Egoist okur

Edebiyatçının bir günlük yazarı olarak portresi

Günlüğün kökenleri epeyce gerilere, binlerce yıl önce tacirlerin alıp sattıklarını, çiftçilerinse ekip biçtiklerini kaydettiği defterlere kadar uzanıyor. Geçmişte şahsi birer istatistik oluşturma amacıyla tutulan ilk günlüklerin yanı sıra günahlarını kâğıda dökerek itiraf eden ve böylece bir nevi “öz-terapi” yapanların tuttuğu daha ruhani günlükler de varmış. Aradan geçen yıllar içinde bunlar toplumlara ayna tutan birer belgeye dönüşmüş. Tüccar ve çiftçilerin defterleri kıtlıkların, yokluğun hangi yıllarda ve hangi sebeplerle yaşandığını aydınlatırken günah kayıtlarının insanların neleri arzuladığını ya da en derinlerde nelerden korktuğunu ortaya çıkardığı fark edilmiş.

Bu yazıda edebiyatçıların günlüklerine bakıyoruz, son durağımız, şair Nigâr Hanım’ın günlükleri. Çünkü biliyorsunuz, şair Nigâr Hanım’ın 1628 sayfalık günlüğünün ilk sekiz defteri, kronolojik sıraya konularak ve yeni harflerle Timaş Yayınları tarafından yeniden yayınlandı. Kitabı titizlikle yayına hazırlayan Zeynep Berktaş, onu önsöz ve notlarıyla zenginleştirense daha önce Nigâr Hanım’ın nefis bir biyografisini de kaleme alan Prof. Dr. Nazan Bekiroğlu.

Günlük, Şair Nigar Hanım

Gün dökümleri: Edebiyatçıların günlükleri

Bir insanın gün içinde yaşadıklarına dair düşünce ve duygularının, gözlemlerinin kronolojik sırayla dökümünden oluşan metinlere verilen “diary” adı, Latince “gün” anlamına gelen “dies” ve “gün dökümü” anlamına gelen “diarium” kelimelerinden geçmiş İngilizce’ye. 19. yüzyıldaysa diary’ler popüler hale gelerek edebiyatın bir parçası olmuş.

Halbuki günlüğün kökenleri çok daha gerilere, binlerce yıl önce tacirlerin alıp sattıklarını, çiftçilerinse ekip biçtiklerini kaydettiği defterlere uzanıyor.

Şahsi birer istatistik oluşturma amacıyla tutulan bu günlüklerin yanı sıra geçmişte günahlarını kâğıda dökerek itiraf eden ve böylece bir nevi “öz-terapi” yapanların tuttuğu daha ruhani günlükler de varmış aslında. Bu şahsi istatistiklerin her biri, aradan geçen yıllar içinde toplumlara ayna tutan belgelere dönüşmüş. Tüccar ve çiftçilerin defterleri kıtlıkların, yokluğun hangi yıllarda ve hangi sebeplerle yaşandığını aydınlatırken günah kayıtlarının insanların neleri arzuladığını ya da en derinlerde nelerden korktuğunu ortaya çıkardığı fark edilmiş.

Çoğunlukla tarihçileri, toplum bilimcileri ve iktisatçıları ilgilendiren bunca defter arasında öne çıkan, farklılıkları ve yetkinlikleriyle öne çıkanlar da olmuş elbette. Mesela 2. yüzyılda yaşayan Roma İmparatoru Marcus Aurelius’un günlükleri ya da 9. yüzyılda yaşayan Çinli bilim insanı Lio Ao ile 11. yüzyılda yaşayan Arap âlimi İbnü’l-Bennâ’nın seyahat notları gibi…

19. yüzyıla kadar salt erkekler günlük tutuyormuş, bu tarihten sonra kadınlar da harıl harıl günlük tutmaya başlamış.

Samuel Richardson’ın Pamela’sı, Charlotte Brontë’nin Jane Eyre’i, Emily Brontë’nin Uğultulu Tepeler’i gibi günlük formunda yazılan romanlar da o yıllarda basılmaya başlamış. (Hatırlayalım, Arthur Conan Doyle da Sherlock Holmes maceralarını da çoğu zaman günlük formunda yazmıştı.)

