Egoist okur

Duru görü, kolektif bilinçaltı, gölge ve UYKUSUZLAR

Gülşah Elikbank çok sevdiğim bir arkadaşım. Onu bir yazar olarak benim için özel yapan şeyse fantastik edebiyata duyduğu aşkla karışık tutku. O kendini en çok bu dünyayla başka dünyalar arasında mekik dokurken özgür hissediyor.

Bir solukta okuyacağınızı düşündüğüm sürükleyici yeni kitabı Uykusuzlar’a gelince, Gülşah bu kez rüyalardan bahsediyor. Bir günün en esrarengiz sekiz saatinde olup bitenlerden… Duru görüden, gittikçe ustalık kazandığı bilinçli rüya tekniklerinden, kolektif bilinçaltından, yüzleşmekten kaçındığımız gölgelerimizden…

gulsah elikbank egoistokur uykusuzlar 1

“İnsanların kendi olabildiği tek alan rüyalar…”

Kim bu Uykusuzlar, bizden farkları ne?

Uykusuzlar, bazılarının deyimiyle de Düş Gezginleri; insanların rüyalarına sızabilen, gerek görürlerse rüyalarda düzenlemeler yapabilen hatta dünyayı ilgilendiren bir mesele varsa; rüyayı tamamen değiştirebilen bir ırk. Aslında evrende yaşayan onlarca ırktan biri ama, 1946’da bir Uykusuz’un insan bir kadına aşık olmasıyla farklı bir mücadele içine giriyorlar. O zamana kadar kadınları yalnızca rahimlerine yerleşmek ve yeniden doğmak için kullanmışlar. Oysa aşk; her şeyi değiştiriyor. Üstelik aldıkları ceza, insanların sol omzuna sürgün edilmek oluyor ve onlara göre bu, başlarına gelebilecek en kötü şey.

Adalet Ağaoğlu’nun, Latife Tekin’in rüyalar üzerine kitaplarını biliyoruz ama bizde rüyaların doğrudan fantastik bir roman olarak ele alınışına rastlamamıştım. Nasıl karar verdin Uykusuzlar’ı yazmaya, yazarken nelerden etkilendin?

Rüyalar, çocukluğumdan beri ilgimi çeken bir konudur. Belki yazar olmamdaki en büyük etken de gördüğüm tanımlanamaz, sınırlanamaz rüyalardır. Rüyaların metafor olarak işlenmesine, yazarların romanlarında onlara göndermeler yapmasına alışkınız ama rüyalar kendi başına bir romanı alıp götürebilecek gizeme, sürükleyiciliğe sahip. Uykusuzlar’da da rüyalar başrolde ve diğer tüm karakterler onların hizmetinde. İnsanların göremediğimiz, tahmin edemediğimiz, dolayısıyla “kendi” olabildiği tek alan bence rüyalar…

Fakat rüyalar da çeşit çeşit bildiğim kadarıyla. Romanında onlar nasıl yer aldılar?

Evet, ben üç farklı rüyadan söz ediyorum. Bunlardan ilki, “günün tortusu” dediğimiz, günlük yaşamdan zihnimize sızan önemsiz rüyalar, bir nevi aklın kendini rahatlatma, boşalma yolu… İkincisi duru görü, yani haberci, uyarıcı, hikmetli rüyalar. Sonuncusu ise, bilinçli görülebilen rüyalar, “lucid dreaming” diye de bilinen ve Oneironot’ların başarabildiği bir rüya çeşidi. Freud’un somnium, oraculum ve visio olarak ele aldığı rüyalara ben, insanlığın kendi düş evreninden bakarak yaklaştım.

Gölgeyle de meselen var. Uykusuzlar’ın gölgelerini kaybetmeleri onlar için ölüm anlamına geliyor. Gölge nedir, neye işaret eder?

Gölge benim için hep bir simge olmuştur. Karanlık yanımızın simgesi. İçimizde iyilik kadar, kötülük de var çünkü ve yok sayarak bunu değiştiremeyiz. İnsan, kötülük yapma potansiyeli en yüksek varlık. Ama gölge ortadan kaybolursa, geriye bizden de pek bir şey kalmıyor, eksiliyoruz. Kötülükle yüzleşip onu eğitmek, ehlileştirmek gerek. “Ölmeden önce ölünüz”, sözü bana hep bunu düşündürür.

“Fantastik metinler en iyi isyan metinleridir” demişsin, neden?

