Kafka’nın “yeraltı lezzetleri” çorbası
Posted by gülenay börekçi on January 2, 2015 · 4 Comments
“Çek sarışını” Kozel’in Türkiye’de de üretilecek olması sebebiyle davet edildiğim Prag ve birkaç günlük seyahatim çok güzeldi. Fakat itiraf edeyim, Çek’lerin aşırı et tüketimi yüzünden şu sıralar yeme alışkanlıklarımı değiştirmeyi ciddi ciddi düşünüyorum. İlham kaynağım ise Prag’ın ayrılmaz parçası olan büyük yazar Franz Kafka.
Aşağıda biraz Prag daha çok da Kafka var. Yeme içme alışkanlıkları, “bir balıkla konuşurken” söyledikleri hatta en sevdiği yiyeceğin tarifi…
Franz Kafka, Kozel için gittiğim Prag’ın her tarafına damgasını vurmuştu. Sağlığında bu şehri hep terk etmek istemiş ama asla yapamamış. Komünist rejim sırasındaysa adından söz etmek yasaklanmış. Yazarla şehrin, aralarında sulh ilan etmesi çok yeni.
Kafka’sız bir Prag yok!
Prag Kalesi, üzerinde bir yeniçeri heykeli bile bulunan IV. Charles Köprüsü, 600 yıllık ve üzerinde gene bir Osmanlı figürü bulunan astroloji kulesi, müdavimleri arasında Nazım Hikmet’in de bulunduğu meşhur Café Slavia’sı, irili ufaklı her meydanda karşıma çıkan rengarenk, ışıl ışıl Noel pazarları, parke taşlı dar sokakları ve sabaha kadar açık cosy pub’larına peki, tamam. Fakat Prag’ı Prag yapan esas şey anladığım kadarıyla büyük yazar Franz Kafka’nın burada yaşamış ve ölmüş olması. Tişörtleri, mugları, bira bardakları, kartpostalları, heykeli, büstü; ikonik yüzü ve tuhaf bakışlarıyla Kafka her yerdeydi. Böceği, şatosu ve diğer simgeleri de elbette…
Ben de önce en sevdiğim yazarın turistik bir meta haline getirilmesine biraz bozulduysam da sonra çaresiz, tadını çıkardım. Eski şehir merkezindeki Jaroslav Rona tarafından yapılmış epeyce sürreel bronz heykeliyle fotoğraf çektirdim mesela. Öte yandan çağdaş Çek sanatının “haşarı çocuğu” David Černy imzalı Kafka karakterleri heykelini daha çok sevdiğimi söylemem gerek. Açıkçası bu heykel beni biraz da şaşırttı… (Bu muazzam heykelde melon şapkalı iki adam resmen Çekoslovakya haritasının üzerine işiyor.)
Ama gördüklerim arasında en güzeli, Kafka Müzesi’ydi. Gezip görünce anladım ki ödül alması, Avrupa’nın en iyi yazar müzesi seçilmesi boşuna değil.
Galiba Kafka romanlarının tam içindeyim…
Müzeyi tasarlayanlar Kafka’yı tanıtmak yerine, mekâna onun eserlerindeki karanlık ve paranoid atmosferi yansıtmayı tercih etmişler. Mükemmel olmuş. Alışılmış müzelerde olduğu gibi burada da yazarın mektupları, roman taslakları, kitaplarının ilk baskıları, fotoğrafları, hakkında çıkan gazete haberleri hatta ölüm ilanları var ama hepsi alışılmadık şekillerde sunuluyor. Bazıları faks kağıdına kopyalanmış, bazıları cama yansıtılmış olarak… İçeriye daracık bir koridordan giriyor ve karmaşık bir labirente adım attığınızı irili ufaklı kömür yığınlarından, çakıl döşeli küçük bahçelerden, kıvrımlı merdivenlerden ve sonsuza kadar çoğalabileceğiniz aynalı odalardan geçerken fark ediyorsunuz. Her ayrıntı Kafka’nın bir başka eserinden. Mesela sıkıcı evrak dolapları “Dava”dan, kızıl ahşap lambrili merdivenler “Şato”dan, miniminnacık bir giyotine benzeyen o garip işkence mekanizması “Ceza Kolonisi”nden…
Başta söylemiştim; Prag’ı ziyaretimin sebebi Çeklerin keçi logolu birası Kozel’in artık Türkiye’de üretilecek olmasıydı. Bu yüzden ister istemez adını Kafka’dan alan kafe, restoran ve pubları dolaşıp sevgili yazarımın yeme içme alışkanlıklarına dair de bilgi edindim. Vejetaryenmiş. Yakın dostu Max Brod’la çıktığı Avrupa seyahatinde Berlin Akvaryumu’ndaki bir balığa gururla şöyle söylemiş: “Dostum, et yememeye karar verdiğim için artık hiç değilse senin gözlerinin içine huzurla bakabiliyorum. Düşünsene, ben seni ye-mi-yo-rum!”
