Deniz Yüce Başarır’ın Storytel âlemindeki maceraları
Şahane gülüşü, bulaşıcı hayat enerjisi, sizi ikna etme gücü fazlasıyla yüksek tatlı mı tatlı sesi olan bir kadın… Editör, yayıncı, programcı, yazar… Ama bana göre her şeyden önce sağlam okur. Karşınızda Deniz Yüce Başarır ve Storytel âlemindeki maceraları…
Deniz Yüce Başarır’ın seslendirdiği kitaplar
Ben Okurum podcasti
“Yazı bir hançer değildir ki maziye saplayasın!”
Deniz Yüce Başarır: “Bütün kabile ateşin başında toplanmışız da ben size bir masal anlatıyormuşum gibi…”
Deniz Yüce Başarır bundan yirmi yıl önce o sıralar Yapı Kredi Yayınları’nın başında olan Enis Batur’a giderken bir değişimin eşiğinde olduğumuzun farkında değildi. O yalnızca sesli kitap yapmak, Harry Potter’ları sesli kitap olarak okumak istiyordu. Yolculuğu böyle başladı. Hem de bizzat J.K. Rowling’in onayıyla. Üstelik dünyada Harry Potter’ları okuyan ilk kadın olarak tarihe bile geçti.
O yıllarda sesli kitaplar CD formatında yayınlanıyor, bir kitap sekiz on CD’ye güç bela sığıyordu. Dolayısıyla da şimdiki gibi yemek yaparken, çamaşır yıkarken, koşarken, araba kullanırken ya da hava limanında uçağın kalkış saatini beklerken kitap dinlemenize dinlemeye imkân ihtimal yoktu. Anlayacağınız sesli kitap dinlerken hazırlığınız uzun, yükünüz ağır oluyordu. Neyse ki işler epey değişti, sesli kitapların ses niteliği yükseldi, dahası onları birkaç saniyede telefonlarımıza indirip dinleyebilir hale geldik.
Bu konuyu sesli kitap platformu Storytel’de yüzden fazla romana sesiyle hayat veren ve Ben Okurum podcastinin yaratıcısı Deniz Yüce Başarır’la konuşmak istedim. Haydi toplanın ateşin başına; Deniz Hanım, sesli kitap âlemindeki maceralarını anlatıyor.
Epey bir süredir edebiyat yapıtlarını seslendiriyorsunuz. Bu durum hayatınızı nasıl etkiledi, sizde neleri değiştirdi?
Seslendirme üniversite yıllarımdan beri hep severek yaptığım bir iş oldu. Ama bütün bir kitabı okumak elbette klasik seslendirmeden epey farklı. Tek başına bir stüdyoda yazarın sesiyle baş başa kalıyor hatta onun sesi oluyorsun. Çok eğlenceli. Çok doyurucu. Benim kaderim okumaktan açılmış zaten, bu bir kez daha kanıtlandı. Keyif için oku, yayımlansın mı diye değerlendirmek için oku, fikrini söylemek için oku, yazmak için oku, podcast için oku, kocan romanın yeni bölümünü bitirmiş yüksek sesle oku, ki duysun kendi ritmini, eh şimdi bir de stüdyoya gir oku. Şenlikli hayatıma, yeni bir eğlence daha! Hep savunduğum sesli kitabın ülkemizde de kabul görmesi ve her geçen gün kitlesini arttırması beni çok mutlu ediyor. Evimdeki stüdyodan bu dünyanın bir parçası olmak, üreten tarafta yer almak beni özgürleştirdi sanki. Hücre gibi karanlık bir oda nasıl özgürleştirir insanı demeyin! Tam da orada, öyle özgürleşir insan.
İşi kitap seslendirmek de olan biri bir gününü nasıl geçirir?