Özgür olduğumuzu düşündüğümüz şu dünyada, hayatımızı ne kadar çok şeyin sınırladığını fark ettiğimizde, insanın isyan edesi geliyor. Fantastik edebiyat, biraz sağ gösterip sol vurmaya benziyor. Çok farklı bir evren kurguladığını düşünüyorlar, aslında sen sadece sihirbazlar gibi ilgiyi başka yere çekip, eleştirmek istediğin sistemi en çarpıcı şekilde yerden yere vuruyorsun. Tıpkı distopyalar gibi. Ben de bir kadın olarak, özgür yazma ve fantezi kurma hakkımı fantastik edebiyatta kullanıyorum.

“Romanımda bilinçli rüya görmenin ipuçları da yer alıyor”

Peki senin duru göre yahut bilinçli rüya görme konusunda deneyimlerin oldu mu?

Evet, çocukluk yıllarımdan beri duru görüye sahibim. Özellikle uyarıcı birçok rüya gördüm, bunlar birebir çıkan, saatiyle, yeriyle beni uyaran rüyalardı. Özellikle depremler ve tanıdığım kişilerin ölümü konusunda… Fakat bu, insanı oldukça rahatsız eden bir yeti. Bilinçli rüya görme konusu ise sonradan hayatıma girdi, bunu çok geç öğrendim yani. Daha erken keşfetme şansım olsaydı, hayatımda çok şey değişirdi. Şu ana kadar 3-4 kez bilinçli rüya görmeyi başardım yani rüyanın içindeyken rüyada olduğumu anlayarak rüyayı yönettim ve sonlandırdım. Bu çok fazla çalışma gerektiren bir yöntem. Uykusuzlar’ın satır aralarında, bunların ipuçlarını da paylaştım okurla.

Bilinçli rüya görmenin nasıl bir şey olduğunu anlatır mısın?

Oldukça büyülü bir dünya olduğunu söylemem lazım. Hayatımızın üçte biri rüyada geçiyor ve çoğumuz vakit kaybı olarak görüyoruz bu süreyi. Oysa beyin çalışmaya devam ederken, bilinç tam bir teslimiyet içine giriyor. Üstelik beden faaliyetlerini yavaşlatsa da, tırnaklar, saçlar uzamaya devam ediyor. Hayatta olduğumuz ama yarı yarıya ölüme yaklaştığımız, savunmasız geçen bir 8 saat yaşıyoruz. İşte bilinçli rüya görme, bu savunmasız hali sona erdiriyor ve rüyaları bizim emrimize veriyor. Korkularımızı yenmek, nedenlerini keşfetmek için harika bir fırsat bu. Neden kullanmayalım ki bu hakkımızı?

“Kolektif biliçaltı denen şey aslında ruhsal kalıtım”

Jung’un kolektif bilinçaltı kavramından bahsediyorsun, bunu anlatır mısın?

Jung’un fikirlerini kendime Freud’dan daha yakın buluyorum. Freud birçok kavramı cinsellikle, kadın-erkek ilişkisindeki sorunları da anne-baba üzerinden çözmeye çabalamıştır ama Jung, daha geniş perspektiften bakar. Kolektif bilinçaltından yani ruhsal kalıtımdan söz eder. Edindiğimiz tüm bilgilerin bir yerde depolandığını ve bizim bu bilgilerle dünyaya geldiğimizi söyler. Bunun bilincine direkt varamasak da sezmemiz mümkündür. Her yeni neslin ileriye giden atılımlar yapabilmesi, hayatta kalma güdüsünü ve başarısını arttırması bence buna bağlı. Romanda da, geçmiş nesillerden aktarılan bir kehanetten söz ediyorum, rüyalar aracılığıyla nesilden nesile geçen bir bilgi bu ve bilgiye sahip olan bile bunu taşıdığının, bir aracı olduğunun farkında değil.

“İnci Aral’ın romanımı beğenmesi benim için tarifsiz bir mutluluktu”

İnci Aral’ın da Uykusuzlar diye bir metni vardı, bunu seninle zaten konuşmuştuk. Şimdi kitabına arka kapak yazısı yazdı. Böylesine önemli bir yazarın bunu yapması sana nasıl hissettirdi?

İlk olarak, Uykusuzlar adını romanıma koymayı düşündüğümü belirtip, İnci Aral’ın fikrini ve onayını aldım. Romanı okuması ve beğenerek beni cesaretlendirmesi, sonrasında da arka kapak yazısını yazması, tarifsiz bir mutluluk. Yazdığı her romana, öyküye hayran olduğum bir yazarın onayını almak, bana bir nevi el vermesi; özgüvenimi tazeledi. Fantastik bir metnin, böyle bir ustadan onay alması, okur için de önemli olmalı, diye düşünüyorum.

Gülenay Börekçi

Subscribe
Notify of

0 Comments
oldest
newest most voted
Inline Feedbacks
View all comments