Bir de günlük tutan, zihinlerinin en kuytu odalarını okura açan edebiyatçılar oldu. Stefan Zweig’dan Virginia Woolf’a, Baudelaire’den Sylvia Plath’e, Ahmet Hamdi Tanpınar’dan Tomris Uyar’a, Erdal Öz’den Onat Kutlar’a birçok edebiyatçının tuttukları şahsi defterler bugün en az kaleme aldıkları eserler kadar önemli sayılıyor. Başka? Bizden Aynalar Günlüğü’yle Salah Birsel, Jurnal’leriyle Cemil Meriç, elbette Adalet Ağaoğlu, Cemal Süreya, dünyadan Franz Kafka, Huzursuzluğun Kitabı’nı yazan Fernando Pessoa, yolculuk defterleri tutan Albert Camus… Uzar gider bu liste.

Ahmet Hamdi Tanpınar’ın günlüğünden: 

Belki de kendi kendimi mahveden benim. Hakkımdaki suikastin bir sebebi de belki benim…

“Hiçbir şeyi bitiremiyorum… Gece yarısı öksürükle uyandım ve ilk defa gelecek seneye çıkamam korkusu aklıma geldi. Ciddiyetle geldi. Hiçbir şeyi bitirmeden ölmek istemiyorum. O kadar eser ve kullanmadığım o kadar kelime varken…”

Abdullah Efendi’nin Rüyaları, bilhassa birinci hikâye böyle tenkitsiz mi geçecekti? Huzur ki okuyucuların hepsi sevdiler, üç makale ile, Yaz Yağmuru hiçbir akissiz mi geçecekti. Bunların Türkiye’ye getirdiği hiçbir şey yok muydu? Türkiye ve Türkçeye. Ya şiirlerim? Hâlâ hiç kimse Deniz manzumesinden bahsetmedi. Denizmanzumesi Türkçenin beş on manzumesinden biridir. Buna eminim. Buna makalelerimi de ilave edin… Fakat niçin bu kadar haksızlık? Bu işte eksiğim nedir! Belki de kendi kendimi mahveden benim. Hakkımdaki suikastin bir sebebi de belki benim…”

Oğuz Atay’ın günlüğünden: 

“Kimse dinlemiyorsa beni –ya da istediğim gibi dinlemiyorsa– günlük tutmaktan başka çare kalmıyor”

“Selim gibi, günlük tutmaya başlayalım bakalım. Sonumuz hayırlı değil herhalde, onun gibi. Bu defteri bugün satın aldım. Artık Sevin olmadığına göre ve başka kimseyle konuşmak istemediğime göre, bu defter kaydetsin beni, dert ortağım olsun. ‘Kimseye söyleyemeden, içimde kaldı, kayboldu,’ dediğim düşüncelerin, duyguların aynası olsun. Kimse dinlemiyorsa beni –ya da istediğim gibi dinlemiyorsa– günlük tutmaktan başka çare kalmıyor. Canım insanlar! Sonunda, bana bunu da yaptınız.”

Şairin bir günlük yazarı olarak portresi: Nigâr Hanım

İlk kadın şairlerimizden Nigâr Hanım, kadınların duygularından açıkça bahsedemediği hatta bir bakıma erkek duygularını taklit ederek yazdığı, yazabildiği yıllarda bir kadın olarak kimliğini sahiplenmiş, duygularını açıkça ve sansürsüz bir dille kâğıda dökebilmişti. Türk edebiyatında en uzun süre günlük tutan kadın yazardı Nigâr Hanım. 25 yaşındayken başladığı bu alışkanlığı 1918’de ölene dek sürdürdü. Defterlerinde hem şahsi hikâyesini; aile ilişkilerini, eşi İhsan Bey’le fırtınalı evliliğini, sanatla meşguliyetini, yazma serüvenini, kimseye anlatmadığı acılarını, isyanlarını, kalabalık bir sosyal hayatın tam ortasında filizlenen derin yalnızlığını anlattı hem de karşımıza olağanüstü bir şahıs kadrosu ve okuma listesi çıkardı. Defterlerinin en heyecan verici yanlarından biri, satır aralarında Nigâr Hanım’ın sanatçı dostlarının, okuduğu, tartıştığı eserlerin arka arkaya boy göstermesiydi.

