Egoist okur

Çok tatlıdır bizim dilimiz, beyefendi!

Küçücük bir kitap Beyefendi ama Kontrol Kulesi’nin bekçisi Deniz Durukan’ın da bu yazıda belirttiği gibi önemli ve kıymetli bir kitap. O yüzden ikinci kez konuk oluyor Egoist Okur’a… Hatice Meryem erkekleri ve kadınları, onların ezeli beraberliklerini ve çatışmalarını bu çok tekinsiz ama büyüleyici metin aracılığıyla yorumlarken cinsiyetçi zihniyeti ve yaklaşımları da acı bir ironiyle eleştiriyor. Etnik kimlikler üzerinden yürütülen politikalara çomak sokmayı da ihmal etmiyor.

Not: Deniz’in bahsettiği Arkadaş Z. Özger şiiri Merhaba Canım’ı da en altta okuyabilirsiniz.

BEYEFENDi: Erkeklere Methiye

Sinan Sülün yazdı: Beyefendi’ler! 

Chocolate sauce spilling out of woman's mouth

Kadınlık destanının ilk mısraı: ‘Erkekleri seviniz’

Böyle diyor Hatice Meryem, Erkeklere Methiye altbaşlıklı Beyefendi kitabında… “Erkekleri seviniz” adı Arkadaş Z. Özger’in 1970 tarihli “Merhaba Canım” adlı şiirine de gönderme bir taraftan. Arkadaş Z. Özger’in bu şiiri “Zeki Müren’i seviniz” dizesiyle bitiyor. Hatice Meryem’in Beyefendi’si ise “Erkekleri Seviniz” (Türkçe meali; onlara kendinizi sorgusuz sualsiz adayınız.) önermesiyle mücadele ediyor. Ama önce neden Arkadaş Z. Özger’e selam çakıyor Hatice Meryem, onu açıklamam gerek.

Bir hakkaniyet belirtisi mi bu? Bir yanıyla öyle. (Bu minnettarlığı Ece Ayhan, Muzaffer Tayyip Uslu, Cemal Süreya, Tezer Özlü ve Osman Hamdi’ye de gösteriyor.) Ama bu hakkaniyette ya da Arkadaş Z. Özger’le kurduğu bağda, aynı zihniyete karşı çıkmanın yoldaşlığı da var. Özger’in erkek olma ritüellerine, toplum tarafından biçilen rollere karşı verdiği mücadele, özellikle “Sakalsız Bir Oğlanın Tragedyası” şiirinde çok net. Sadece toplumun uyguladığı baskı değil, aynı zamanda içinde bulunduğu ama bir o kadar da dışında kaldığı şairler loncasının tavrı fazla sakallı bıyıklı bir Cumhuriyet olmuş. Geçelim! Çünkü değişen bir şey yok! O nedenledir ki; Hatice Meryem’in bu ilk şiir kitabının ana mevzusu kadının ötekileştirilmesi meselesine dokunuyor. Ama bunu öfkeyle veya hırçın bir dille yapmıyor. Aksine, kadınlara öğretilmiş olan o dişiliğini kullanma meselesini sözcüklerle sevişerek hatta ayıptır söylemesi en olmadık harfleri yalayarak gösteriyor, en ince ayrıntısına kadar… Üstelik bunu büyük bir ironiyle, fırlama bir söylemle yapıp bir anlamda “punduna getiriyor”.

Yanlış anlaşılmasın, bu şiirlerde büyük bir aşk da var, tutku da. Dolayısıyla genelde kadının ötekileştirilmesi meselesine değinirken, özelde ikili ilişkilerdeki beklentilerden ya da çıkmazlardan da dem vuruyor. Mesela; “korkmayın bizden çıkmaz/ isyanımızdan çıkar/ sizi gerçekten sevecek/ yeni kadın” dizeleri kadının özgürleşmesiyle gerçek aşkın ve birlikteliğin mümkün olabileceğinden söz ediyor. Asıl korkucu olan; tabularla, yasak ve günahlarla baskılandırılmış kadının sevgisizliği.

O halde Hatice Meryem’in “yeni kadın” sözü yabana atılmamalı. Yeni kadın aşk vaad ediyor çünkü. Köhnemiş fikirlerle ağır aksak ilerleyen bir toplumun da yenilenmesi anlamına geliyor bu. Dahası da var. Başta aile, evlilik gibi kurumların miras hukuku aracılığıyla sadece sermayenin korunması için kutsallaştırılması, kurgulanmış bir ahlak sistemini doğuruyor. Kirli ve çok pis bir sound’u var bu sistemin; özellikle kadın üzerinden yürütülen… O nedenle kadın özgürleşirse, toplum da özgürleşir, egemen ideolojinin yeniden üretilmesi sekteye uğrayabilir. Çok mu iyimserim? Belki! Kuşkusuz bu, egemenler için endişe verici.