Her gün farklı gelişiyor olaylar. Bazı gün gözümü açıp kahvemi içer içmez, kendimi stüdyoya atıyorum. Kimi zaman akşama kadar mecburi ihtiyaçlar dışında hiç çıkmıyorum. Bazı günleri de bölüyorum ortasından ikiye, hatta bazen gelişigüzel bir yerlerinden üçe beşe. Önce sabah ailenizin edebiyat podcasti Ben Okurum’un son kaydının deşifresini yapıyorum, sonra konuk için sorularımı hazırlıyorum, öğleden sonra da ya stüdyoda Storytel için okuyorum ya da bir sonraki bölüm için kitaplara gömülüyorum. Bazen sabahın köründe Ben Okurum için masama geçip metin yazıyorum, bazen de yeni projeler peşinde şehre iniyorum, inmişken sosyalleşiyorum, akşamına bir tiyatro falan bağlıyorum. Arada zeytinyağlı pırasayı ocağa koyduğumu, bizim robot Recep’i salonu süpürsün diye saldığımı, ‘ay kızın formasını ütülemedim’ heyecanıyla kulağıma kulaklığımı takıp bir yandan başkalarının seslendirdiği kitapları dinlerken ütü salladığımı falan anlatmayayım değil mi?
“Seslendirme yaparken en büyük derdim kötü çeviriler, Türkçe olduğundan bile şüphe duyduğum o cümleler…”
Bir kitabı seslendirmeye nasıl hazırlanıyorsunuz? Seslendireceğiniz kitabın yazarıyla yahut çevirmeniyle konuşmaya, karakterlerin seslerini nasıl hayal ettiğini sormaya ihtiyaç duyuyor musunuz?
Çoğu yerli yazarı zaten iyi tanıyorum, yani yazdıklarını. Söz konusu Türkçe yazılmış bir eserse çok sorun olmuyor. Bir yerde takılırsam mesela, yayıncısını ya da yazarını arayıp sorabiliyorum. Seslendirme yaparken en büyük derdim kötü çeviriler. Nasıl başlayıp nasıl bittiği belli olmayan, Türkçe olduğundan bile şüphe duyduğum o cümleler… Bana kalsa, oturup baştan sona değiştiririm bazı metinleri ama mümkün değil tabii. Tonlamayla doğru duyguyu vermeye çalışmaktan iflahım kesiliyor. Böyle durumlarda o metnin çevirmeniyle ve editörüyle görüşmesen daha iyi zaten. İki taraf için de hiç sağlıklı sonuçlar çıkmaz sanırım.
Bazı yazarlar kitaplarının filme çekilme sürecinde söz sahibi olmak ister, bazıları hiç karışmaz. Sesli kitaplar konusunda durum ne, hangi yazar en çok karıştı, hangisi sizi en çok özgür bıraktı?
Ben aslında edebiyatçıların sesli kitapları henüz o kadar ciddiye almadığını düşünüyorum. Genellikle iş bittikten sonra beğenilerini belirtenler, teşekkür edenler oluyor. O da çok sık değil. Biz seslendirme sanatçıları en çok dinleyenlerle iletişim halindeyiz. Onlardan çok mesaj geliyor; yüreklendirici, sevindirici, çok içten mesajlar… “Artık metinleri sizin tonlamalarınızla okuduğumu fark ediyorum, iç sesim siz oldunuz,” diyen birçok kişiyle tanıştım sosyal medya ortamında. Akraba gibi oluyoruz zamanla.
“Edebiyat yapıtlarını seslendirirken işin sırrı, kişilik özelliklerini sesle vermek ama çok da oynamamak”
Bol diyaloglu, çok karakterli romanları seslendirmekten bahseder misiniz? Mesela Gurur ve Önyargı’da Elizabeth Bennett ile Mr. Darcy’i seslendirirken nasıl bir yol izlediniz farklı kişiler olduklarını duyulabilir kılmak için?
