Sadede gelelim: Çeviride eksiksiz sadakat mümkün müdür?
Lawrence Venuti’nin editörlüğünde hazırlanan ve çeviri tarihi araştırmalarında önemli bir kaynak kabul edilen The Translation Studies Reader‘dan daha önceki iki yazıda söz etiştim. Şimdi üçüncü bir yazıyla bu bir nevi mini çeviri dizisini tamamlıyorum.
Gülenay Börekçi
Borges’ten çeviride mutlu ve yaratıcı sadakatsizliğe övgü
Nabokov’un çevirmen olarak portresi
Çeviride eksiksiz sadakat mümkün müdür?
The Translation Studies Reader‘da Jorge Luis Borges ve Vladimir Nabokov’un yazdığı iki makaleyi okurken zihnimi sürekli olarak kurcalayan iki soru vardı:
1) Çeviride eksiksiz sadakat mümkün müdür?
2) Bu istenir bir şey midir?
“Sadakat” kelimesiyle, çevirmenin kaynak metnin anlam ve biçim katmanlarını erek dil okuruna birebir aktarma çabasını kastediyorum. Birçok çeviribilimciye göre, iki farklı dil, iki farklı kültür hatta iki farklı evren söz konusu olduğu için ve kaynak dilin olanakları erek dilin olanaklarıyla çoğu zaman uyuşmadığından, “eksiksiz sadakat”, gerçekleşmesi mümkün olmayan bir hedeftir.
Basit bir örnek vereceğim: İngilizce “It’s raining cats and dogs” cümlesinin sadık -yani doğru- çevirisi ne olabilir? Sözlüğe bakıp “Gökten kedi köpek yağıyor” dediğimizde mi doğru çeviri yapmış oluruz, yoksa kaynak cümleyi erek dilde, o gün sular seller gibi yağmur yağdığını imleyen başka bir cümleyle karşıladığımızda mı? Bu soruya cevap verecek hiç kimse, özel bir kullanım söz konusu değilse, “Gökten kedi köpek yağıyor” cümlesinin doğru çeviri olduğunu iddia etmeyecektir. Öte yandan, Nabokov’un vurguladığı gibi, özel kullanımların erek metni etkilediği durumlar da çevirmenin ilgi alanında olmak zorundadır. Başka bir deyişle bu cümleyi tek başına çevirmekle bir bağlam çerçevesinde çevirmek bambaşka şeyler olabilir.
Kaynak metnin kutsallığını, bozulamazlığını imleyen “aslına uygunluk” ya da “orijinaliyle tıpatıp aynılık” fikri, Batı çeviri tarihinin büyük bir bölümünü oluşturan kutsal metin çevirilerinden miras kalmıştır. Geçmişte İncil gibi kitapların çevirisinde kaynak metnin erek dile mümkün olduğunca “tam” aktarılması gerektiği düşünüldüğünden, en küçük bir yoruma bile yer verilmediğini ve buna kalkışan kimi çevirmenlerin cezalandırıldığını hatta öldürüldüğünü çeviri tarihi okumalarımızdan biliyoruz.
Nabokov’a dönelim… Onun Puşkin’in Onegin’ini kelimesi kelimesine çevirme girişimi, hiç kuşkusuz bu tür bir kutsallık anlayışından kaynaklanmıyor. Burada biz daha ziyade, bir Rus edebiyatçının hayranlık duyduğu başka bir Rus edebiyatçının başyapıtını İngilizceye okurun hiçbir ayrıntıyı kaçırmamasını sağlayarak, noksansız (tam da şairin niyet ettiği şekilde) çevirme iddiasını görüyoruz.
Nabokov, kelimesi kelimesine çeviri dışında bir yöntem teklif ediyor: Puşkin’in Fransız şiirinin etkisi altında Rusça yazdığı manzum romanını çevirecek kişinin, sadece Rusçayı ve erek dili iyi bilmesinin yetmeyeceğini, Rus ve Fransız şiir geleneklerini de derinlemesine okumuş olması gerektiğini, ayrıca şairin etkilendiği Fransız kaynaklardan etkilenmiş erek dil şairlerini tanımak zorunda olduğunu anlıyoruz. Dolayısıyla Puşkin’i İngilizceye çevirecek kişi Rus, Fransız ve İngiliz şiir geleneklerini bilmeli, ayrıca bu üç şiir geleneğinin birbiriyle etkileştiği noktaları çözümlemiş olmalı.
3) Bu durumda Onegin’i Türkçeye çevirirken Nabokov’un yöntemini seçecek çevirmen, Fransızcanın etkisi altında yazmış Türk şairlerin veriminden, dizelerinden mi yararlanmalı?
Öte yandan, Nabokov’un çeviride eksiksiz sadakati mümkün görmediği açık. (Aksi takdirde, 250 sayfalık çevirisine yüzlerce sayfalık açıklama metni eklemezdi.)
Borges’e gelince… Borges tam da Nabokov’un tiksindiğini söylediği şeyin; hikaye anlatımının ve dilsel sürükleyiciliğin peşinde. Bu yüzden başkalarının sadakatsiz bulduğu Binbir Gece Masalları çevirilerini zevkle okurken sadık ama kuru çevirilerden uzak duruyor. Böylece sonuç bölümünün başında sorduğum ikinci soruya bir cevap da vermiş oluyor: Anlıyoruz ki, Borges’e göre çeviride eksiksiz sadakat, mutlaka istenir bir şey değildir.
Yine de bana sorarsanız, ille Borges’ten ya da Nabokov’dan yana olmak zorunda değiliz.
Üniversitede hocam olan Akşit Göktürk, Minâ Urgan’ın bir keresinde “İyi çeviri, çeviri kokmalıdır,” dediğini anlatmıştı.
Şair Can Yücel’se, erek dildeki söyleyiş geleneğine odaklanarak, yani yerlileştirmeyi de aşan bir adaptasyon tekniğiyle yapmıştı çevirilerini.
“Yabancılaştırıcı Çeviri, Yerlileştirici Çeviri” başlıklı makalesinde Çevirmen Armağan Ekici ise, şair Yahya Kemal örneğini vermişti. Buna göre Yahya Kemal, Ömer Hayyam’ın Rubailer’ini, ‘Hayyam bunu Türkçe söyleseydi nasıl söylerdi’ diye düşünerek ve kendi zihninden çıkıp onun zihnine girmeye çalışarak çevirmiş, yani bir bakıma kendini günümüz Türkçesiyle konuşan bir Ömer Hayyam haline getirmişti.
Bunların hepsi, zamana, amaca, ortama, himayeye, geleneğe göre uygulanabilir stratejiler.
Kastımı daha iyi anlatabilmek adına birkaç varsayımsal örnekle ilerleyeceğim:
+ Vladimir Nabokov, Lolita’nın ya da Solgun Ateş’in yazarı olan Nabokov olmasaydı, 1500 sayfalık Onegin çevirisini o şekliyle yayınlatamayabilirdi.
+ Yahut bir Harlequin, yani Beyaz Dizi romanını çevirecek kişiden, Nabokov’un “açıklamalı kelimesi kelimesine çeviri” yöntemini uygulaması katiyen beklenmezdi.
+ Seri cinayetler işleyen bir katilin ilhamını, Binbir Gece Masalları’ndan aldığını öğrenen polis ekibi ipucu ararken, metnin Borges’in sevdiği türden serbest bir çevirisini okumak yerine kuru ama sadık bir çevirisini okumayı tercih ederdi.
[…] Çeviride eksiksiz sadakat mümkün müdür? […]
[…] Çeviride eksiksiz sadakat mümkün müdür? […]