Egoist okur

ÇİMEN YAPRAKLARI: Gerçek bir edebiyat deneyimi

“Bir dükkânda çalışırsanız, ben size o dükkânda en yakınlardan yakın sokulup çalışırım/ Kardeşine ya da en yakın arkadaşına armağanlar verirsen, ben de isterim kardeşin ya da en yakın arkadaşın gibi o armağanlardan/ Sevgilin, kocan, karın gündüz ya da gece hoş karşılanırsa, ben de onlar gibi hoş karşılanmalıyım/ Sen alçalır, suç işler, hasta olursan, ben de salt senin için alçalır, suç işler, hasta olurum/ Sen delice, yasa dışı işlerini hatırlarsan, ben de delice, yasa dışı işlerimi hatırlayamaz mıyım sanıyorsun?/ Sen masanın bir yanında içki içersen, ben de masanın öteki yanında içki içerim/ Sen sokaklarda yabancılara rastlar, kadın ya da erkek, onları seversen, ben hep sokaklarda yabancılara rastlar, onları severim.”

Tekrar tekrar okumaktan bıkmayacağım bir kitaptan, Walt Whitman’ın “Çimen Yaprakları”ndan.

“Walt Whitman’ı okumaya başladığımızda, içimizde zaten var olan fakat ancak onun şiirleriyle birlikte yaşamaya başlayan tanımsız bir şeyle çoğalıyoruz” diyen Tolga Meriç, “Çimen Yaprakları”nın Sel Yayıncılık’tan çıkan Memet Fuat çevirisini yazdı.

walt whitman memet fuat egoistokur tolga meric

“Bir şey vardır insana şimdi gelen ve sürekli…”

Edebiyatçının kendi dünyasını kurmuş olması zaten beklenen bir şeydir. Fakat bazı yazar ve şairler bu “olmazsa olmaz”ı da aşarlar ve bize yazı üzerinde daha önce hiç kurulmamış bir dünyadan seslenirler. Büyüleyici gelense, yazı üzerinde daha önce kurulmamış olan o dünyanın, okudukça, bize kendi dünyamızı, kendi doğamızı da açıklamaya başlamasıdır. Bilmediğimiz hayatlarla, tatmadığımız zevklerle ya da bastırdığımız duygularla ilgili değildir bu. İçimizin karanlığında başıboş kalmış, yani bilmediğimiz halde aslında bizde hep var olan fakat ancak o edebiyatçı sayesinde aydınlanıp yaşamaya başlayan bir şeydir söz konusu olan. Ve okur için “edebiyat deneyimi” diye bir şey varsa, o da budur çoğu zaman.

Amerikalı şair Walt Whitman, okura işte bu türden bir deneyimi yaşatan edebiyatçılardan. “Çimen Yaprakları” adlı büyük yapıtından Memet Fuat’ın çevirip seçtiği şiirlerinden birinde “Bir şey vardır insana şimdi gelen ve sürekli/ Basılı değildir, buyurulmuş, tartışılmış değildir, tartışmadan da, basımdan da kaçar/ Bir kitaba sokulamaz, bu kitapta da yok/ O senindir kim olursan ol, duyman ya da görmen sana ne kadar uzak olabilirse, o da ancak o kadar uzaktır/ En yakın, en sıradan, en hazır şeylerde gizlidir, hep onlarla canlanır…” diyor. Sonra da bütün şiirlerinde peşine düştüğü şeylerden biri bu oluyor. Ve aslında bizde hep var olduğu halde, ancak onun şiirleriyle tanışınca içimizde yaşamaya başlayan da aynı şey oluyor. En yakında, en sıradan, en hazır şeylerde gizli olanlar her şiiriyle birlikte içimizde ve çevremizde biraz daha canlanıyor.

