Düşüşten Sonra: İnsan olmanın kıyıcılığına ve ıstırabına dair
Posted by gülenay börekçi on January 18, 2022 · 4 Comments
Düşüşten Sonra, Selim İleri’nin, geçirdiği beyin kanamasının ardından ölüme dokunduğu zamanların kitabı. Bir bilinmezliğe gitti, döndü, sonra da yazdı, daha doğrusu anlattı. Anlattığı ölüm değildi ama, zihninde bu ölümle yakınlaşma deneyiminden ötürü daha da berraklaşan hayattı… Bu süreçte yanında hep Burcu Aktaş vardı; soran, dinleyen ve aktaran olarak… İkisi arasında ilham verici bir yol arkadaşlığı oluştu.
Burcu Aktaş’a Selim İleri ile birlikte yazdıkları bu mücevher değerinde kitabı ve yol arkadaşlıklarını sordum, anlattı…
Selim İleri ve Burcu Aktaş Fotoğraf: Muhsin Akgün
“Düşüşten Sonra bize insan olmanın kıyıcılığını ve ıstırabını gösterirken sarsıcı bir eleştiri de getiriyor”
Vladimir Nabokov, Konuş, Hafıza adlı kitabında, “varoluşumuzun iki ebedi karanlık arasındaki kısa bir ışık çakmasından başka bir şey olmadığını” yazmıştı. Bir solukta okuduğum “Düşüşten Sonra”, Selim İleri’nin bu ebedi karanlıklardan ikincisine, ölüme dokunup geçtiği zamanların kitabı. İleri bir bilinmezliğe gitti, döndü, sonra da yazdı, daha doğrusu anlattı. Anlattığı ölüm değildi ama, zihninde bu ölümle yakınlaşma deneyiminden ötürü daha da berraklaşan hayattı… Bu süreçte yanında hep Burcu Aktaş vardı, soran, dinleyen ve aktaran olarak…
Okuyacağınız röportaj benim için çok önemli… Daha önce Burcu’yu Selim’den dinlemiştim ama bu kez Selim’i Burcu’dan dinleyecektim. Haliyle ona yıllardan beri süregelen dostluklarını, daha da önemlisi bu kitap vesilesiyle oluşan yol arkadaşlıklarını sordum.
Burcu eskilerden, yani tutkulu bir Selim İleri okuru olduğu yıllardan başladı anlatmaya…
“Yirmili yaşların başında kendime Selim İleri kitaplarında yer bulduğumu fark ettim. Öykülerindeki, romanlarındaki kırgınlıklar, kırıklar kimi zaman dikkatimi çekiyordu kimi zaman tanıdık geliyordu. İncelikleri alaya almadığını bilmenin güveni, sırtımı dikleştiriyordu, kimseyi ayırmamasının kapsayıcılığı, insan olmanın gururunu yaşatıyordu. Selim İleri kitapları bana hem büyük resmi gösteriyordu hem de bireyi gözden kaçırma diyordu. Öykülerinde, romanlarında, anılarında, yaşamında dışarıdaki gösterinin tam tersi istikâmete gidiyordu. Ne güzel bir zamanlama ki tam da ona doğru bu çekimin başladığı dönemlerde Radikal Kitap’ta çalışmaya başladım. ‘Bir Kitap Kapağı’ adlı köşesiyle yazarımız olduğunda benim için unutulmayacak bir mesai başladı: Her salı sabahı saat dokuzda Selim Bey’in evine gidip yazısını almak… Bu mesai birkaç yıl sonra da dostluğa dönüştü. O, yazarlığından tanıdığım Selim İleri’ydi önceleri, sonra bizim gibi kanlı canlı Selim İleri oluverdi. Tanımaya başlayınca bir an bile hayal kırıklığına uğramadım. İncelikleri sayesinde çekingenliği bir yana bıraktım. Koluma girdi. Edebiyatın çepeçevre kuşattığı bir hayatı ben yakından ilk kez Selim İleri’de gördüm.”
Vahşi Şeyler’in gizli kahramanı
Araya girip bir anımı anlatıyorum, Selim İleri’yle serin bir güz akşamında buluştuğumuzu ve ilerleyen saatlerde Burcu’nun o sıralar yeni çıkan romanı Vahşi Şeyler için “Kimse fark etmemiş olabilir ama Mualla karakterini Burcu benden esinlenerek yazdı,” dediğini… Çocuk edebiyatımızda bir benzeri olmadığına inandığım ve çok sevdiğim Vahşi Şeyler’in seksen beş buçuk yaşındaki kahramanı Mualla için “O, bizi birbirimize yaklaştırdı. Daha doğrusu, Selim Bey Vahşi Şeyler’i okuduktan sonra ben öyle hissettim,” diyor Burcu.