Edebiyat yapıtlarını seslendirmeyi daha çok seviyorum. Duyguların ağır bastığı metinler okumak, hele yüksek sesle okumak bana şevk veriyor. Bol diyaloglu metinlerde ayırt edici bir ton farkı yaratmaya dikkat ediyorum. Erkek seslerini biraz daha pes okuyorum mesela. Ama çok da değil. Çünkü ben de sıkı bir sesli kitap dinleyicisiyim ve metnin önüne geçen teatral okumalar beni eserden koparıyor. Seslendirme sanatçısı metnin önünde değil, yanında yer almalı. Dinleyene duyguları geçiren ama onları sömürmeyen bir okuma en ideali. Gurur ve Önyargı örneğinde Darcy’i biraz daha pes, Elizabeth’i daha yumuşak ama kararlı, ablasını ondan da yumuşak okumaya çalıştım. İşin sırrı, kişilik özelliklerini sesle vermek ama çok da oynamamak. Ne kadar başardığımı bilemem.
Bir tür oyunculuk gibi. Aynı diyalogda iyi karakteri de kötü karakteri de seslendirmek hafiften şizoid durumlara yol açabiliyor mu?
Eh evet, bir tür oyunculuk. Zaten bu işi yapanlara artık “seslendirme oyuncusu” deniyor. Gerçi ben hâlâ pek kullanamıyorum o tanımı, çünkü oyuncu değilim, bu işin eğitimini almadım, sadece 1986’da kaybettiğim oyuncu babamın rahle-i tedrisatından geçtim. İlkokuldan itibaren her resmî törende şiir okuyordum ve ilk başlarda babam tarafından sürekli eleştirilip düzeltiliyordum. O öyle okunmaz böyle okunur, vurgu şurada olacak… Hatta ilkokul birinci sınıfta öğretmenimin “Bu çocuk daha altı yaşında ve o kadar mükemmel okumak zorunda değil, çok üstüne gitmeyin,” diye annemi uyarmışlığı var. Şimdi de vurgunun nerede olması gerektiğini hep düşünerek çalışıyorum. Ses ve vurgudaki farklılıklar aracılığıyla aynı cümleden en az üç farklı anlam çıkarabilirsiniz. Ben hep hızlıca acaba yazar hangisini söylemek istiyor diye düşünürüm. Tabii öncesiyle sonrasını hesaba katan, hikâyenin tamamını göz önünde bulunduran bir süreç bu. Seslendirmede bana en yardımcı olan şey, çok kitap okumam oldu. Bir de insan her işte olduğu gibi seslendirmede de zamanla tecrübe kazanıyor. Şizoid durumlara gelince, teknik bir okuma olduğu için, o kadar da dağılmıyorum okurken.
“Akşam iş bittiğinde sırtım, omuzlarım, kollarım, bacaklarım ağrıyor. Arada kalkıp birkaç esneme hareketi yapıyorum”
Peki seslendirirken fiziksel olarak yorgun düştüğünüz, diyelim ki sırtınızın, boğazınızın ağrıdığı oluyor mu?
Olmaz mı! Ben bir de kendimi çok kaptırıyorum. Hiç kalkmadan üç-dört saat çalışabilirim. Tek başıma okuyor olsam da sanki başımda birileri varmış gibi hatasız okumaya, akıcı olmaya gayret ediyorum. Hata yaptım mı kendime çok kızıyorum. O yüzden bütün vücudumun kasıldığını hissediyorum. Akşam işe son verdiğimde sırtım, omuzlarım, kollarım, bacaklarım ağrıyor. Şimdi artık biraz akıllandım, arada kalkıp birkaç esneme hareketi yapıyorum. Ses tellerimin yorulduğu da oluyor ama daha çok bedenim uyarıyor beni.
Yoga, bahçeyle uğraşmak, müzik dinlemek, sizin bu işin zararlı etkilerini bertaraf etmek için çözümünüz ne?
Elime bir kitap alıp sırf kendi istediğim kitapları okuyorum, en az bir yarım saat. Bazen de yürüyüşe çıkıyorum. Sabahları yürüyüp güne zinde başlamayı tercih ediyorum, işin kesintiye uğramasından çok da hoşlanmıyorum. Ha bir de yemek yapıyorum. O sayılır mı?