Tabii balığın bu sözleri işitip işitmediğini, anlayıp anlamadığını bilmiyorum. Ama Kafka’nın harika bir şey yaptığını hissedebiliyorum.
En büyük hayali sevgilisiyle restoran açmakmış
Yazarımın sağlıklı beslenme takıntıları da varmış. İşte bir tanesi: Her lokmayı yutmadan önce en az 32 kez çiğniyor, bunu yaptığı için de hiç kilo almayacağına inanıyormuş. (Hep çöp gibi ince kaldığına bakılırsa, haklıydı bence.) Bir başka tuhaf alışkanlığı da çilek, muz, kiraz gibi meyveleri yemeden önce uzun uzun, adeta sevişir gibi koklamasıymış. Brod’a göre ağzına alkollü içki koymazmış. Yine de bulunduğu mekanda et yenmesinden ve bira içilmesinden çok hoşlanıyor hatta bazen yanındaki masanın tabağına, bardağına uzanıp kokuyu içine çekiyormuş. En büyük hayali, son sevgilisi Dora Diamant’la İsrail’e yerleşip orada bir restoran açmakmış.
Prag’da çok gezdim, çok gördüm ama patates, havuç, mantar ve kızarmış sarımsak gibi “yeraltı” lezzetlerinden oluşan ve çavdar ekmeğinin içinde sunulan bramboracka’ya apayrı bir ihtimam gösterdim.
Meğer bramboracka, taze-kuru meyve çorbasıyla birlikte Kafka’nın en sevdiği yiyecekmiş. Hikâyesi de var: I. Dünya Savaşı’nın ardından genç Kafka gıda işine girmeye niyetlenmiş. Dedesi kasapmış ama bir vejetaryen olduğundan kendisi patates yetiştiriciliğinde karar kılmış.
Neyse ki kader diye bir şey var. Hepinizin bildiği gibi Kafka patates yetiştiricisi değil yazar oldu. İzninizle, “İyi ki öyle olmuş” diyebilir miyim? Zira çorbasız yaşayabilirim ama galiba Kafka’sız olmaz!
Kozel’in keçi logosuna bayıldım, üzerinde keçi resmi olan her şeyi sevdiğim için onun da hastası oldum :)
Kafka usulü bramboracka tarifi
2 adet sarımsak, dişleri ayrılmış, kabukları soyulmuş.
2 çorba kaşığı tereyağ (Kafka gibi vejetaryensiniz zeytinyağı da kullanabilirsiniz.)
1 küçük soğan, kıyılmış
1 kaşık un
2 fincan etki kremini mantarı
6 fincan konsome sebze suyu
3-4 havuç, kıyılmış
2 pırasa, kıyılmış
1,5 fincan minik patates
1 çay kaşığı tane kimyon
1/2 çay kaşığı kurutulmuş kekik
1/2 çay kaşığı tuz
Taze çekilmiş karabiber
Fırını 180 dereceye getirin. Ardından sarımsak dişlerini yağa bulayıp folyoya sarın ve 45 dakika kızartın. Soğuduktan sonra küçük bir kaseye koyun. Bir kenarda beklesin.
Tereyağının orta sıcaklıkta ılınmasını sağlayın. Soğanları da katıp iki dakika soteleyin, sonra unu da katın ve hafifçe esmerleşene dek karıştırarak bir iki dakika daha bekleyin. Sonra mantarları ekleyin ve pişirmeye devam edin.
Sebze suyunu, havuçları, pırasaları, kimyon tanelerini, kekiği, tuzu ve beklettiğiniz kızartılmış sarımsakları ekleyin. Kaynayana kadar pişirin. Sonra ısıyı minimum getirin ve patatesler yumuşayıncaya kadar pişirmeye devam edin. Servis sırasında dilediğiniz kadar tuz ve karabiber ekleyebilirsiniz. Ekmeğin içinde sunup sunmamak size kalmış.
Gülenay Börekçi
Bunlar da ilginizi çekebilir :
Fotoğrafları görünce bi Prag yazısı beklemiştim zaten. Prag’ı ve Kafka Müzesi’ni daha çok merak ediyorum artık.
Dur bakalım Paris yazısına ne diyeceksin :)
‘Yeraltı lezzetleri’ demişsiniz Gülenay, belki kök sebzeler için kullandınız ama bana mistik şeyler çağrıştırdı ve çok sevdim.
Kafka’ya uygunmuş gibi göründü bana :)