Düşüşten Sonra kuşkusuz daha da yakınlaştırmış onları, bir yakın gözlüğü vazifesi görmüş bir bakıma, Burcu’nun Selim İleri ile ilgili bildikleri, hissettikleri o sırada köklerini bulmuş.
“Sevgi üzerine kurduğumuz bir dostluğumuz varmış, artık kırıntısı bile zor bulunan bir şeyi temel yapmışız ilişkimize,” diye anlatıyor Burcu bunu, “Düşüşten Sonra’yı birlikte yazmak, müptelası olduğum bir yemeğin mutfakta nasıl yapıldığını görmek gibiydi. Bu kez Selim İleri’nin hayatını edebiyata dönüştürmesine eşlik ediyordum. Üretirken neyi nasıl düşündüğüne, duygularının onu savuruşuna tanık oldum. Şişli’de bir apartman dairesinin balkonuna koca bir dünya sığdı. Çalıştığımız aylar, önünde koskoca bir belirsizlik olan iki dostun birbirine, kitaplara sığınışı olarak kalbimde kalacak.”
“Omzunda hafıza kuşu var”
Selim İleri bana göre başka birçok şey olmasının yanı sıra edebiyatımızda hakkaniyetin, merhametin de simgesidir. Çocukken yumurta kabuğundan kasap kağıdına kadar pek çok şeyi saklayan, ipte kalmış mandalların yağmur altında üşüdüğüne, parçalanmış kâğıtların canının yandığına inanan İleri, büyük bir yazar ve aynı zamanda olağanüstü duyarlı, vicdanlı bir insandır. Bir özelliği de “unutmamasıdır”. Hafızası kuvvetlidir; başkalarının önemsemeden geçeceği şeyleri hatırlamakla kalmaz, onlara adeta sondaj yapar, yani yüzeyi kazır, korkusuzca derinlere iner.
Burcu’ya Selim’in sadece kendi anılarına değil başkalarınınkilere de bu kadar büyük bir saygıyla yaklaşmasından ne öğrenmemiz gerektiğini soruyorum.
“Mine Söğüt, ‘Onun omzunda hafıza kuşu var,’ diye yazmıştı. Ne kadar iyi anlatıyor Selim İleri’yi. Selim Bey’in yazdığı, anlattığı anılardan öğrenilecek sayısız şey var. Bireyi işaret ederken bir bakmışsınız önünüze toplumu koyuvermiş. Bireysel bir içdökümde bir bakmışsınız toplumsal bir gerçek ortaya saçılmış. İşte o zaman gerçeğin, duygunun, sosyolojinin, edebiyatın katmanlarıyla baş başa kalırsınız. Düşüşten Sonra’ya bakın mesela… Düşüşten Sonra, çok sevilmiş bir yazarın edebî kazısı ve hayatla edebî hesaplaşması olmanın ötesinde bir kitap. İnsan olmanın hem kıyıcılığını hem ıstırabını gösterirken sarsıcı bir eleştirisi var. Başka bir açıdan da Türkiye’nin, Türkiye’de bir yazarın ve başka yazarların nelerle boğuştuğunun belgesi.”
Röportajımıza buradan devam edelim…
“Başkalarında açtığımız yaraları yazdığımızda aynısından bir tane de kendimize açıyoruz”
Düşüşten Sonra’nın alt başlığı Selim İleri’nin edebiyatı için de yol gösterici olabilecek bir şeye işaret ediyor: “Birkaç kişi. Gülümseyişleri. Ağlayışları. Sessizlikleri.” Ah, hele bu sessizlikler vurgusu… Nasıl seçtiniz alt başlığı, neleri gözettiniz?
Kitabın adını Selim Bey koydu. O bu ismi bulana dek karşılıklı çok isim düşündük aslında ama içimize sinmedi hiçbiri. Eledik, eledik, derken bir gün, kayda başlamadan önce, Selim Bey bir kâğıt parçası uzattı. Okudum, çarpılıp kaldım. Hastane günlerinde hatta sadece o günlerde değil, hayatı boyunca aklına ve kalbine üşüşen kişileri, geçmişten gelen kahkahaları, sessizlikleri, ağlayışları düşündüm hemen. Dediğiniz gibi, gerçekten, Selim İleri’nin edebiyatı hatta biraz daha ileri gideyim hayatı için de yol gösterici bir yanı var bu alt başlığın.
