David Foster Wallace’a göre hayat: İğrenç Adamlarla Kısa Görüşmeler
Posted by gülenay börekçi on May 27, 2011 · 6 Comments
2008’de intihar eden yazar David Foster Wallace’ın İğrenç Adamlarla Kısa Görüşmeler adlı kitabı bir süre önce çıktı. Kapakta, kafasına koskoca bir kesekağıdı geçirdiği için ne derece iğrenç olduğunu kestiremediğimiz bir adam var. Bu adamın ve diğerlerinin iğrençlik seviyesini anlamak için Wallace’ın öykülerini okumanız gerekiyor.
David Foster Wallace’a göre hayat
Okuduysanız bilirsiniz, David Foster Wallace’ın romanlarını ve öykülerini özetlemek imkansızdır. Bu kitaptaki öyküleri basitçe “hazin, komik ve groteske varacak kadar acayip” diye tarif edebilirim. Eminim sizin de başınıza gelmiştir; bankanın vezne kuyruğunda dikilirken, metrodaki dalgalı insan yüzleri denizini boş gözlerle tararken, sıkıntılı bir iş toplantısının tam ortasındayken, birisiyle yemek yer hatta sevişirken, zihninde avare dönüp dolaşan düşünce kırıntılarını yakayıverir insan aniden. Bana çok olur… O düşünceler çoğu zaman benden bağımsız hareket ediyor gibidir. “Bir zihin okuma makinesi icat edip bunları yazıya dökseler, sonra da oturup okusalar, beni kesinlikle deli zannederler” diye geçiririm içimden. Öte yandan bu düşünceleri benden başka kimsenin öğrenemeyeceğini bildiğim için, rahatımdır.
İşte İğrenç Adamlarla Kısa Görüşmeler’deki öykü karakterleri da böyle. Sanki Wallace birbirine hiç benzemeyen bir sürü insanın zihnine bir biçimde sızmayı başarmış, oradaki utanç ve ıstırap verici tedirginlikleri, korkuları, arzuları, kızgınlıkları, sitemleri gizlendikleri kuytu köşelerden çıkarmış, sonra da yazıya dökmüş. Başka bir deyişle, çoğu cinsellikle ilgili olan ve bu yüzden “Cehennem belki de sandığımız gibi uzakta değil, yanı başımızda, yatak odalarımızın tam ortasında bir yerdedir” diye düşünmemize yol açan duyguları, düşünceleri, deneyimleri toplamış, düzenlemiş, numaralandırmış, soğukkanlı dipnotlarla anlamlandırmayı denemiş, vazgeçilmez silahı ironiyle lezzetlendirmiş ve ortaya hayat gibi bir şey çıkmış.
***
David Foster Wallace’ın bizde belirli bir üne sahip olması ve dilimize çevrilmesi için ne yazık ki önce intihar etmesi gerekti. James Joyce, Franz Kafka ve Thomas Pynchon’ınkilerle karşılaştırılan parlak yapıtlarına rağmen, çoğumuz onu hazin intiharından sonra tanıdı… Ölümüne üzüldük, fotoğraflarına şaşırdık… Bildiğimiz yazarlara benzemiyordu zaten. Uzun kumral saçlarını kirli bir bandanayla topluyor, her daim hırpani giysilerle dolaşıyor ve yazardan ziyade aykırı bir rock grubunun esas adamını, mesela Kurt Cobain’i andırıyordu. Bilmese, bu çocuksu yüzlü adamın büyük edebiyatçı olduğuna inanası gelmezdi insanın. Ama 1996’da yayınlanan romanı Infinite Jest’ten (Sonsuz Tavır) beri büyük edebiyatçıydı.
Dile kolay, 1000 küsur sayfalık bir kitaptan söz ediyoruz. Yarısı romanın kendisi, yarısı da yazarın üslubunun önemli bir parçasını oluşturan dipnotlar… Büyük bir heyecan dalgası yaratmıştı edebiyat çevrelerinde. Tumturaklı reklam kampanyalarındaki etkileyici vaatlere aldanmayacak kadar tecrübeli eleştirmenlerin bile soluğu kesilmişti. Bilirsiniz, yeni dünyanın genç yazarları dev kampanyalarla tanıtılırlar okura, gafil avlananlar için sonuç çoğu zaman hüsran olur, duruma alışkın okurlar ise “kanmamayı” öğrenmiştir. Wallace farklıydı, kitabını okuyan eleştirmenler, “edebiyat tarihini değiştirecek güçte bir yazar” dediler onun için ve Infinite Jest’in çok uzun zamandır nafile yere beklenen “büyük Amerikan romanı”nın ta kendisi olduğunu önü sürdüler.
