmesi gereken bir duygu olduğunu gösteriyorlar. Sevmenin, sevilmenin, kendi gibi ve iyi bir insan olmanın yolu önlerinde açılabilsin diye…
Sincap Anneanne, lâkabını Nâzım Hikmet’in şiirindeki sincaptan alıyor. “Yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden, bütün işi gücü yaşamak” olan sincaptan. “Sincaplar Ülkesinde Sincap Anneanne” bu çetin ve muhteşem uğraşın ürünü.
Tolga Meriç
Subscribe
0 Comments
oldest