Selim İleri kitapta kendini “muallakta kalmış bir insan” olarak tarif ediyor. Söylediğine göre yaşadığı ya da hatırladığı her şey kendi uydurmuş gibi geliyormuş ona. Bu kitabı yapmayı biraz da bu halden çıkmak, yaşadıklarının gerçekliğine kendini ikna etmek için istemiş olabilir mi? Ya da bu inanma çabası onun bütün yazarlık hayatına yansımış olabilir mi?
Kitapta, “Ölümcül bir olayla karşılaşınca yaşamla bağın sıfıra iniyor,” diyor. Tecrübesi çok ağır bir olay sonrası söylenmiş bir cümle bu. Sorunuzun cevabı da burada, yaşama ait hissetmemekte saklı sanki. Yazmak kısmına gelirsem… Bana göre Selim Bey’de yazmak neredeyse içgüdüsel bir şey. Yaşamını çepeçevre edebiyatla sarmalamış ve yaşamından/yaşamdan edebî ürünler çıkarmış. Öyle ki terzinin bir kumaştan yelek, pantolon, ceket çıkarması kadar doğal.
Düşüşten Sonra’da, geçmişte işlediği suçları değilse bile kabahatleri, mesela Oğuz Atay’a, Yusuf Atılgan’a ve başkalarına “eşekliklerini” de hatırlıyor Selim Bey. Mesela “Niye yazdım o yazıyı, ben nasıl bir insandım!” deyişi beni altüst etti, kendi eşekliklerimi de hatırladım o arada. Öte yandan, Selim Bey hâlâ telafi için uğraşıyor. İncittiğini düşündüğü kişi çoktan ölmüş olsa bile. Yazmanın ya da anlatmanın, geçmişte başkalarında açtığımız yaralara ya da bu durumun kalbimizde yarattığı ağırlığa etkisi nedir sizce?
“Yazdım rahatladım,” derler genellikle ya da “Söyledim rahatladım…” Ben bunun bir rahatlama olduğunu düşünmüyorum. Aksine insan bir şeyle hesaplaşıyorsa, yüzleşiyorsa ve bunu yaparken Selim Bey gibi çuvaldızı kendisine batırıyorsa hissedilenin rahatlama olmasına imkân ihtimal yok. Duygularının karanlık tarafıyla, insanlığın zaaflarıyla uğraşmak yaman bir şey, baş edilmesi çok zor. Başkalarında açtığımız yaraları yazdığımızda aynısından bir tane de kendimize açıyoruz. Adil bir sonuç. Peki, o kadar yaralı insan ne yapacağız bu hayatta derseniz ona da cevabım var. Selim Bey’in Düşüşten Sonra’da söylediği cümlelere sonuna kadar inanıyorum: “İnsanoğlu kadar korkunç hiçbir şey yok. İnsanoğlunun içinden yaralı insanlar çıkıyor. İnsanlıktan ne kalacaksa o yaralı insanların cinnet anlarına borçlu olacağız. Başka hiçbir şeye borçlu değilsin.”
Kitap bittiğinde sizde ne değişti, siz nasıl tarif edersiniz kendinizi artık? Şöyle sorayım: Eski Burcu’da olmayan neyi kazanmış olarak bitirdiniz kitabı?
En zor soru! Nasıl anlatayım… Fikir ve duygu yağmuru dinmeyen bir kitap Düşüşten Sonra. Bu yüzden kitabı yazarken kimi zaman o yağmurda istemediğim halde sırılsıklam ıslandım, kimi zaman üşümeye aldırmadan kendimi o yağmura teslim ettim, kimi zaman da altına saklanacağım bir saçak aradım. İnsan olmanın ne demek olduğunu düşünmem açısından bildiklerimden başka yollar gösterdi bana Düşüşten Sonra. En çok da, insanın olduğu gibi yaşayabilmesinin hayatiyetini tarifi imkânsız bir şekilde anlattı bana bu kitap.
(Kendi notumla bitireyim: Çok uzun süredir arkadaşım Selim İleri. İlk tanıştığımız gün de özeldi benim için, son buluştuğumuz akşam da. Onunla konuştuğum her seferinde öncesinde bilmediğim bir şeyin sezgisiyle, bilgisiyle ayrıldım yanından, ruhumda başka türlü bir ağırlıkla ya da hafiflemeyle. Selim beni öyle veya böyle hep değiştirdi. Onunla yeniden konuşup sohbet edeceğimiz ya da sadece susacağımız günü özlemle bekliyorum. Ve biliyorum: Yakında!)
Gülenay Börekçi
Bunlar da ilginizi çekebilir :
kitaptan haberim olmaması üzdü, edinmeye çalışacağım en kısa zamanda
:)
Ben de istiyorum birisiyle Selim ILERI ve Burcu AKTAŞ gibi olmak
yaziyi okumak çok güzeldi, teşekkürler
Ben teşekkür ederim