Tabii en önemlisi, okurun bu defterler aracılığıyla Nigâr Hanım’ın yaşadığı toplumun siyasi ve sosyal hadiselerini, değişim ve dönüşümlerini bireyin gözünden ve tarih kitaplarında bulamayacağı ayrıntılarla öğrenmesi. Yeme içme ve giyim kuşam konuları, gezme mesire yerleri, alışveriş edilen mağazalar, tiyatro ve sinemalar, ulaşım ve ısınma araçları, dekorasyon trendleri, ev sahiplerinin hizmetkârlarıyla ilişkileri gibi ayrıntılar okuyana 19. yüzyıl sonu Türkiye’sini içeriden anlama imkânı sunuyor.

Defterleri sunuş yazısıyla zenginleştiren Prof. Dr. Nazan Bekiroğlu, şairin hayatının Birinci Dünya Savaşı başladıktan sonraki kısımlarını özellikle önemsiyor. Ömrü boyunca bir aristokrat olarak konaklarda ve yalılarda yaşamış, salonlarda güzel kıyafetlere bürünerek dolaşmış, hükümdarlar, veliahtlar, sefirler, sultan efendiler ve prenseslerle dostluk kurmuş, bir anlamda paradan yana zerre sıkıntı çekmemiş bir kadınken savaşla birlikte yokluğu ve kıtlığı da tecrübe etmeye başlamış Nigâr Hanım. Vatanının bütün fertleri gibi o da pahalılıkla ve karaborsayla yüz yüze gelmiş, tiksindiği harp zenginlerini tanımış, öyle zamanlar yaşamış ki vesikalık ekmek bile bulamadığı olmuş, felç olmuş bir ulaşım sitemi içinde maaş, vergi, yakacak ve yiyecek derdine düşmüş. Üstelik bütün bunları açık açık, gizlemeden, tüm samimiyetiyle yazmış.

Şair Nigâr kimdir?

Tanzimat sonrası edebiyatımızın ‘ilk kadın şairi’ ünvanını taşıyan Nigâr Hanım, 1856’da İstanbul’da doğdu. Annesi, Sadrazam Keçecizâde Fuat Paşa’nın mühürdarı Nuri Bey’in kızı Emine Rifatî Hanım, babasıysa 1848 Macar İhtilâli’nden sonra Türkiye’ye sığınarak Müslüman olan ve “Macar” lakabıyla tanınan Osman Paşa’ydı. Onu yedi yaşındayken Madam Garos’un Kadıköy’deki yatılı okuluna yazdırdılar. Orada piyano, resim ve dikiş derslerinin yanı sıra Fransızca, Rumca, İtalyanca ve Ermenice dersleri aldı. Ebüllisan Şükrü Efendi’den Türkçe, Arapça ve Farsça da öğreniyordu. Örtünme yaşı gelince okula veda edip eğitimine evde devam etmek zorunda kaldı. Yazmaya başladıktan sonra ilk olarak 1887 tarihli Efsûs adlı şiir kitabıyla tanındı. Efsûs’un ikinci cildinden sonra 1896’da Nîran adlı kitabı başyazarı olduğu Hanımlara Mahsus Gazete Kütüphanesi’nde yayımlanınca II. Abdülhamid tarafından ikinci dereceden “Şefkat” nişanıyla ödüllendirildi.

Hayatı boyunca Almanya, Avusturya, Macaristan, Mısır, İtalya ve Fransa’ya seyahatlere çıkan, Köstence’de Carmen Sylvia adıyla şiirler yazıp yayımlayan Şair Nigâr, yaşadığı dönemin önde gelen, seçkin şahsiyetlerindendi. Hanedan mensuplarının evlerinde sanat konuşulan meclislere katıldı, Osmanlı şehzadeleri tarafından huzura kabul edilerek iltifat gördü. Şişli’deki konağı bir nevi sanat ve edebiyat merkeziydi. Dönemin tanınmış sanatçıları her Salı bu evde toplanır, sabahlara kadar şiirler okur, müzik dinler, sanat ve edebiyat konuşurdu.

Gülenay Börekçi

Subscribe
Notify of

0 Comments
oldest
newest most voted
Inline Feedbacks
View all comments