Erkeğin penis kıskançlığı yahut birkaç küçük kesik
“Ne kadar sakınsak da kendimizi, gündemin bizi hunharca savurmasından kurtulamıyoruz. Büyük sayılar egemenliğini kuruyor zihnimizde. Savaş korkusu. Ölüm korkusu. Ölümler korkusu. Ölümler, ölümler ve ölümler korkusu. Ölüm, kahrolası bir matematik işkencesiyle beynimize, tüm sinir hücrelerimize biniyor ve vicdanımızdan bir tartı vazifesi görmesini istiyor; daha çok insan nerede ölecekse oraya ver dikkatini ve savaşa karşı siper et tüm sözcüklerini. Suriye’den, Mısır’dan söz et. Elbette. Eyvallah. Başımızla beraber.”
“Öyle olunca daha büyük gibi görünen olaylara kayıveriyor dikkatimiz ister istemez. Duyarlılığımız bile bir istatistik işine dönüşüyor. Vicdan bir frekans sayısıyla ölçülüyor sanki. Bütün bu karmaşa ortasında sevgilisi tarafından yakılarak öldürülmüş bir kadın, mesela Çilem Hülya Berkil, eski kocası tarafından vurulmuş bir kadın, mesela Nilüfer Türkoğlu ve daha niceleri bir altyazıda, bir gazetenin üçüncü sayfasında kalıyor, kalıveriyor ve bazen gözden kaçıyor.” Onur Orhan yazdı…
Tüm kadın cinayetleri, tüm savaşlar ve erkeklerin penis kıskançlığı
Ne kadar sakınsak da kendimizi, gündemin bizi hunharca savurmasından kurtulamıyoruz. Büyük sayılar egemenliğini kuruyor zihnimizde. Savaş korkusu. Ölüm korkusu. Ölümler korkusu. Ölümler, ölümler ve ölümler korkusu. Ölüm, kahrolası bir matematik işkencesiyle beynimize, tüm sinir hücrelerimize biniyor ve vicdanımızdan bir tartı vazifesi görmesini istiyor; daha çok insan nerede ölecekse oraya ver dikkatini ve savaşa karşı siper et tüm sözcüklerini. Suriye’den, Mısır’dan söz et. Elbette. Eyvallah. Başımızla beraber.
Öyle olunca daha büyük gibi görünen olaylara kayıveriyor dikkatimiz ister istemez. Duyarlılığımız bile bir istatistik işine dönüşüyor. Vicdan bir frekans sayısıyla ölçülüyor sanki. Bütün bu karmaşa ortasında sevgilisi tarafından yakılarak öldürülmüş bir kadın, mesela Çilem Hülya Berkil, eski kocası tarafından vurulmuş bir kadın, mesela Nilüfer Türkoğlu ve daha niceleri bir altyazıda, bir gazetenin üçüncü sayfasında kalıyor, kalıveriyor ve bazen gözden kaçıyor.
Oysa her ölümde bir savaş kopuyor.
Oysa her ölümde bir insana, bir eve bir roket düşüyor.
Ve aslında böyle ölen hemen herkes neredeyse aynı ölümle ölüyor.
Küçük ya da büyük bir savaşla ölmüş oluyor yani.
Çünkü sevme arzusuyla büyümüyor erkek, dünyanın birçok yerinde hâlâ. Henüz.
Ne zaman bir erkek tarafından öldürülmüş bir kadın duysam, cinayetin haberini okusam, hemen birkaç şey canlanıyor zihnimde. Bir yapbozun parçaları gibi birleşiveriyor hepsi gözlerimin önünde. Biri bir tablo, Frida Kahlo’nun resmettiği. Kocası tarafından öldürülmüş bir kadın kanlar içinde yatıyor yatağında. Başucunda katili. Gerçek bir olaydan esinlenerek çizdiği bu tablonun ortasına “Birkaç Küçük Kesik” yazıyor Kahlo. Bunlar katilin sözleri. Gözümü daha kırpmadan bu tablonun yanına üçüncü sayfadan cinayet haberleri diziliyor, şu beylik ve çirkin “kıskanç” koca ifadesi falan ya da buna benzer şeyler. Kıskanç koca! Yani çok sevmişti de ondan öldürdü, öyle mi? Anla okuyucu. Anlayın kadınlar ve erkekler. Kıskanç koca diyorsak boşuna demiyoruz bunu, sonuçta kıskançlık bir haklılık ve masumiyet karinesi düzenin mahkeme ilamlarında. Hâlâ. Ve ne yazık ki…
Evet, ortada bir kıskançlık olduğu doğru ama gazetelerin demek istediği gibi değil. Başka türlü. Hatta bir penis kıskançlığı ama Freud’un söylediği türden de değil bu. Kadınların penisten yoksunluğu nedeniyle erkekleri kıskanması savından da söz etmiyorum yani. Freud’a bütün borcumuz bir yana şimdi kibarlığı bırakalım, bu iddiası koskoca bir saçmalık zaten! Bu kıskançlıksa, erkeğin penis kıskançlığı bana kalırsa, erkeğin mülkü ve malı olarak gördüğü kadının onun tüm sırlarını hatta en mahrem olanlarını alıp başka bir erkeğe taşıma ihtimalinden duyulan bir kıskançlık. Evet, bir penis kıskançlığı bu, kendi penisinin yetersiz gelebileceği kaygısı ve saplantısıyla büyümüş erkeğin, diğer tüm erkeklerin penislerini kıskanması da diyebiliriz buna. Çünkü perspektifi dar ve zaviyesi ancak bu kadar…
Çünkü sevme arzusuyla büyümüyor erkek, dünyanın birçok yerinde hâlâ. Henüz.