Sonra çok uzun süre ses seda çıkmadı Wallace’tan. İğrenç Adamlarla Kısa Görüşmeler’i yayınladı, Consider the Lobster (Istakoza Şefkat Göster) adlı okuması acayip zevkli bir deneme kıtabı yazdı, ama 15 yıl boyunca üzerinde delice bir tempoyla çalıştığı son romanını bir türlü tamamlayamadı. Evde, yaratıcı yazarlık dersleri verdiği okulda, kafede, restoranda, metroda kitabını yazdığı biliniyordu ama işte o roman bir türlü bitmiyordu.
20 senedir ağır depresyondan muzdarip olduğu, kimi zaman elektro şokla kendine getirildiği, antidepresan kullanmadığı zamanlar tek satır yazı yazamayacak kadar acı çektiği, hayatını uykusuzluktan bitap halde sürdürdüğü, sadece Werner ve Bella adlı köpekleriyle birlikteyken neşelenebildiği sonradan öğrenildi.İntihar ettiğinde 46 yaşındaydı. Bütün bir günü iki bilgisayarının hard disk’indeki belgeleri düzenleyerek geçirmiş, bir türlü bitiremediği son romanının, ABD’de daha yeni yayınlanan Pale King’in dağ gibi taslaklarını tasnif etmiş, eşine birkaç küçük not bırakmış ve… çekip gitmiş.
***
Yazıyı David Foster Wallace’ın Bu Su adlı konuşmasında aktardığı kıssadan hisseyle bitirmek istiyorum. İki genç balığın yanından geçen yaşlı balık, “Su nasıl çocuklar?” diye sorar. Genç balıklardan biri iki dakika sonra kendine gelip ötekine sorar: “Hey, ‘su’ dediği şu kahrolası şey de ne sence?”
Ölmeyi tercih etmiş bir yazardan duyunca bu hikayeyi, insanın kalbi sıkışıyor. Zira bir farkındalık geliştirmekten söz ediyordu orada Wallace. Kendi deyişiyle “büyük h ile yazılan Hakikat”ten… Yeri doldurulamayandan… Hep aradığımız ama aynı zamanda ertelediğimiz şeyden… Gözümüzün önündeyken bile farkına varmadığımız, sahip olduğumuz ama kendimize bıkıp usanmadan hatırlatmazsak eğer, kolayca unutacağımız armağandan… Biricik ve eşsiz olandan… Ölümden sonraki değil, ölümden önceki hayattan…
David Foster Wallace’a boşuna yaşamamış ve boşuna yazmamış olduğunu hissettirmenin bir yolu var mı artık, bilmiyorum. Herhalde yapılabilecek tek şey, bu büyük yazarın sonsuz tavrını, intiharını unutup, ölümünden önceki hayatına dair ne varsa öğrenmek, yani hayat üzerine çokça düşünmüş, empati ve acı çekme kabiliyeti yüksek, iyi kalpli bir adamın bulabildiğimiz tüm kitaplarını okumak.
Gülenay Börekçi
Bunlar da ilginizi çekebilir :
Ne güzel demiş: “büyük h ile yazılan Hakikat”ten. Tam da yazardan bağımsız bir zamanda onun dizelerini okuduğunu hiç bilemeyeceği bir dönemde, bugünüme tercüman. İlk fırsatta okuyacağım.
yazınıza bakınca sanki sizin ilginizi çeken de intihar etmesiymiş gibi düşünüyorum. sonsuz tavır değil; hiç bitmeyen bir alay, şakadır infinite jest.
haklı olabilirsiniz, insan kendini göremiyor her zaman. bir de söylemem lazım, infinite jest’i karıştırdım ama okuyamadım…
belki ilginizi çeker şu yazı, okuyunca wallace’ın intiharı iyice katlanılmaz geldi bana. http://www.salon.com/books/feature/2008/09/26/david_foster_wallace/print.html
Selam,
Çok güzel bir yazı,elinize sağlık
DFW bence intihar etmeyebilirdi belki, depresyonu adam gibi tedavi edilseydi. Ölümü bir kaza bence, bir talihsizlik. Çünkü yazdıklarına bakınca ölmeyi isteyen, planlayan, ölümü isteyen bir insan gibi gelmiyor bana.
“Kullandığı ilaçlardan dolayı çok yaratıcı” olduğuna dair bir yorum okumuştum. Süper salak bir yorum. İnsan ilaçla milaçla öyle yazamaz.
Keşke intiharı yazdıklarının önüne geçmeseydi.
Serdar
Infinite Jest’e baslamak hata mi degil mi, halen anlamis degilim, acikcasi bazi sayfalar teknik bilgi yigini gibi, ama akabinde komik, sonra korkunc, sonra tekrar teknik, ‘roller coaster’ belki?
Cemal ve Melih
“Alas, poor Yorick! I knew him, Horatio: a fellow of infinite jest, of most excellent fancy: he hath borne me on his back a thousand times; and now, how abhorred in my imagination it is!”
:))) Bu arada merak ettim, Cemal ve Melih tek kişi mi?