Yaşar Kemal’i niçin seviyoruz?
Posted by gülenay börekçi on March 1, 2015 · 2 Comments
Yaşar Kemal öldü, çok üzgünüz. O yüzden bir ay kadar önce, 18 Ocak’ta yayınladığım bu yazıyı yeniden okumanın tam vakti…
Türk edebiyatının yaşayan en büyük ismi Yaşar Kemal‘in hastaneye kaldırıldığı haberini duyalı çok olmadı. O yüzden onu çok sevdiğini bildiğim bazı yazarlara ve şairlere gidip Yaşar Kemal’i anlattırdım. Hem usta iyileştiğinde okursa eğer biraz neşelensin ve gücünü daha çabuk toplasın diye, hem de endişeli okurlarına moral vermek amacıyla…
İşte Kaan Koç, Bülent Usta, Behçet Çelik, Aslı Der, Ahmet Ümit ve Altay Öktem‘e göre Yaşar Kemal…
KAAN KOÇ
“Dilimizde en çok onun ayak izi var. Çelikten ve çiçekten…”
İlkin; bu coğrafyadaki her insan gibi benim Yaşar Kemal’le tanışmam da okumayı ilk söktüğüm dönemlere rastlar. Hem evde hem de okulda herhalde adını ilk duyduğum yazar oydu. Ve ilkokul yıllarımdan bugüne Yaşar Kemal imgesi aklımda hep bir antik çağ efsanesi olarak biçimlendi; algımda o, Türkiye’den daha eskiydi hep. Liseye kadar pek kitap okumadım, hoşuma gitmeyen bir düşünceydi okumak. Fakat lisede “Filler Sultanı ile Kırmızı Sakallı Topal Karınca”yı ödev vermişti edebiyatçımız Nedret Hanım. Özetini aradım, buldum fakat baktım ki kitap incecik bir şey, riske atmaya değmez deyip okuyuverdim. O kitabı okumamla birlikte hem özet arayışımdan ötürü utanç hem de okuduktan sonra bende ateşlediği şimşeklerle yeni bir ses duyuverdim içimde. Bir bakıma, birkaç bin yaşındaki Yaşar Kemal’le gerçek anlamda “okumaya” başladım. Şimdi de onu kitaplarına, kahramanlarına ve cümlelerine bölüp düşünmektense ilk çocukluğumdaki gibi hissediyorum; sanki kapısı açılıp da içine giriliveren bir heybetli dağ o, atmosferin en duru yerine kurulu. Ben, Yaşar Kemal’in biz ölümlüler gibi yaşadığını kavrayamadım hiç ve bundandır ki bugünlerde duyduğum haberler bana yine bir Yaşar Kemal romanı gibi geliyor. Gerçekliği yendi onun gerçekliği. Ve yine bu yüzden anlatabilmek güç; çünkü dilimizde en çok onun ayak izi var. Çelikten ve çiçekten.
BÜLENT USTA
“Umut sözcüğünü ilk kullanan yazarımız”
Marquez, Güney Amerika için nasıl bir anlam taşıyorsa, Yaşar Kemal de bu topraklar için aynı anlama sahip. Onun romanları, benim gibi pek çok kişiye bu toprakların derinliklerindeki acıyı ve umudu anlatarak, çocukluktan yetişkinliğe her daim rehberlik etti. Bu toprakların ruhu, onun eserleriyle gerçek yüzünü gösterdiği içindir ki doğaya ve insana başka bir gözle bakmamız mümkün oldu. Edebiyatımızın hamuru eğer bir kıvama gelmişse, Yaşar Kemal’in sözcükleri ve eserleri sayesindedir. Ben, hasta yatağından kalkıp yazmaya kaldığı yerden devam edeceğini umut ediyorum. “Umut” demişken, bu sözcüğü ilk kullanan yazarımız da Yaşar Kemal’dir ve eserlerinde umut, alttan alta bütün o büyülü sözcüklerin arasından akar durur… Acil şifalar diliyorum…
ASLI DER
“Sihirli bir halıya binip Çukurova’ya seyahattir onu okumak…”
Benim için, sihirli bir halıya binip Çukurova’ya seyahattir onu okumak. Hem masalların efsanelerin, ağıtların fısıldayıcısı, hem de ülkemin gerçeklerinin eşsiz anlatıcısıdır Yaşar Kemal. Son günlerde bir konuşmasında söylediği sözleri sık sık hatırlıyorum: “Bir toplum, hoşgörüsü kadar güçlü, sağlam, haklıdır. Zulmü kadar zalim, yaratıcılıktan yoksun, zayıftır.” Bu topraklarda ürettiği her düşünce, edebiyatımıza kattığı her eser bizlere sunduğu benzersiz armağanlardır; şanslıyız.