450 sayfalık bu dev yapıtın ilk cildi 1855 yılında yayımlandığında ağır eleştirilere maruz kalmış. Böyle bir yapıtı ancak bir tımarhane kaçkınının yazmış olabileceği söylenmiş. Kitabın bayağılıklarla ve saçmalıklarla dolu olduğu ileri sürülmüş. Londra’da çıkan Critic, şairi “Bir domuz matematikten ne kadar uzaksa, Walt Whitman da sanattan o kadar uzak” diye tanıtmış. Amerika’nın ünlü şairlerinden John Greenleaf Whittier kitabı pencereden fırlatıp attığını açıklamış. Memet Fuat şöyle diyor önsözde: “Hele yapıtın başındaki resim, Whitman’ın resmi, edebiyatçıları bayağı ürkütmüştü. Koca şapkalı, yakası bağrı açık, herhangi bir adam, bir marangoz. Dayanılır şey değildi bu, edebiyatı, sanatı hiçe saymaktı. O kılıkta bir adam şiir yazamazdı!”

Walt Whitman 1892’de öldüğünde, büyük yapıtından Avrupa’da övgüyle söz edilir olmuş. İşçilerin, kadınların, kölelerin ve sıradan insanların hikâyelerini destansı bir anlatıya dönüştürmesiyle Amerikan edebiyatının yapıtaşlarından biri haline gelişi içinse biraz daha zaman geçmesi gerekmiş. Şiirini, şiirden uzaklaşarak kuran bu şair her zaman şaşkınlık yaratmış. Kimileri onun bireyci, kimileri de toplumcu olduğunu öne sürmüş. Kimileri doğaüstü güçlere inandığını ileri sürerken, kimileri de tam bir materyalist olduğu fikrinde birleşmiş. Hatta insana ve insan bedenine duyduğu sevgiyle yazdığı şiirlerde kadınla erkeğe aynı hayranlıkla seslendiği için onun eşcinsel olduğunu söyleyenler de çıkmış. Whitman ise İngiliz edebiyatçı John A. Symonds’a yazdığı mektupta şiirleri bir bütün halinde okunmazsa hakkında öyle düşünülebileceğini belirtip, eşcinsellikten “aklından bile geçirmediği”, “hastalıklı”, “hiç hoş görmediği ve tiksindiği” bir şey olarak söz etmiş. Zaten eşcinsel olsa bunu saklamayacak güçte bir şair olduğu bütün şiirlerinden bellidir.

Memet Fuat’ın önemli bir saptaması, Whitman’ın şiirini çok iyi hissettiriyor: “Whitman düzyazı ile koşuk arasındaki engelleri yıkmış olmakla övünürdü. Çoğu zaman, söylediği şeylerin güzelliğiyle yetinip söyleyişin güzelliğine önem vermezdi. Bugünkü şiir anlayışımıza göre büyük kusur. Ama şair bunu bile bile yapıyordu. Whitman’ın şairliği dizelerin çekilişinde, sözcüklerin yoğruluşunda değil, düşüncelerinde, duygularındadır. Şiirlerinin tadına varabilmek için bu noktayı unutmamak gerekir.”

Memet Fuat’ın bu saptaması şairin bütün şiirleri için geçerlidir. Biz burada, rastgele seçtiğimiz bir örnekle bitirelim:

“Bir dükkânda çalışırsanız, ben size o dükkânda en yakınlardan yakın sokulup çalışırım/ Kardeşine ya da en yakın arkadaşına armağanlar verirsen, ben de isterim kardeşin ya da en yakın arkadaşın gibi o armağanlardan/ Sevgilin, kocan, karın gündüz ya da gece hoş karşılanırsa, ben de onlar gibi hoş karşılanmalıyım/ Sen alçalır, suç işler, hasta olursan, ben de salt senin için alçalır, suç işler, hasta olurum/ Sen delice, yasa dışı işlerini hatırlarsan, ben de delice, yasa dışı işlerimi hatırlayamaz mıyım sanıyorsun?/ Sen masanın bir yanında içki içersen, ben de masanın öteki yanında içki içerim/ Sen sokaklarda yabancılara rastlar, kadın ya da erkek, onları seversen, ben hep sokaklarda yabancılara rastlar, onları severim.”

Tolga Meriç

Subscribe
Notify of

0 Comments
Inline Feedbacks
View all comments