Shakespeare yogası
Heidi E. Spear, New York ve Washington üniversitelerinde karşılaştırmalı edebiyat ve sahne sanatları eğitimi olan bir yoga hocası. Bir dönem Londra’da Shakespeare’s Globe Theatre’da da çalışmış. Bir yoga hocası Shakespeare üzerine farklı ne söyleyebilir diyorsanız, Hamlet ve Venedik Taciri’nden yola çıkarak yazdığı yazıyı okuyun. Ve sonrasında mutlaka üzerine düşünün. Hayatımızda önyargıların doğduğu noktayı, “öteki” kavramının muhtemel sebeplerini, düalitenin bizi nasıl keskin bir bıçak gibi ortadan ikiye ayırdığını ve öteki olasılıkları geçersiz hale getirdiğini anlamaya çalışın. Söz veriyorum, iyi gelecek!
Shakespeare yogası
Shakespeare’in eserleri dünyanın farklı yerlerinde yüzlerce yıldır neden hâlâ popüler? Çünkü hepsi insanlık hallerini yansıtıyor. Tutkulu diyaloglar, şiirsel monologlar… Duyguları, fikirleri ve kafalardaki soruları şüpheye yer bırakmayacak bir kesinlikle dile getiren sessizlikler… Ve yazılmalarının üzerinden dört yüz yılı aşkın bir süre geçmesine rağmen geçerliliğini yitirmemiş dramlar… Shakespeare’in Hamlet’i aktörlere, “Tabiatın alçakgönüllüğünün önüne set çekmeksizin, tam tersine onunla tamamen uyumlu bir şekilde eylemi kelimelere, kelimeleri eyleme uydurun” tavsiyesinde bulunur. Başka bir deyişle, tiyatronun amacı insanlığa ayna tutmak, aktörün işiyse bütün o yazılanları inandırıcı kılmaktır. Shakespeare’in oyunları bunu hâlâ başarabiliyor.
Peki acaba Shakespeare oyunlarının yogayla ilişkisi ne olabilir?
Çoğumuz içimizde uyuklamaktan bir türlü vazgeçmeyen o şiddetli huzursuzluk yüzünden yoga yapıyoruz. İçsel huzurun ve zihinsel dinginliğin peşinde ama hep bir huzursuzlukla başlarız yogaya. Mesela kilo vermek istemenin, şu ya da bu sebepten sarsılmış dengemizi aramanın, aydınlanma ihtiyacının, neşelenme arzusunun veya gerilimden kurtulmaya çalışmanın huzursuzluğuyla.
Peki ama yoga bizi daha sağlıklı, mutlu ve hayata uyumlu kılabilir mi? Cevap Patanjali Yoga Sutraları’nda… Binlerce yıl önce yazılmış bu aforizmalar, nasıl yoga yapılacağını ve bunun tam olarak ne işe yarayacağını anlatırlar. Hayatı, zihnin yarattığı yargılar, yansıtmalar, dramalar ve üretimlerle değil, olduğu gibi görme deneyiminin ipuçları vardır onlarda. Yoga pratiği hayatın beklenmedik hamleleri hatta ani u-dönüşleri karşısında dengemizi daha kolay bulmanın bir yoludur. Hamlet’in “İnsafsız talihin sapanları ve okları” sözündeki türden durumlardan bahsediyorum. Yogada pozisyonları uygularken amaç daima istikrar ve rahatlıktır. Sutralar der ki, “Duruşunuz sabit ve tatlı kalsın, ikilikler yok olsun.”
İşe bakın ki ikiliklerin yok oluşu sadece sutraların dilediği değil, aynı zamanda Shakespeare’in hayal ettiği şeydir.
Düalizm hayatta her şeyin zıttıyla var olduğunu söyler. Her hikayenin, her yaşantının iki yüzü vardır onlara göre. Bence bu doğru değil. Her hikayenin, her yaşantının ikiden fazla yüzü vardır. “Ya şöyle ya da böyle olmalı” gibisinden bir şey söylediğinizde, hayatı düalist bir bakış açısıyla görüyorsunuzdur. Aynı şekilde “ben” ve “o” ifadelerini içeren cümleler kurmaya başladığınızda da bu, sizin hayatı içerdiği engin çeşitlilikten koparıp hepi topu iki seçenekten ibaret bir hale getirdiğiniz anlamına gelir.