ALTAY ÖKTEM
“Hayatın üstünü bir şemsiye gibi kaplayan yazarlardan”
Gözümü edebiyata açtığımda ilk Yaşar Kemal’i gördüm, 50 yaşına geldim, hâlâ hayatta olan (umarım daha uzun yıllar yaşar) bir duayen, bir edebiyat efsanesi olarak usta yanı başımızda. Bir büyük yazarlar vardır, bir de edebiyatın, sanatın hatta hayatın üstünü bir şemsiye gibi kaplayan dev yazarlar… Yaşar Kemal, 100 yılda bir ortaya çıkabilen bu dev yazarlardan. Gönlümüzün Nobel’ini alan, Türkiye’de eli kalem tutan kim varsa, ona ışık olmuş bir usta. Uzun ömürler diliyorum.
AHMET ÜMİT
“Biraz da ona layık olabileyim diye yazıyorum”
Yaşar Kemal’in kitapları karşıma ilk kez Antep’te çıktı. 14-15 yaşlarında bir çocuktum. İstanbul’da okuyan abilerim İnce Memed’i getirmişti. Kalınca bir kitaptı. Kapağında, atının üzerinde dimdik duran, tüfekli bir adam vardı. Müthiş hoşuma gitmişti. Deniz Gezmiş’in, Mahir Çayan’ın öldürüldüğü, ama yenilmediği yıllardı. Çocuktuk, gençtik ve idollerimiz onlardı. İnce Memed de onlar gibiydi, bu yüzden sevmiştik. Bizim gözümüzde özgürlük için dövüşen bütün kahramanları simgeliyordu. Ardından Yaşar Kemal’in bütün kitaplarını okumaya başladım.
Sonra ben de yazar oldum. Tanıştık, dost olduk. Varlığıyla benim için bir yol göstericiydi. İlk cümleden itibaren bir kitabı yazarken hep aklımın bir köşesinde duran yazarlar vardır, “Bunu okusa ne derdi acaba” der, onlara layık olabileyim diye yazarım, işte Yaşar Abi onlar arasında ilk sıradadır. İkimizin hayatındaki bazı paralelliklerden de söz edebilirim. O Osmaniyeli, ben Antepliyim. İstanbul’dan Antep’e giderken otobüs Çukurova’dan geçerdi ve ben toprağa, güneşe, dağlara bakıp onu, romanlarını, kahramanlarını düşünürdüm. Anlayacağınız, bir coğrafi yakınlığımız da var. “Bizim gibiler Türkçeyi herkesten iyi kullanır, oğlum” der sohbetlerimizde.
Farklı kültürlerin edebiyatçılarını biliyoruz; bazıları kitap okuyarak yetişiyor, bazıları sokakta büyüyor… Hepsi ayrı ayrı değerli, önemli ama Yaşar Kemal, Orhan Kemal gibi sokaktan gelen yazarlarda hakikilik duygusu, destansılık daha yoğun biçimde hissediliyor. Son olarak; Yaşar Kemal bu ülkenin sorunlarına uzak kalmayışı, bunları cesaretle dile getirişi ve elini her zaman taşın altına koyabilmesiyle de örnek aldığım, hayranlık duyduğum bir yazardır.
BEHÇET ÇELİK
“Edebiyatımızda bir benzerini bulmak hayli zor”
Yaşar Kemal’in kitaplarını okumaya başladığım ilkgençlik yıllarımda bu eserlerin üzerimdeki ilk etkisi bana doğaya daha dikkatli bakmayı öğretmesi olmuştur. Yazları Torosların eteğinde bulunan Bürücek Yaylasına çıktığımızda, onun roman ve öykülerinde ayrıntılı biçimde tasvir ettiği ağaçların, çiçeklerin, kuşların benzerlerinin arasında bulunduğum düşüncesiyle kitaplarına ayrı bir yakınlık duyardım. Beni o yaşlarda bir şeyler yazmaya kışkırtan birkaç yazardan biridir Yaşar Kemal. Onun yazdıklarına öykünerek doğanın ön planda olduğu öyküler yazmaya çalışırdım. Muhteşem anlatımı hem okuma hem yazma iştahımı artırırdı. Dünyada ezenlerin ve ezilenlerin olduğunu, âdil bir dünyada yaşamadığımızı öğrenmem de gene o yaşlarda onun eserleri sayesinde oldu. Bunlardan birkaç yıl sonra, bir solukta okuduğum, ama bitirir bitirmez dönüp yeniden, dikkatle okuma ihtiyacı duyduğum Yusufçuk Yusuf ve Demirciler Çarşısı Cinayeti gibi romanlarıysa edebiyatın zorlu, ciddi emek isteyen bir uğraş olduğunu fark etmemi sağladı.
Yaşar Kemal, efsanelere, masallara gerek konu gerekse dil olarak yakın duran ve benzersiz üslubuyla yazdığı eserleriyle çağları da birbirine bağladı. Bu açıdan edebiyatımızda bir benzerini bulmak hayli zor. Onun Bir Ada Hikâyesi serisini oluşturan romanları ise yakın tarihimizin unutulmuş, unutturulmuş kanlı kıyımlarını, insanın karanlık ve aydınlık yanlarını iç içe geçmiş bir bütün içerisinde ele alarak edebiyata taşımış olması da emsalsizdir. Bir klişe halini alan “ölümsüz eser” tabiri, sanırım, en çok onun romanları için geçerlidir.
Gülenay Börekçi
Bunlar da ilginizi çekebilir :
dualarımız onunla
İyi olacak