O zaman en başa dönelim; insanlık tarihinin başlangıcına… Ne erkeğin ne de kadının henüz kelimeleri yokken, yani her şey kendi akışında, en doğal halinde hatta doğanın kendisiyken, yani herkes eşitken, rant ve sermaye uğruna hiçbir şeye teslim olmamışken, insanlar barış gelsin diye birbirini boğazlamıyorken, kısacası çok çıplakken arzunun özgürlüğünden söz edilebilir mi? Buna cevabım kendi adıma “Evet” olabilir. Hatice Meryem’e göre de öyle: “kelimesizdik beyefendi o zamanlar/ öyle fakirdik ki/ ne sizin vardı kelimeleriniz/ ne bizim/ eşittik yer içer nefes alır/ yalnızca sevişirdik…/

Şiir devam ediyor. Zaten kitap aslında tek bir uzun şiirden oluşuyor. Şöyle diyor: “Ve karşılasa buyur etse çilliğimiz/ zekerinizi/ tarih barışsa/ doğusuyla batısıyla/ sizi alabilmek için kucağımıza/ sanat, ticaret ve hukuk öğrendik beyefendi/ doğusuyla batısıyla…”

Yine öğretilmiş kadınlık, dişilik mevzularıyla vuruyor Hatice Meryem. Aslında bizim nasıl yetiştirildiğimiz ve yönlendirildiğimize de bir nazire bu söylem. Ve erkeklerin en zayıf noktası, yine ayıptır söylemesi, Hatice Meryem’in söylemiyle “vinçlerinin kendiliğinden çalışmaması”dır. Aslında Hatice Meryem, iktidar baskısının dünyayı kontrol etme hırsını tetiklediğine kadar vardırıyor işi. İnsanoğlu kendi bedeniyle barışırsa dünyayla da barışacak, bu önermeyle de bakabiliriz şiirlere. Ne bileyim, psikanaliz yöntemiyle de inebiliriz insanın karanlık odalarına. Ama ben anlamam. Biz dizeleri kısım kısım ayrıyoruz ya, psikiyatristler de insan ruhunu kısım kısım ayırıyor. Hatice Meryem, Beyefendi’de erkekleri ve kadınları dize dize, hece hece bölüyor, çarpıyor, topluyor. Kadının ev içindeki ruh halini de odalara göre ayırmış. Yatak odası, uyumak ya da sevişmek için ayrılmış bir bölümden çok, erkekle kadının hesaplaşma yeri. O nedenle “karanlık yatak odamız” diye bir başlık açılmış. Tüm korkuların, zaafların, söylenmemiş kelimelerin, sustuklarımız ya da biriktirdiklerimizin hesabının dürüldüğü yer orası. Salonda durumlar farklı. Orası daha aydınlık bir yer. Aydınlık olmasının mekanla da bağlantısı var. Salonlar misafirlerin ağırlandığı bir yer olması sebebiyle her zaman daha gösterişli, bol ışıklı ve ferah alanlardır. Dolayısıyla aydınlığın konforla da ilişkisi bulunuyor. Zaten Hatice Meryem’in salonunda, erkek konforlu bir biçimde ağırlanıyor, ikramlar, hoş sohbetler eşliğinde… Bir nevi ısınma turları atılıyor. Ön sevişme denebilir buna. Aydınlık salon imgesi biraz da bundan.

Bir de Osman Hamdi’nin bahçesi var. Bahçe sabrı ve bilgeliği işaret ediyor. Tabii bahçe imgesinin erotik göndermeleri de var. Zaten kitap baştan aşağı o göndermelerle dolu. Dikkatimi çeken şey, mutfağın olmaması. Çünkü biliyor Hatice Meryem, bir kadının mutfağa girince ne hale geldiğini, o nedenle kadını sokmuyor mutfağa, bile isteye… Evin mutfağında olmak eve mahkum olmaktır çünkü, sokağı unutmaktır. (“Mutfaktaki kötülük”ü Sylvia Plath da görmüş, zaten yaşamını orada sonlandırmıştı.)

Beyefendi; önemli ve kıymetli bir kitap. Önemi sadece anlattıklarından değil, dili kullanma biçiminden de kaynaklanıyor. Kendine has üslubu, cesareti ve sözcükleri kullanmasındaki esneklik çok çarpıcı. Hatice Meryem’in ilk şiir kitabı ama biz onu öykücü ve romancı kimliğiyle tanıyoruz.

Neyse “anlatacaklarım bitmedi, lütfen uyuyup dinleniniz…” diyor Hatice Meryem. “Şiirler yazacağız size, söz”.

Deniz Durukan

Merhaba Canım

Ben az konuşan çok yorulan biriyim

Şarabı helvayla içmeyi severim
Hiç namaz kılmadım şimdiye kadar
Annemi ve Allah’ı da çok severim
Annem de Allah’ı çok sever
Biz bütün aile zaten biraz
Allahı da kedileri çok severiz

Hayat trajik bir homoseksüeldir
Bence bütün homoseksüeller adonistir biraz
Çünki bütün sarhoşluklar biraz
Freud’un alkolsüz sayıklamalarıdır

Siz inanmayın bir gün değişir elbet
Güneşe ve penise tapan rüzgarın yönü
Çünki ben okumuştum muydu neydi
Biryerlerde tanrılara kadın satıldığını
Ah canım Aristophones

Barışı ve eşek arılarını hiç unutmuyorum
Ölümü de bir giz gibi içimde
Ölümü tanrıya saklıyorum
Ve bir gün hiç anlamıyacaksınız

Güneşe ve erkekliğe büyüyen vücudum
Düşüvericek ellerinizden ve
Bir gün elbette
Zeki Müren’i seveceksiniz

(Zeki Müren’i seviniz)

Arkadaş Z. Özger, Dost, 1970

 

Subscribe
Notify of

0 Comments
Inline Feedbacks
View all comments