Bedenlerimiz birleşmiyor da bizim, sanki biri diğerini ele geçiriyor, erkek kadını deliyor, acıtıyor, mühürlüyor. Çünkü erkeğiz ya biz, kesikler, delmeler hep bizim işimiz. Kadına mühür vurmak istiyor erkek, malını işaretlemek isteyen tüccar, alanını işaretlemek ve haremini belirlemek isteyen aslan gibi.
Erkeğiz ya biz. Aslanlık maslanlık hepsi bizim işimiz.
Abram korkuyor oysa… Abram da bildiğin erkektir
Ne zaman bir kadın ölümü duysam birkaç sahne canlanıyor dedim ya zihnimde. İşte bir diğeri, Eski Ahit’in yaprakları dönüyor parmaklarımın ucunda. Tekvin, BAP 12.
“Ve memlekette kıtlık oldu. Ve Abram orada misafir olmak üzere Mısır’a gitti. Çünkü memlekette kıtlık ağırdı. Ve vaki oldu ki, Mısır’a girmesi yaklaştığı zaman, karısı Sara’ya dedi: İşte biliyorum ki, sen görünüşü güzel bir kadınsın. Ve vaki olur ki, Mısırlılar seni görünce: “Bu onun karısıdır,” derler ve beni öldürürler, fakat seni sağ bırakırlar. Senin yüzünden bana iyi davranılsın diye ve senin sebebinle canım yaşasın diye, “Onun kız kardeşiyim,” de.”
Abram korkuyor besbelli. Güzel karısı yüzünden ölmekten korkuyor, öldürülmekten. Güzel karısı yüzünden ölmekten korktuğundan onu kız kardeşi olarak tanıtmak istiyor Mısırlılara ve tanıtıyor da. Tuhaf bir durum bu… Sara’yı kız kardeşi olarak tanıtınca, Firavun Sara’yı yanına istiyor ve Abram’ı da zengin ediyor. Ama sonra “RAB Firavun’un sarayını büyük vuruşlarla vurup” cezalandırıyor, çünkü Sara başkasının karısıdır. Ama kız kardeş gibi görünen bir eştir o. Evet, burası önemli, kız kardeş gibi görünen bir eş zengin ediyor Abram’ı. Sonunda zengin bir adam olarak uzaklaştırılacak Firavun’un sarayından Abram. Sara sayesinde ölmekten kurtulmuş, Sara sarayda kaldığı süre boyunca da Firavun tarafından refaha boğulmuş bir adam olarak uzaklaştırılıyor saraydan Abram.
Mesel, zengin yorumlara açıktır, üzerine çok şey yazılır ancak kesin olarak söylenebilir ki, Abram rekabetten kaçmış, Sara’yı feda etmiştir. Ölmekten korkmuş diğer erkeklerle ve eşini saraya alan Firavun’la rekabete girmekten kaçınmıştır. Hatta tüm bu korkaklığından parasal olarak kârlı da çıkmıştır. Tüm zayıflığı zenginlik sebebi olmuştur yani. İktidara teslimiyetin nimetleri…
Abramlar hâlâ Sara’lar yüzünden ölmek istemediğinden öldürüyorlar gibi geliyor bana yeni Saraları. Başka bir ölüm bu tabii ki, diğer erkekler karşısında zayıf kalmaktan korkmakla ilgili bir ölüm, sosyal bir ölüm diyebiliriz buna.