Mesela soğuk ve sıcağı alalım… Zıt görünüyorlar ama aslında zıt değiller. Onlar sadece iki farklı deneyim. Sıcağın da soğuğun da sayısız farklı derecesi var. Üstelik bir insana sıcak gelen başka insan için hiç de öyle olmayabilir. Sadece iki seçenek yerine, sayılamayacak kadar çok olasılık var. Bu olasılıkları unuttup ikilik üzerinde odaklanmak bizim hayatımızı, mutluluğumuzu ve hakikate girme yetimizi kısıtlar. Zıtlara inanmak bağlantıları da koparıp atar. Sıcak ve soğuk zıt değil, onlar aslında birbirine bağlı. Biri olmadan öteki de olamaz. Aynısı aydınlık ve karanlık için de geçerli. Hatta bizzat sizin için bile geçerli. Kendinizi fiziksel bir varlık olarak kabul edip sonsuzluğu başka bir şey sayarsanız, şu ölümlü hayatınızla sonsuz bilinç asla bir araya gelemez. Ayrılıkları değil, birleşmeyi amaçlayan yoga felsefesine göre böyle bir şey imkansız. (Yoga Sanskritçe bir kelime ve “birleşme” anlamına geliyor. Bireyle sonsuzluğun birleşmesi…)
Bütün bu girişin ardından Shakespeare’e dönersek… Hamlet, “İyi ve kötü diye bir şey yoktur, bu kavramları bizim düşüncelerimiz yaratır” der. “İyi” ve “kötü” terimleriyle düşünmeye başladığınızda bu sizi kaçınılmaz olarak, “ben” ve “o” terimleriyle düşünmeye itecektir. Haliyle, “o” istediği bir şeyi elde ettiğinde, “siz” ihtiyacınız olan bir şeyi kaybetmiş olacaksınız. Düalist düşünce uyum değil çatışma yaratır. “Sen benden farklısın” cümlesi çok tehlikelidir… Bütün önyargılar buradan doğmuş, “öteki” kavramı buradan çıkmıştır. Shakespeare, Venedik Taciri oyununda Shylock’un ağzından bunu anlatır: “”Ben bir Yahudi’yim: Yahudilerin gözleri yok mudur? Elleri, organları, duyguları, tutkuları yok mudur? Yahudiler de aynı yiyeceklerle beslenen, aynı silahlarla yaralanan, aynı hastalıklara yakalanan, aynı tedavilerle iyileşen, aynı yaz ve kışla ısınıp üşüyen insanlar, yani Hıristiyanlar gibi değil midir? Bizi incitirseniz kanımız akmaz mı? Gıdıklarsanız, gülmez miyiz? Ve bizi zehirlerseniz, biz de tıpkı sizin gibi ölmez miyiz?”
Oyunun tamamı toplumun ve dinlerin, insanları Yahudi ve Hristiyan olarak ölümcül bir kesinlikle ikiye bölmesi üzerine kuruludur. Shylock’un sözleri de aslında Shakespeare’in, söz konusu düalist bariyeri yıkma çabasndan başka bir şey değildir. Yaşadığı döneme göre çok ilerici bir çaba bu bence. Bugün de gerekliliğini sürdürüyor. Şair, “Hıristiyan ve Yahudi olması fark etmez, her birey insanlığın parçasıdır ve kimse ötekine zıt sayılamaz” diyor bir bakıma.
Size sunulan sonsuz seçenek yerine sadece iki seçeneği görebildiğinizi fark ettiğiniz zamanlarda, hiç değilse üçüncü bir seçeneği düşünmeyi deneyebilirsiniz. Biriyle konuşurken, tartışırken düalistik düşünme eğiliminden kurtulmayı denemek kolay bir iş değil ama çoğumuz için bütünüyle yeni bir deneyim olduğu kesin. Sizi zorlayan bir durumda, “Sonu iyi mi olacak, yoksa berbat mı” diye düşünmekten de vazgeçmeye çalışmanızı öneririm. Olumlu veya olumsuz beklentilerinizi unutun ve sadece olacakları görmeye çalışın. Sihir tam da burada, yani bütün cevapları önceden bilmediğiniz ve kontrolü bıraktığınız yerde başlar. O zaman sürprizleri beklemeye ve görmeye başlayabilirsiniz.
Hayatı ikiliklerden ibaret bir şey gibi görmeyı bırakırsanız, seçeneklerin aslında sınırsız olduğunu da fark edeceksiniz. İşte o zaman daha dolu dolu yaşayacağınız bir hayatınız olacak. Kendinize ve başkalarına duyduğunuz şefkat artacak. Zihninizi dünyaya tamamen ve özgürce açtığınızda, önünüzdeki engellerin aslında sizin için birer fırsat da olabildiğini görmeye başlacaksınız. Düalist sınırların görmenize mani olduğu çözümleri teker teker fark edeceksiniz. Hamlet ve arkadaşı Horatio’nun, merhum kralın hayaletini ilk kez gördükleri o sahneyi hatırlayın. Horatio, “fevkalade acayip” bulduğu bu görüntüye inanmakta güçlük çeker. Hamlet’se şöyle der: “O halde onu bir yabancı, bir acayiplik olarak karşıla ve ağırla. Çünkü sevgili Horatio, gökte ve yerde, senin zihninde canlandırabileceklerinden çok daha fazlası var.”
Heidi E. Spear
Heidi E. Spear’in yazısının orijinalini Kripalu adlı web sitesinde bulabilirsiniz.
©2013 Kripalu Center for Yoga & Health. Reprinted with permission.
Subscribe
0 Comments
oldest