Weisman ve Shyamalan’a göre artık dünyaya ve kendimize şefkat gösterme zamanı
Sıkı bir araştırmanın ürünü olan ‘Bizsiz Dünya’, New York Times yazarlarından Alan Weisman’ın imzasını taşıyan sarsıcı bir kitap. İnsanoğlunun soyu tükenirse, dünyanın neye benzeyeceğini öğrenmek isteyen Weisman’ın ulaştığı ürpertici sonuç ise kısa ve net: Hiçbir şey olmayacak! Dünya biz yok olduğumuzda da varlığını sürdürmenin bir yolunu pekala bulacak…
Dünyaya ve kendimize şefkat gösterme zamanı
‘Bizsiz Dünya’ adlı kitap, sıkı bir araştırmanın ürünü. İnsanoğlunun soyu tükenirse, dünyanın neye benzeyeceğini öğrenmek isteyen New York Times yazarı gazeteci Alan Weisman’ın ulaştığı ürpertici sonuç ise, tekrar ediyorum, kısa ve net: Hiçbir şey olmayacak! Dünya biz yok olduğumuzda da varlığını sürdürmenin bir yolunu pekala bulacak.
O halde kendimizi gereğinden fazla mühimsemekten vazgeçmeli ve yaşamak için, bizim dışımızdaki canlı varlıklara ne kadar ihtiyacımız olduğunu iş işten geçmeden kavramalıyız.
Weisman kitabının son bölümde Galata Mevlevihane’sinden Sufi üstadı Abdülhamit Çakmut’la sohbet ediyor. “Alametler ortada” diyor Çakmut, “Ahenk bozuldu. İyilerin sayısı azaldı. Adaletsizlik, kirlilik, sömürü ve çürüme arttı. Zamanın sonu karşımızda duruyor.”
İleri vakalara gerek yok, ıhlamur çiçeklerini toplayabilmek için ağaçları kökünden kesen köylülerin ve değişmez yaz ritüelimiz orman yangınlarının, hırpalanan ve harap edilen tabiatın haberlerini okuduğumuz günlerde, Çakmut’un şu sözleri daha da etkileyici geliyor: “Uzun bir ömür sürmek için bedenlerimize iyi bakıyorsak, dünya için de aynısını yapmalıyız. Ona şefkat göstermeyi becerebilirsek eğer, kıyamet gününü de ertelemiş oluruz.”
***
‘Bizsiz Dünya’yı okuduktan hemen sonra, M. Night Shyamalan’ın ‘Mistik Olay’ını seyrettim. Film Greenpeace’çilerin bayılacağı türden bir suç ve ceza hikayesi, tabiatın insanlıktan intikamını anlatıyor.
Yani bizim önlenemez yıkıcılığımıza karşı bitkilerin binlerce yıldır biriktirdiği pasif-agresif şiddet, atmosfere yayılan nörotoksinler şeklinde zuhur ediyor ve millet zehirin etkisiyle şuursuzca intihar etmeye başlıyor…
Kulağa delice gelse de filmin anlattığı şey hakikaten bu.
Mesela insanlar parkın ortasında sebepsizce kendi kendilerini boğazlıyor. Bir kız, tokasıyla şahdamarını deşiyor. Hayvanat bahçesindeki bakıcı önce kollarını sonra bedenini aslanlara parçalatıyor. Bir kadın yüzünü tost makinesine yapıştırıyor. Bir adam traktörü çalıştırıp tevekkülle yere uzanıyor. İnşaat işçileri çalıştıkları binaların tepesinden atlıyor. Yapraklarla çimenler kımıldadıkça rüzgar şiddetleniyor, geriye sadece cesetler, binlerce ceset kalıyor…
İntiharların ortak yanı ölenlerin yaşam tarzlarına uygun yöntemler seçmeleri. Asker, orduda öğrendiği marşı tekrarlayarak öldürüyor kendini. Ev kadını, bir mutfak aletini kullanıyor.
Kıssadan hisse 1. Herkes neyi seçerse öyle yaşar ve nasıl yaşarsa, öyle ölür.
İkinci ortak yan, intiharların salgın halinde bulaşması. Kendini vuran polisin cansız bedeni yere yıkıldıktan sonra, bir başkası silahı muhakkak alıyor. Cinnet münferit bir vaka olarak kalmıyor; tabanca elden ele, şakaktan şakağa dolaşıyor. Panjurlarını sıkı sıkıya örtüp tüm yabancıları çoluk çocuk demeden öldüren gaz maskeli ihtiyar çiftin çok geçmeden, tabii ki sevgili tüfeklerini kullanarak, intihar edeceklerini anlıyoruz.
Kıssadan hisse 2. Kaderini belirlerken yalnız değilsin, seninle aynı çevreyi paylaşanların seçimleri de en az seninkiler kadar önemli.
Bu yüzden, terk edilince kafayı yiyen ve hayattan izole olmayı seçen yaşlı kadının ölümü, onu tehlikelerden ayıran güvenli barınağından gelince, buna şaşırmıyoruz. Halbuki kendini kafasını evinin duvarlarına vura vura haklamadan az önce “Dünya bana aldırış etmiyorsa, ben niye ona aldırış edeyim ki” demişti.
Kıssadan hisse 3. Aldırış etmeliyiz, çünkü dünya, olup bitenlere sanıldığından daha fazla aldırış ediyor.
Shyamalan’ın filminin anlattığı bu işte: Dünyanın günü kurtarmak adına geleceği feda eden insanoğluna şiddetli itirazı. Kaygısızlığa, bencilliğe ve her türlü yok etme girişimine ‘dur’ diyor dünya. Hem de bitkilerin isyanı aracılığıyla… Sessiz çoğunluğun hiddetinden korkmak gerektiğini biliyorduk, değil mi?
Shyamalan’ın uyarısına da, Weisman’la Çakmut’un dünyaya ve diğer canlılara şefkat göstermek konusundaki tavsiyelerine de kulak vermenin zamanı geldi.
Kendimize şefkat göstermenin başka yolu yok çünkü.
Gülenay Börekçi
Subscribe
0 Comments
oldest