Bir statü kaybı…
Hatta bir tür erkeklik kaybı…
Erkeklik ölümü…
Veya Firavun nasıl emrederse öyle davranıyor eşine. Hayatta kalıyor ve zengin oluyor böylece.
Araya giren
Borges’in enfes bir hikâyesidir Araya Giren. Brodie Raporu adlı kitabında yer alır. Erkek mi erkek Nilsen kardeşler, aralarından su sızmayan bu adamlar, aynı kıza kapılmalarıyla rekabete düşer ve sonra baktılar ki işin içinden çıkamıyorlar, kızı aralarında paylaşmaya karar verirler. Ondan sonra da işler istedikleri gibi gitmez, Juliana’yı kıskanırlar sözüm ona ama bana kalırsa Juliana’ya kaptırdıkları mahrem bilgidedir akılları. Mesela ne kadar zayıf düştüklerini ona bağlanarak ve daha nice küçük anıda. Birbirleriyle dallaşmaya başlarlar böylece, yerli yersiz huysuzlanır, kavga ederler ve en sonunda işin böyle yürümeyeceğine karar verip bir kerhaneye satarlar kızı. Juliana Burgos’un hikâyesi hizmetçilikten sözüm ona sevgililiğe, oradan da kerhaneye uzanır ama orada da bitmez. Eh, erkek mi erkektir Nilsen kardeşler.
Nilsen kardeşler birbirlerinden habersiz bir süre daha Juliana’yı ziyaret ederler. Ama sonunda bu da ortaya çıkar ve kızı tekrar evlerine götürmeye karar verirler. Bu üçlü ilişki bir süre sürdürülür ama sonunda “başarısızlıkla sonuçlanır” Borges’in ifadesiyle. Ve “sonunda öfkelerini yabancılar üzerine boşaltmayı yeğlediler,” der Borges “Tanımadık biri, köpekler, aralarına ikilik sokan Juliana…”
En sonunda öldürürler kızı. Neredeyse ağlayarak kucaklaşırlar. Ortak bir bağ birleştiriyordur onları. “Kadının acıklı kurban edilişi ve unutma zorunluluğu.”
Juliana’nın belleği olmadığına göre, ondan kurtulmuşlardır artık, kendi belleklerini sahtekârca dönüştürmektir bütün dertleri.
Tüm savaşlar işte bu yüzdendir
Belki de tüm savaşlar bundandır. Kadının gözüne girmesi gerekirken bir erkeğin, canı bağışlansın diye bir erkeğin gözüne girme çabasındandır yani. Çünkü sadece kadınlık hâllerini değil, erkeklik hâllerini de ele geçirir iktidar.
Rekabetten kurtulma ve kıtlıktan kaçma çabası için ödenen bir bedeldir bu aynı zamanda. Bir yandan bir doyma ihtiyacıdır ve hatta zenginleşme çabası.
Kadını öldürmek, bir uygarlık aldatmacası, bir sahtekârlıktır aslında. Korkağı gizlemektir. Gerekirse Sara’dan vazgeçilecek, gerekirse sır bilen Julianalar yok edilecektir zavallıca. İşte bu erkeğin acınası hâlidir, tüm “Firavunların” gözüne girme çabasıdır, kendince erkekliğe sahip çıkmaktır. Çoktan devredilmiş bir erkekliğe.
Ve belki de çok derinde bir yerde bir penis kıskançlığıdır.
Firavunlar gibi olmak istemektir yani. Firavunlar gibi zengin ve haremli olmak istemektir yani. Yani tüm o roketlerin peşine takılmak bu yüzdendir belki de. Bir erkeklik telafisidir o roketler. O işgaller, o yağmalar. İğrençtir, kadın ganimetten görülür çünkü. Ölüm dağıtarak büyüdüklerini sanır pis adamlar.
Çünkü zamanında Sara’dan vazgeçilmiş ve eş neredeyse kız kardeş bellenmiştir. Yahut Juliana kerhane odalarında paylaşılmış, kadın, kadın olmaktan her halükârda çıkarılmıştır.
Kadının kadın olmadığı yerde erkek, erkek olabilir mi peki?
Eksik kalan bir şeyi doldurma çabasıdır tüm bu savaşlar. Bir kompleksi kanla tedavi edilebilirmiş gibi sevginin ve hayatın yerini mal ve ölümle doldurmaya çalışmaktır.
Belki de tüm büyük savaşlar o görmezden geldiğimiz en küçük savaştandır.
Çünkü Firavun aslında kadını değil, ilk önce erkekleri bir saray fikrine kapatmıştır.
Onur Orhan
Subscribe
0 Comments