“Başar’ın kitaplarını seslendirirken maça 2-0 önde başlıyorum… gibi görünebilir ama…”
Bir yazarla evlisiniz, Başar Başarır’la. Onun birkaç romanını da seslendirdiniz. İşin bu kısmını sormasam olmaz. Her satırını bildiğiniz bir kitabı, yani her gününüzü beraber geçirdiğiniz bir yazarın eserini seslendirmek nasıl bir deneyimdi?
Her satırını en az iki kez hem de yüksek sesle okuduğum metinler Başar’ınkiler. Dolayısıyla onun kitaplarını seslendirirken maça 2-0 önde başlıyorum… gibi görünebilir. Ama Başar oyunlu metinler yazıyor, dolayısıyla onun romanlarını ya da öykülerini yüksek sesle okumak hiç kolay değil. Allahtan hamili kart yakinim oluyor, zihninin her bir kıvrımını ezbere biliyor, o yüzden kitaplarını bir başkasının okuyabileceğinden daha kolay okuyorum. Yani herhalde. Hem çok da zevk alıyorum bu işten. Çünkü kocam diye demiyorum, çok güzel bir dili var Başar’ın. Özenli, zengin ve demin de dediğim gibi oyunlu. Tam bana göre bir yazar…
Zorluklarını ya da ödüllerini düşünürseniz bu işi yaparken kendinizi şaşırttığınız oldu mu hiç? “Vay be, bu romanın şu yönünü seslendirmesem keşfetmeyecektim,” dediniz mi hiç mesela?
Metinlerin ritmini, sesini en iyi yüksek sesle okurken keşfediyor insan. Ben kendi yazdıklarımı gözden geçirirken de yüksek sesle bir kere okurum muhakkak. Yazarların hangilerinin bu ahenge önem verdiğini daha iyi anladım diyebilirim. Bir de aklıma şu geliyor, Leyla Erbil’i Storytel için okurken, ki çok zor metinler yüksek sesle okumak için, muhakkak söylemeliyim bunu, Leyla hanımın kendi dönemi için ne kadar yenilikçi bir yazar olduğunu idrak ettim. Biliyordum elbette, ama daha önce hakkını bu kadar verememiştim.
“Narsistik bir yanı var bu işin. Ama ben kendi sesime değil de yazarın sesine odaklanmayı tercih ediyorum”
En sevdiğiniz seslendirme deneyimleriniz hangileri, neden?
Nermin Yıldırım’ın tüm kitaplarını çok severek okudum. Vigdis Hjorth’un Miras romanını seslendirmek de çok keyif verdi. Başar’ın son romanı Dolunay İki Gece Sürer çok sevdiğim işlerden oldu. Bir de çok duygusal bir sebeple, kendi yazdığım Perde Kapanmasa Görecektiniz’i seslendirirken büyük heyecan yaşadım. Storytel’de 100’ün üzerinde kitap var seslendirdiğim, içlerinde ancak beş tanesinden falan zevk almadım okurken. Kendime uygun bir yönünü muhakkak buluyorum okuduklarımın.
Amerikalı bir aktör kitap seslendirmeyi insanın kendiyle sevişmesine benzeterek “Eğer eğlenemiyorsanız bu sizin hatanızdır,” demiş. Siz eğleniyor musunuz kitap seslendirirken?
Çok eğleniyorum. Hem de çok. Adam şu açıdan haklı, narsistik bir yanı da var sanırım bu işin. Ama ben kendi sesime değil de yazarın sesine odaklanmayı tercih ediyorum. Kendi sesinizi dinlemeye başlarsanız, metnin önüne geçme riski oluyor seslendirmenin. Bu benim hiç istediğim bir şey değil. Daha önce de dedim ya, dinlerken de o narsistik okumalardan hoşlanmıyorum. Derdim, metni dinleyene en doğru şekilde anlatmak. Kendimi bütün kabile ateşin başında toplanmışız da size bir masal anlatıyormuşum gibi hissediyorum. Bana sorarsanız sesli kitaplar, duygusunu tam da böyle bir yerden, insanlığın hikâye anlatma ve dinleme ihtiyacından alıyor.
Gülenay Börekçi
Subscribe
0 Comments